Eşlerin Birbirlerini Anlamaları

Anlamak… Fark edebilmek… Meşhur ekmek hikâyesi ile başlayalım:

Uzun yıllar evli bir çift vardır. Evlendikleri günün sabahı kahvaltı yaparken, kendi sevdiği tarafı, yani ekmeğin köşesini karısına iltifatla ikrâm etmiştir erkek… İltifatı karşılıksız bırakmamıştır hanımefendi... Bu davranış daha sonra, çiftin arasında bir alışkanlık olup gitmiştir. Erkek, ekmeğin köşesini hep karısına ikrâm etmiştir.

Yıllar sonra bir sabah erkek, ekmeğin iç dilimini eşine uzatır. Kahvaltı bitince, “Bugün güzel doydum.” der hanım… “Nasıl?” diye sorar erkek…

“-Bugün ilk defa ekmeğin iç dilimi denk geldi, o yüzden doydum. Her sabah köşesi denk geliyordu. Sen iç seviyorsun diye, ben katlanıyordum aslında… Ben hiç köşe ekmek yiyemem. Ama senin keyifle yediğini görünce de kıyamıyordum bir şey demeye…”

Şaşırma sırası erkeğe gelmiştir:

“-Hadi yaa!” der yutkunarak; oysa ben de sana en sevdiğim yeri veriyor ve iç kısmını sana fark ettirmeden zorla yiyordum.”

* * *

Evet, yıllarca kendi sevdikleri parçayı birbirlerine vermek sûretiyle büyük bir fedakârlık yapmışlar ve sevgilerini göstermek istemişlerdi. Ama yıllarca evli oldukları hâlde birbirlerinin duygu ve düşüncelerini dinlemek zahmetine girmemişlerdi. Âdeta iki taraf da birbirinin sıkıntısına katlanmışlardı. Oysa daha önceden açıkça konuşabilselerdi, bu kadar sene birbirlerine eziyet etmemiş olacaklardı.

Konuşabilmek, insanlar arası iletişimin en önemli noktası. Duygularını söyleyebilmek, ne hissettiğini açıklayabilmek… Ancak bizler bu konuda, bir miktar duygusal davranıyoruz.

Aslında bu bizim “edep” tâlim eden kültürümüzün bir parçası gibi geliyor. Elbette biz kültürümüzü ve değerlerimizi hiçe sayalım demiyoruz. Birbirini anlamaya çalışmak demek, illâ edep ve hayâ sınırlarını aşmak demek değildir ki…

Edep, âilevî münâsebetlerde bir sınır veya çizgi olarak kalmalı elbette, ama bir duvara dönüşmemeli…

Aynı hikâyenin, bir de bizim kültürümüzden çıkmış hâli vardır.

Yeni evlenmiş çift, sofrada yemeklerini yemişler. Hanım, beyinden çekinmekte ve yeni tanışmakta olduğu beyine karşı hassas davranmaya çalışmaktadır. Sofrada tavuk olduğunda, yenilen tavuğun kemiklerini eline alıp sıyırmak ister her defasında… Ama bunu beyinin yanında yapıp da onu incitmek veya kendisinden uzaklaştırmak istemez. Bu yüzden sofra kalktıktan sonra gizli gizli, mutfakta, tek başına bu kemikleri eline alıp sıyırır. Bir gün kocasının, âcil bir işi çıkar. Yemeğin yarısında evden ayrılır. Kadın da, nasıl olsa kocam gitti, artık rahat davranabilirim diye bu sefer mutfağa gitmeden sofra başında tavukların kemiklerini sıyırmaya başlar. Tam o sırada kocası, içeri girmiş, hanımını o hâlde görüvermiştir. Kadının bir şey demesine fırsat kalmadan, kocası, sofraya, hanımının yanına oturur ve duygularını dile getiriverir:

“-Ben de ne severim aslında bilir misin, eti sıyırmayı!.. Sana ayıp olmasın diye yiyemiyordum, hadi beraberce yiyelim”

* * *

Bu, eskilerin anlattığı bir hikâyedir. Yeni nesil için muhtemelen çok da anlamlı gelmeyecektir.

“-Bu kadar da olmaz!” deyip bu yaşananları gereksiz bulacaklardır.

Evet, artık eşler, birbirleri ile eskiyle kıyaslanmayacak kadar çok konuşuyorlar. Yıllarca birlikte hayatı paylaşıp konuşmamak/konuşamamak, birbirlerinden çekinmek, anlaşılır bir şey gibi gelmiyor.

Bu tarz bir beraberliğin, her defasında zor ve yıpratıcı olduğu mânâsı da çıkarılmamalıdır. Buradaki konuşmama, gelenekten gelen, nesiller arası öğrenilmiş bir davranıştır. O zamanın bakış tarzıyla, eşlerin birbirlerine verdiği değeri de yansıtır. Saygı, sevgi, fedakârlık ve anlayış vardır bu davranışların temelinde…

Buradan bakıp, bunun problemli bir beraberlik olduğunu, insanların birbirini hiç anlamadığını da söyleyemeyiz. Bilakis bu sayede evde hiç tartışmamış, dolayısıyla birbirine kırılmamış birçok mutlu evlilik de olabilir.

Bir de birbirleri ile konuşmayan, konuşamayan bir başka beraberlik tarzı vardır. O aslında ilgisizlik tarzıdır: Gürültü patırtı yoktur. Ama orada kalp de yoktur. Sevgi ve muhabbet de yoktur. Aslında evlilik yoktur!..

* * *

Evlilikte eşlerin birbirleriyle güzel ve yapıcı bir üslupla konuşmaları, elbette anlayış ve uyumu artıracaktır. Karşılıklı duygu ve düşüncelerin ne olduğu, muhatabın nasıl bir davranış beklediği, ne yaptığında nasıl anlaşıldığı daha çabuk ortaya çıkacaktır. Böylece gereksiz kırılma ve incinmeler, evliliği zorlaştıran ayrılık ve zaman kaybı önlenecektir.

Konuşmak sâyesinde kadın ve erkek birbirini daha kolay tanır. Karşı tarafın duygu ve düşüncelerini, ihtiyaç ve beklentilerini keşfetmek için deneme-yanılma yolunu kullanmak, hem daha zahmetli ve hem de verimsizdir. İki taraf da birbirlerine kendilerini, olduğu gibi anlatabildikleri zaman daha hızlı ve güvenli bir şekilde birbirlerini tanımış olurlar.

Evlilikte “muhâtabımızın yerine düşünmek ve onun için bir şey yapmak” son derece iyi niyetle yapılmış bir davranış olabilir. Ancak bu tahminî davranışın, her zaman isabetli olması mümkün değildir. Çünkü erkeklerin bakış açısı, öncelik ve ihtiyaçları ile kadınlarınki farklıdır. Bu yüzden bu farklılığı, bir engel olmaktan çıkarmak için ağzımızdaki baklayı çıkarmak ve “konuşmak” gerekir.

Sonuçta eşi adına bir şey yapmak, ekmeğin köşesi misalinde olduğu gibi, gereksiz yere eziyete dönüşebilir. Niyetin iyi olması, o davranışı da doğru yapmaz. Elbette niyet güzel ise, fedakârlık da güzeldir; ama buradaki gibi boşuna girilen bir meşakkat ve çift taraflı anlamsız bir hâle dönüşebilir.

İşte eşler arasında çıkan tartışmaların, anahtar cümlelerinden birisi gelir karşımıza:

“-Ben senin için neler yaptım, ama sen anlamadın!” diye dert yanar bir taraf…

Diğer taraf da:

“-Ne yapmışsın ki?” diye öfkelenir.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Her insan farklıdır; zevkleri, alışkanlıkları, duygu, düşünce, istek ve hayalleri… Çevrenizde gördüğünüz diğer âilelerden örnekler alıp eşinizi mutlu etmeye çalışmak yerine, “eşinizin neden mutlu olduğunu veya onu neyin mutsuz ettiğini” bizzat kendisine sorun. Böylece hem onu anlamanız daha kolay olacaktır, hem de kendi mutluluğunuz…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle