“-Evinize bir kadın alın. Ayda birkaç kez gelir, dip bucak temizlik yapar, misafir geleceği zaman pasta-börek yapar, misafirlerinize ikramda bulunur.”
Çalışma hayatı, minik bebeğim, ev işleri derken her şeye yetişmeye çalışıp da yetişemeyen bir hanım durumuna düşüverince, arkadaşımın bana tavsiyesi bu idi.
“Kadın almak” kelimelerini inceleyince ürkütücü bir mânâ çıkıverdi hemen. Satın alınan bir varlık var ve bunu satın alıyorum gibi geldi. Köleler satın alınırdı ya, şimdi de kadın alınıyordu demek. “Kadın almak” sözü biraz ağır değil mi dedim?
“-Duygusal olma, ne alâkası var!” dedi. “Sen bilmiyorsun, şimdi ev hanımlarının bile evlerine kadın geliyor. Zengin muhitlerinde bir hanımın evini kendisinin temizlemesi, yadırganıyor:
“-Aaa! Senin hâlâ kadının yok mu?!” diye kınar gibi şaşkın bakıyorlar.”
“-Demek, ev hanımları da keyfinden kadın alıyorlar.” dedim.
“-Tabiî ki, devir değişti artık canım!” dedi.
Gerçi ben de geçen yıl umrede, umrecilerimden işitmiştim. Zengin muhitlerde oturan hanımlar, kendi aralarında konuşuyorlardı. Bulundukları sitede her eve gelen bir kadın varmış. Kullandıkları kelime bu olduğu için ben de aynını söylüyorum; değilse pek de sevmedim bu tâbiri. “Kadınlar kadın alıyorlar.” Ne âlâ!..
Arkadaşım:
“-Zenginliğin alâmeti nedir?” dedi.
“-Nedir?” dedim, “Bilemedim!..”
“-Yanında ne kadar adam çalıştırdığındır.” dedi.
“-İşlerini tek başına yapabiliyorsa bir insan, yine de yanında birilerini çalıştırmalı mıdır?”
“-Cimri olma!..” dedi arkadaşım. “Onlar çalışsın, sen gez, alışveriş yap. Sosyal projelere katıl.”
“-Sosyal projeler mi, kişinin evi ile ilgilenmesi daha elzem değil mi?”
“-Öyle şey mi olur? İnsanlar sebeplensin senin parandan, fırsat ver!..” dedi.
Bu sohbet beni epey düşündürdü. Sosyal güvencesi olmayan işler bunlar; bebek bakıcılığı, evlere temizliğe gitme, merdiven silmek vb. Bu kadınların işlerini kaybetmesi çok kolay. Çalıştıklarının karşılığını almaları da vicdana kalmış.
Emir üstüne emir yağdırıyor hanım, yanında çalıştırdığı, toplumun bildik tâbiri ile “aldığı kadına”…
“-Şunlar yıkanacak, ütülenecek, silinecek süpürülecek… Bütün işler akşama kadar bitecek!..”
Son hızla çalışmalı ki, hepsini bitirebilesin. Eve hizmet için giden hanım, işi bırakabilir.
“-Neden bırakmıyorsun?” diyorum.
Çok ihtiyacı olduğunu söylüyor.
“-Kendi câmiasındaki bütün kadınları tanıyor, eğer beni işe almalarını istemezse kimse işe almaz. Birçok çalışanına iftira atıp hem işten çıkardı, hem de kimsenin yanında iş bulamasınlar diye bütün îtibarını ortaya koydu. Onun şerrinden korkulur…” diyor.
Böylesi vicdansızlıklar, kurtlar sofrası bu işlerde de oluyor demek!..
Asgarî ücretle fabrikalarda çalışan, sekreterlik, ön muhasebe yapan, çeşitli yerlerde çay ve temizlik işleri ile uğraşan kadınlar var, bir de… Doktor hanımın yanında sigortalı, ama asgarî ücretle çalışıyordu bir hanım… Randevuya erken gittiğim bir gün derdini anlatıyordu:
“-Şu ana kadar kazandığım parayı, oturup da kendim yemedim. Çocuğumun bakıcı parası oldu, yol parası oldu… Sırf sigortası ve ilerde yanıma kalacağını bildiğim emekli maaşını düşünerek çalışıyorum.”
Gencecik bir kız, gece vardiyasına bırakılır mı? Tekstilde çalışıyor kızımız ve patronları gece vardiyasına kalmasını istiyorlar.
“-Çalışan olsa dahî, genç kız olmasının hassasiyetine dikkat edilmeli, değil midir?” denildiğinde de:
“-Çalışanın genci-yaşlısı olmaz. Bizim işlerde pozitif ayrımcılık olmaz! Bizim işyerimizde çalışmaya tâlip olan, bütün bunları göze alıp öyle işe girecek. Çünkü biz kadın-erkek ayırmıyoruz.” zihniyeti ile konuşuyor patronları... Sadece kendisini düşünen bencilce bir yaklaşım olan bu düşünceye “zâlimce” demekten başka hiçbir şey gelmiyor aklıma…
Mesâîye kalıp gecenin onunda servisle eve dönen ve canından bezmiş genç kızların sayısı arttıkça, zorlaşan şartların içine bir de mutsuz insanlar giriyor. Aldığı ücret ve çektiği çileler terazinin kefesine konulsa, çileler ağır basıyor.
Fıtrata muhâlif, işler ve iş şartları, kadınlarımızın, kızlarımızın rûhunda çöller oluşturuyor, ruhlarını örseliyor.
Üniversitelerde okuyan kızlarımız var bir de... Kızlarımız, üniversiteyi bitirir, hemen iş bulsunlar diye duâ ederiz. Okuyan kızlarımız, hele de devlet memuru olurlarsa, daha bir mutlu oluruz. “Hayat şartları” deriz, “Belki kocası hayırsız çıkar, elinde bir altın bileziği bulunsun. Bu zamanda kişi, her şeyi düşünmeli. Evliliklerin birçoğu ayrılıkla sonuçlanıyor. Bu kızlarımızın ayakta durması lâzım!..” deriz. Değerleri değişen, bakış açısı değişen toplumumuzun yanlış düşünce şekillerinden birisi de budur!.. İşi, baştan olumsuzu düşünerek olumsuza bağlamış olduğumuzdan olsa gerek; çalışan kızlarımız, evlilik hususunda daha talihsiz gibidirler.
İşin görünen tarafı bu olsa da, çalışan kızlarımızın tâlibi daha fazla görülse de yine en mutsuz insanlar, bu kızlarımız olur. Çünkü evlenip de çocukları olduğu zaman en çok hırpalanan kimseler, “çalışan anneler” olmakta…
İzmir’de, farklı iş kollarından hanımlarla aldığımız seminerde verilen arada, doktor hanım konuşuyordu:
“-Oğlum dünyaya geldikten ve iznim bitip işe başladıktan sonra, hayatımın en zor günlerini yaşadım. Bir ayda tam üç bakıcı değiştirdim. İşyerinde iken aklım-fikrim oğlumda idi. Eve geldiğimde bir baktım çocuğun altına, bezi değiştirilmediği için altı yara olmuş. Hemen o kadının işine son verdim. Bir diğeri, çocuğumu iyi beslemediği, mamasını tam saatinde vermediği için bebeğim açlıktan çığlık çığlığa ağlıyordu. Üzüntümden az olan sütüm de kesildi. Şimdi bana: «Ne duruyorsun bir tane daha çocuk yapsana!» diyorlar da o günler aklıma geldikçe: «Aman, Allah olmayanlara versin. Benim için çocuk meselesi bitmiştir.» diyorum. Çocuğumu, başka kadınlara bırakıp gitmenin, bende bıraktığı vicdan azâbından psikolojim bozuldu. Psikolojik destek aldım. Hâlâ oğluma baktığım zaman içim acır, üzülürüm. Ev hanımlarına imrenirim. Ne kadar şanslılar, kendi çocuklarının her ânını birlikte yaşıyorlar. Çocukları ile sadece kendileri ilgileniyorlar diye…”
Hemen hemen her evde bir kadın çalışıyor. Artık erkekler de evlenirken çalışan hanım istiyorlar. Eskiden eşleri için:
“-Evinin hanımı olsun, çalışmasın!..” derlerdi, şimdi değişti.
Hayat çok zorlaştı, sadece erkeğin maaşı yetişmiyor. Ev kirası, doğalgaz ücreti, elektrik, su, çocuğun kreşi, anaokulu, servisi, apartman âidatı, mutfak masrafları, arabanın, evin taksidi… Bunlar uzar gider… Hâsılı kadın da çalışsın ki, geçim daha kolay olsun. Kanaat en güzeli iken, ayağını yorganına göre uzatmak en iyisi iken, artık toplumumuz, daha fazla çalışıp kazanmayı öğretiyor kadınına da, kızına da, erkeğine de... Tükettikçe, tükenen insanlar olduk. Tüketmek için çalışıyor da çalışıyor, maddî-mânevî tükeniyoruz.
“Kadın çalışmalı, şartlar bunu gerektiriyor” desek de kocasının emir vermesini kaldıramayan kadın; işyerinde, işvereninin onlarca emrini yerine getirir. Azar işitir, asık suratla karşılaşır. İşini kaybetmemek için bunların hepsini sîneye çeker. Sırf bu sebep bile, kadının kendine ait bir işte değil de başkalarının emrinde çalışmasına karşı olmak için yeterli bir sebep… Rûhunun örselenmesi, kadının fıtratına pek de uygun düşmüyor. Kendi bağında-bahçesine çalışan kadınlar, rûhen daha huzurlular.
Ev hanımları ise, “bir dokunsan bin âh işitirsin” kıvamında... Onlar da çalışmadıklarından dolayı modern toplum tarafından, “işe yaramaz, kendi ayaklarının üstünde duramaz, kocası olmazsa bir hiç” oldukları devamlı hissettirildiği için bir kanatları kopmuş kuş psikolojisinde hayatlarını yaşarlar. Gittikleri bir toplantıda doktor, öğretmen, bankacı vb. çalışan hanımları gördükleri zaman imrenerek bakarlar.
“-Ne kadar güzel, kendi parasını kendisi kazanıyor, koca parasına muhtaç olmuyor!..” derler.
Toplumun ayarları ile ne kadar çok oynanmış!.. Eskiden kadının çalışması, kocaların bir ayıbı olarak görülürken, şimdi kadınların çalışmaması kadınların bir ayıbı imiş gibi gösteriliyor!..
Her ne kadar medenîleşsek de büyük holdinglerde idâreci olan kadın sayısı, üçte bir bile değilmiş. İngiltere’de müdür konumunda olan kadınlar, erkekler gibi düşünüp onlar kadar başarılı olmak için testesteron hormonu kullanıyorlarmış. Çalışan kadınlar, biraz daha erkeksileşiyorlar.
Bir keresinde hanımların tertip ettiği bir “çay”a katılmıştım. Verilen arada istisnâsız yanlarında çalışan kadınlardan bahsediyorlardı. Birbirlerine kadın tavsiye ediyorlar, beceriksiz olan, işten çıkardıkları kadınları ve bunların hikâyelerini anlatıyorlardı.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, vefat etmeden evvel sahabîlerinden, iki şey hususunda hassas olmalarını ister; bunların birisi namaz, diğeri ise yanlarında çalıştırdıkları kişilerin haklarına riâyet etmeleridir. Onların dedikodularını, gıybetlerini yapmak, maalesef işin en yakışıksız olanı…
Alnının teri kurumadan, hak ettiği ücreti vermek... Yediğinden yedirmeye, giydiğinden giydirmeye çalışmak… Ramazanlarda oruçlu oldukları zaman onlara yardım edip işlerini hafifletmek… İbadet etmelerine fırsat vermek… Onların sıkıntıları ile sağlık problemleri ile ilgilenmek… Okuyan çocukları varsa, yardımcı olmaya çalışmak... Yanında çalışan kişiyi kardeşin bilmek... Emir veren, azarlayan, hakaret eden konumunda olmamak; işleri zorlaştıran değil, kolaylaştıran olmak, işverenin en çok dikkat etmesi gerekli hususlar…
En evvelâ işe “kadın almak” kavramını değiştirerek başlamalı... Son derece kibri azdırıcı bir ifade olan bu söz, hiç İslâmî hassâsiyet taşımıyor.
Erkeklerin, çalışan eşlerinin ellerinden ve yüreklerinden tutmaları lâzım... Maddî, mânevî yardımcı olmaları lâzım. Çünkü onları bu kadar meşakkatin içinde yapayalnız bırakmak, bir de kendi ihtiyaçlarının karşılanması için emir üstüne emir yağdırmak; sünnete uygun bir davranış değil… Peygamber Efendimiz’in üslubu bu değil!..
Yere düşen eşyasını kimseden istemeyip kendisi alan Rasûlullah Efendimiz’i düşünüp hangi işlerimizi hangi şartlarda başkalarına yaptırmamız gerektiğini iyi fark etmeliyiz.
Kul hakkı hususunda çok hassas olmak lâzım… Yanımızda çalışan insanların, bizim cennetimiz ya da cehennemimiz olduğunu da iyi anlamak gerekiyor. Peygamber Efendimiz’in kendi yanında ufak tefek hizmetlerini gören Enes bin Mâlik’e nasıl davrandığını iyi anlamalıyız. Posasını çıkarana kadar çalıştırmak, verdiğimiz beş-on kuruşu başa kakıp durmak, işten çıkarmakla tehdit etmek, müslümana yakışmayan tavır ve davranışlar…
Kadınlar evvelâ annedir; hangi iş yerinde çalışıyor olurlarsa olsunlar onların çocuklarının ilk önce düşünülmesi gerekir ki; mübârek Efendimiz, bebeği ağlayan bir kadın rahatsız olur, evlâdının feryâdına dayanamaz diye namazdaki kıraati kısa tutup namazı hemen bitirmiş ve anneye ferahlık vermiştir.
Kadının stresle baş edebilmesi, günümüzde gerçekten çok zor… Psikolojik destek alan hanım sayısı oldukça fazla… Bunun en önemli sebeplerinden biri olarak; kadının nahif ve hassas fıtratına dikkat edilmeden, onun tabiatına pek de uygun olmayan iş gruplarında çalışmasını gösterebiliriz. Kadın merhametlidir, duygusaldır, fedakârdır, şefkat yumağıdır. Bunları bilip bu sahalarda topluma daha iyi hizmet edeceğini dikkate almak, son derece faydalı olur.
Evde evladı başkalarının elinde iken, hiçbir ihtiyacı olmadığı hâlde sırf özgürlüğünü yaşamak adına kadının çalışması da, eli vicdana koyup iyice düşünülmesi gereken, vebal gerektiren bir davranış… İnsanlarımızın önceliklerini iyi belirlemeleri lâzım… Hattâ elzem... Evlât, eş, âile, en önce düşünülmesi gerekli değerler olmalı… Aksi hâlde durum içler acısı…
YORUMLAR