Sehl İbn-i Sa’d es-Sâidî -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Fâtıma -radıyallâhu anhâ- annemizin evine uğramıştı. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ı evde bulamayınca:
“-Amcaoğlu nerede?” diye sordu. Fâtıma -radıyallâhu anhâ-:
“-Aramızda bir tartışma (!) oldu. Bunun üzerine bana kızdı ve çekip gitti.” dedi.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birini:
“-Hele bir arayıver nereye gitmiş?” diye Hazret-i Ali’yi bulmak için gönderdi.
“-Mescidde yatıyor!” diye haber verilince, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Ali’nin yanına vardı ve:
“-Kalk ey Ebû Turâb, kalk ey Ebû Turâb!..” (yani toprak babası) diye seslendi.
Sehl der ki: Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’nin en çok sevdiği ismi bu isimdi.
* * *
Yukarıdaki hadîs-i şerîften anlıyoruz ki, Hazret-i Ali Efendimiz’le, Hazret-i Fâtıma Annemiz arasında âilevî sebeplerden bir tartışma yaşanmış ve Hazret-i Ali, öfkesini dindirmek için mescide gelerek toprağın üzerine uzanmış. Peygamber Efendimiz, eşlerin arasına girmemiş ve Fatıma annemize işin detayını sormamış. Hazret-i Ali’nin yanına gelerek, onun içinde bulunduğu hâlet-i rûhiyeye göre ona latîfe yapmıştır.
Belki en az değinilen konulardan birisidir, başlığa taşıdığımız mesele… Eşler arası her türlü edepten bahsetmek mümkün de, acaba “Tartışmanın, münâkaşanın da bir edebi olur mu?” diye aklınıza gelmesin. Evet, eşler arasında yaşanan tartışmaların da bir edebi vardır, olmalıdır.
İnsan, zaafları ile insandır. Kusursuzluk, insanî bir özellik olmadığı gibi, kusurları bertaraf etmek veya en azına indirmeye çalışmak da insanın gayelerinden biri olmalıdır.
Evliliklerin birtakım dönemlerinin olduğunu hepimiz biliriz; bunları ana hatları ile evlilik öncesi ve evlilik sonrası diye ayırmak mümkündür. “Evlilik öncesi” diye ifade edilen dönem, nişanlılık sürecidir. Bu dönemde eş adayları, birbirlerine karşı olabildiğince hassas ve fedakâr davranmaktadırlar. Karşı tarafı kazanma isteği, her iki tarafta ağır basan duygudur. Aynı zamanda aşırı hassasiyet, bazen gerçek kimliklerin ortaya çıkmasını da engelleyebilmektedir. İki taraf birbirine alıştıkça, zaaf ve eksiklerini de görmeye başlar. Yüksek bir hassasiyetten, bir anda beklenmedik hayal kırıklıkları oluşabilir. O yüzden karşımızdaki insanla alâkalı karar verirken mutlaka büyüklerimizin fikri sorulmalı ve dışarıdan bir gözün değerlendirmelerini dikkate almalıyız.
Evlilik sonrası dönem ise, daha çok hayat mücâdelesinin beraber göğüslendiği, sevinçlerin ve sıkıntıların birlikte yaşandığı, iki tarafın âilelerinin devrede olduğu kaynana, kaynata ve diğer akrabaların da iştirâk ettiği daha geniş bir çevreyi içine alan bir birlikteliktir. O yüzden bu dönemde eşlerin, önceki döneme nazaran daha fazla fedâkâr olması ve her türlü olumsuzluğa karşı birbirlerini daha çok desteklemeleri gerekmektedir.
Evlilik öncesi yaşanan duygusal yakınlıkları, hırçın akan bir sele benzetebiliriz. Bu duygu yoğunluğu, evlendikten sonra kendini bulur; sevgiye ve saygıya dönüşür. Çocuklar olur ve sevgiler âdeta âile fertlerine taksim edilir. Anne, çocuğuna sevgisini verirken, çocuğunun babasına olan muhabbetinin bir kat daha artması gerekir. Baba da çocuğunu severken onun annesine hep bir minnet duygusu içerisinde olması gerekir.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, insanın muhtelif zaafları vardır. Bu zaafları, evlilik hayatında eşler birbirine yardımcı olarak izâle etmeye veya avantaja dönüştürmeye çalışmaları gerekir. Eşler arası ilişkilerin sınırını Allah ilâhî kelamı ile çizmiştir:
Eşler, birbirlerinin zevc ve zevceleri olmakla beraber aynı zamanda birbirlerinin din kardeşidirler. Bu yönleri ile “Şüphesiz mü’minler kardeştirler…” (el-Hucurât, 10) âyet-i kerimesinin muhatabıdırlar.
Yüce Rabbimiz, erkeklere hitâben; “…Onlarla (kadınlarla) iyi geçinin...” (en-Nisâ, 19) âyet-i kerîmesi ile hanımların hassas yapılarına dikkat çekmiş ve kendileri ile iyi geçinilmesine dikkat çekmiştir.
En başta eşler, “birbirlerinin velisi” (et-Tevbe, 71) terbiye edicileri olduklarını unutmamalıdırlar.
Birbirlerine “Allâh’ın birer emâneti” oldukları husûsu, âyet-i kerîme (el-Hucurât, 13) ile ifade edilmiştir.
Birbirleri için ömür boyu bir yardımcı, destekçi ve nesillerinin devam etmesi için Allâh’ın takdir buyurduğu birer vâsıta olduklarını unutmamalıdırlar.
Sevinç ve kederlerini paylaştıkları ve bu vesîle ile hayatlarına değer kattıkları birer “hayat ortağı” olduklarının farkında olmalıdırlar.
Ev ortamında eşlerin birbirleri ile zaman zaman diyalog problemleri çıkabilir. Yanlış anlamalar, o anlık isteklere cevap verememe yahut bilinçli/bilinçsiz tekrar eden bir hata içerisinde olunabilir. Temel taşları sarsacak vasıfta olmadıkça bu ve benzeri anlık öfkeler kolay geçiştirilmeli ve fedakârlık duyguları ile bunlar büyütülmemelidir.
Eşlerin evlilik akitlerini zedeleyici hususlar veya telafisi mümkün olmayan hatalar meydana geldiğinde ise Allâh’ın izin verdiği evliliği bitirme ruhsatı (boşanma) devreye girebilir. Ama bu en son merhaledir. Artık bir zaruret hâlini alan boşanmada da ayıplanacak bir yön yoktur.
Ancak tartışma veya münakaşa dediğimiz durumlarda, eşler işin mecrâsını kontrol altında tutmalı ve sonradan pişman olacakları söz ve fiillere girişmemelidirler.
Eğer eşler bir konuda anlaşamayıp aralarında tartışma çıktıysa şu hususlara dikkat etmek gerekir:
Şiddet uygulama, iki tarafın aklından bile geçmemelidir. Anlaşmazlıkların temelinde genellikle iletişimsizlik vardır. Göz teması, el teması, sıcak bir gülümseme karşılıklı muhabbeti derinleştirir.
Tartışırken sabırlı olmalıdır. Eşinizin problemini dinleyin ve sâkin bir şekilde meseleyi anlamaya çalışın. Kesinlikle eşinizi suçlayarak konuşmaya devam etmeyin.
Eşinizin kendisini savunmasına fırsat verin. Ve derdini anlatırken sözünü kesmeyin. Problemin konuşulduğu esnada, “sen zaten hep böylesin, bu senin karakterin” gibi şahsiyeti rencide eden ifadeler kullanmayın.
Cevap yetiştirmeye çalışmayın. Problemin kendisini merkeze koyun. Eşinizin ortaya koyduğu problem, her ne olursa olsun önemseyin. Ve kesinlikle geçiştirici sözler söylemeyin. Bu sorunu çözmez, derinleştirir.
Eşinizle tartışırken bile onun çok kıymetli olduğunu, bu konunun da çözülebileceğini hatırlatın. Konuşurken el-kol hareketlerinden kaçının.
Tartışırken o konuyla alâkalı düşüncelerinizi ifade edin. Eski konuları gündeme getirmeyin. Eşinizin âilesini konuya dâhil etmeyin. Tartışırken yemin etmeyin. Yemin, o an sizi inandırıcı kılmaya yetmeyebilir.
Tartışmanın kızgınlığı ile evi terk etmeyin. Zira eve döndüğünüzde kaldığınız yerden devam etme ihtimaliniz vardır. Yapabiliyorsanız, sinirler iyice yükselmeden o ortamı, problemi çözmek için dönünceye kadar terk edin. Eşinize, eve geldiğinizde gönlünü alacak bir hediye alın.
Tartışmanız şu veya bu sebeple bir dargınlık doğurabilir. Dargınlığınızı kan davasına dönüştürmeyin. Barışmanın yollarını arayın. Bir gül eşliğinde içten bir gülümseme, sevgi dolu bir bakış, içinde boşanma potansiyeli olan pek çok dargınlığı tatlıya bağlayabilir.
Kısaca, tartışırken karşınızdakinin sizin eşiniz, hayat yoldaşınız, çocuklarınızın anne veya babası, sizin velîniz, Allâh’ın bir emâneti, yardımcınız, rızıklarınızı paylaştığınız, sevdiğiniz bir insan olduğunu unutmayın.
DUÂMIZ
Nikâh Duâsı
“Allâh’a hamd olsun. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’e, âl ve ashâbına salât ve selâm olsun. Nefsimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allâh’a sığınırız. Allah’tan başka ilâh olmadığına ve O’nun ortağının bulunmadığına şehâdet ederiz.
Hazret-i Muhammed’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna da şehadet ederiz.[1]
Allâh’ım! Bu evlilik akdini mübârek eyle. Bu çiftler arasında ülfet/geçim, sevgi ve evliliklerinde sebat nasip eyle, aralarında nefret, geçimsizlik ve ayrılık kılma.
Allâh’ım! Bu çiftlerin arasında Âdem -aleyhisselâm- ile Havvâ; Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ- ve Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ile Hazret-i Fatıma -radıyallâhu anhâ- arasındaki var olan ülfet, geçim ve kaynaşmayı ihsan eyle.
“Allâh’ım! Bu çifte sâlih çocuklar, uzun ömürler ve bol rızık ihsan eyle. Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allâh’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.”[2]
“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, güzellik ve nimet ver, âhirette de iyilik, güzellik ve nimet ver ve bizi cehennem azabından koru.”[3]
“Senin izzet sahibi Rabbin; onların isnat etmekte oldukları şeylerden yücedir, münezzehtir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur.”[4]
[1] Bkz: Ebû Davud, Nikâh, 33; İbn-i Mâce, Nikâh, 19; Tirmizî, Nikâh, 16
[2] el-Furkan, 74.
[3] el-Bakara, 2/201.
[4] es-Saffat, 180-182.
YORUMLAR