Halk arasında yaygın olarak kullanlan bir deyim var: “Eski toprak”... Söylerken içimizdeki hasretle birlikte sanki bir “âhh!” da yankılanır. Çünkü bir kaybın olduğunu, artık yeniden o eski toprağı ele geçiremeyeceğimizin kaygısını yaşarız.
“Eski toprak” diye vasıflandırdığımız insanlar; mânen ve madden güçlü oluşları, hastalıklara ve hâdiselere tahammülleri, hayata karşı dirençleri ve uzun ömürleriyle gıpta ettiğimiz insanlardır. Onların bu özelliklerinin birçok sebebi olsa da yaşadıkları dönemin, toprağının, havasının, suyunun günümüzdekinden daha saf, daha temiz ve zehirsiz olduğu tartışmasız bir hakikattır. Bizler, sanâyileşme, teknoloji ve taşımacılığıًn ilerlemesiyle her çeşit yiyeceğe, meyveye, sebzeye kolayca ulaşıyor olsak da, daha tabiî gıdalara, gıdaların daha organik olanına ulaşamadığımız ortada... Hem de sahip olduklarımız onlarınkinden daha pahalıya mâl oluyor bize…
Aslında sorgulamamız gereken bunun gibi çok şey var. Öyle ki, günümüzün tüketim medeniyeti, insanın fıtrî iştahını sun’î şeylerle tahrik etmiş; sadece maddeyi ön planda tutan kapitalist üreticiler tatlısıyla-acısıyla, tuzlusuyla-ekşisiyle binbir çeşit yiyecek ve içecek üretmişlerdir.
Tüketim kültürüyle bir robot hâline gelen insan, vücuduna ihtiyacından daha fazla gıda alarak onu taşıyamayacak hâle gelmiştir. Obeziteler, artık azınlık olmaktan çıkarak çağdaş/gelişmiş ülkelerin bir sembolü hâline gelmiştir.
Tabiî ki, bunun sağlık açısından pek çok sonucu ortaya çıkmış; kalp, damar ve şeker hastalıkları büyük oranda yükselmiştir. Bu defa yine kapitalist üreticiler, şişirdikleri bu insanları inceltmek için zayıflama ilaçları, tok tutup acıktırmayan tabletler, bitkisel kaynaklı bir yığın yeni ürünlerle piyasa yapmışlardır. Diğer taraftan da egzersiz, jimnastik ve güzellik salonlarıyla insanlığa büyük hizmetler (!) vermeye başlamışlardır. İşte 90’lı yılların ülkemize getirdiği, özellikle de çocukların ve gençlerin yeni alışkanlıkları: “Fast Food”!.. Kalorisi, yağı, şekeri çok yüksek, besin değeri düşük, kolay bir beslenme tarzı...
Bu tür alışkanlıkların zararları görüldükçe bu gidişâta “Dur!” diyebilmek için eskiye doğru bir akım başlasa da maalesef bu yöneliş, henüz çok yetersiz. Albenili reklâmların ve aldatıcı sloganların arkasından giden çoğunlukla, başa çıkmak gerçekten zor gibi...
Böyle devam ederse, Allâh’ın bize sunduğu aynı gıdanın beslenme değerinin, 100 yıl önceki insana sunulan gıdaların beslenme değerinden kat be kat aşağılarda olacağı da bir gerçek!.. Öyleyse bu hususta acele etmeli, âcil önlem paketleri ile duruma en yetkili kimseler tarafından ve âcilen el konulmalı.
Eski toprak gibi olmak, ne yeterli ve dengeli beslenme kurallarına uymak ne de beslenme piramitlerini ezberlemekle oluyor. Ancak eski toprağa kavuşmakla mümkün olabiliyor. Ama bu sefer, mecaz mânâsıyla değil, gerçek anlamıyla eski toprak… Yani, topraktan gelen insanı besleyen toprak, kendini toprağa verecek olan toprak…
İşte o toprak:
Modern tarım metotlarıyla üzerinde deneme-yanılma yapılmamış toprak,
Sun’î gübrelerle terkîbi bozulmamış toprak,
Kimyevî maddelerle kirlenmemiş toprak,
Atık ve zehirli sular emmemiş toprak,
Zaman içinde erozyonla aşınmamış toprak,
Vakti gelince dinlendirilmiş toprak,
Velhâsıl eski toprak olmalı…
Rabbimiz hepimize, hizmetimize sunduğu bu tertemiz tabiatı, tabiîliğine uygun olarak kullanmayı ve böyle topraklarda yetiştirilmiş ürünlerle rızıklanmayı nasib eylesin.
* * *
2011’de, şu 11 alışkanlıktan hangilerini yapabilirsiniz?
Bunlar, sağlığımız açısından en önemli pratikler aslında...
- Acıkmadan yemeyin. Acıkmak, bir öğünden sonra genellikle 6 saat geçmekle başlar. (Çocuklar ve hastalar hâriç)
- Gün boyu açlığınızı bir şeylerle (kraker, bisküvi vs.) geçiştirmeye son verin. İlle de yiyecekseniz kuru veya yaş meyve en ideal olanıdır.
- Her sabah aç karna 21 kuru üzüme devam edin.
- Ne olursa olsun suyu ayakta içmemeye çalışın.
- Haftada en az bir kere taze balık yiyin.
- Açık havada her gün yarım saat yürüyün. En azından eve gelirken… Ya da eve giderken araba kullanmayı azaltabilirsiniz.
- Marketten alışveriş yaparken ambalaj bilgilerini okuyun. (Özellikle üretim ve son tüketim tarihlerine bakın.)
- Günde en azından bir öğünü, bütün âile fertleriyle birlikte, hoş sohbet içinde yiyin.
- Çocuklarınıza “yemeği yersen sana şeker, çikolata, gofret vb. vereceğim!” vaatlerini artık unutun.
- Ayda en azından bir gün bir dostunuzu yemeğe çağırın. Ya da bilhassa pişirdiğiniz bir ikramı çocuğunuzla sevdiklerinize ve komşularınıza gönderin.
- Sofra duâsını acele etmeden mutlaka yapın veya yaptırın.
Bu alışkanlıkları hepimiz biliyoruz. Fakat acaba devam ettirebiliyor muyuz? Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “az, ama devamlı amelin daha makbul olduğunu” ifâde buyurmuşlar. İnşâallah, hepimiz bu kıymetli ve kolay nasihatlere uyarız.
YORUMLAR