İnsanoğlu, sosyal bir varlıktır. Her dâim birbirine ihtiyaç hâlinde olup acılarını paylaştıkça azaltan, sevinçlerini paylaştıkça artıran bir canlıdır. Bununla birlikte doğuştan veya sonradan oluşan engeller/hastalıklar ise, birlik ve beraberlik içerisinde, dayanışma ile aşılabilecek imtihanlardır. Nitekim bir adet “bir”, yine bir iken; dört tane bir, yan yana gelip birlikte olursa bin yüz on bir olur. Bir elin nesi varken iki el, birlikte ses çıkarmaktadır.
Çeşitli sebeplerle bedenî veya zihnî yeteneklerini kullanamayıp destek ve rehabilitasyona ihtiyaç duyan her kişi, “engelli” olarak tarif edilmektedir. Engelliliğin varlığı, insanlık tarihiyle birlikte başlamış, bakım ve rehabilitasyonu uzun yıllar içinde ilmî ve kültürel gelişmelerle doğru orantılı olarak ilerlemiştir.
Dünya Tarihinde Engellilik
Engellilik, kadîm medeniyetlerde çok farklı karşılanmış, bazı medeniyetlerde engelli kimselere türlü yorumlar yapılarak eziyet edilmiştir. Meselâ çok tanrılı (pagan) dinlerin hâkim olduğu toplumlarda; engelli bir çocuğun içinde bulunduğu âileye, işledikleri bir suçtan ötürü tanrılar tarafından cezâ olarak verildiği düşünülmüştür. Bu yüzden engelliye yardım etmek, Tanrı’nın gazabını çekmek mânâsına geleceği için engelliler dışlanmış, kendilerine hiçbir şekilde yardım edilmemiş, hattâ şehir dışlarına sürülmüş, yalnızlığa ve ölüme terk edilmişlerdir.
Ortaçağ Avrupa’sında, engelli insanların yok edilmediği, ancak kötü ve zor işlerde çalıştırıldığı görülmüştür. Hor görülüp aşağılanan engelliler, su depolarında hayvanların yerine işe koşulmuş, fuhuş ve dilencilikte kullanılmıştır. Engellerinden dolayı “içlerine şeytan kaçtığı” düşüncesiyle onlar için şeytan çıkarma âyinleri düzenlenmiş; hastalıklarının geçmemesi durumunda öldürülerek şeytanın ortadan kaldırıldığına inanılmıştır. Bir misal olmak üzere, Avrupa toplumlarında cüzzam hastalığına yakalananların aynı kolonilerde yaşamalarına müsaade edilmiştir.
Yine Ortaçağ Avrupası’nda bazı zihnî engellilerin hastalık belirtisi olan birtakım söz ve davranışlarından korkulmuş; onlara kutsallık atfedilerek tabiatüstü varlıklar olarak kabul edilmiştir.
Roma İmparatorluğu’nda yeni doğan bebeğin veya küçük yaşlarda engelli olduğu anlaşılan çocukların, babaları tarafından öldürülmesine izin verilmiştir. Ancak daha sonraki yüzyıllarda “engelli hakları” aşamalı olarak gelişmiş ve babaların, engelli evlâtlarını öldürmelerine izin veren yasa, M.S. 4. yüzyılda kaldırılmıştır. Hatta daha sonraki yıllarda, İstanbul’da bedenî engelliler için “Yaşama Evi” yaptırıldığı, belgelerde tespit edilmiştir.
Tevhid Dîni’nde Engellilik
Milattan önce 11. ve 12. yüzyıllarda eski Mısır’da engellilerin toplumdan dışlanmaması için, okullarda okutulan ders kitaplarında engellilere davranış ahlâkı içeren konular işlenmiş, bu kitaplarda şu ifadelere rastlanmıştır:
“Bir körle gülüp alay etme! Bir cüceyi aşağılama! Ağır felçli bir insanın durumunu daha da zorlaştırma… Tanrı’nın yarattığı zekâ engelli bir insanla alay etme.”
Okullardaki eğitimin yanında, toplumla kaynaşmaları için görme engelliler, bayramlarda ve kültürel toplantılarda şarkıcı ve müzisyen olarak vazifelendirilmiş, böylece halkın onları dışlaması önlenmiştir.
İslâm Dîni’nde ise, insana “yaratılmışların en şereflisi” olarak saygı duyulmuş; insanlara tepeden bakmamak, tevâzu sahibi olmak, nezâket ve kibarlık, bizzat Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilmiştir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hayat boyunca engelli insanları toplumdan ayırmamış, onları himaye etmek ve ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra, toplum sevk ve idaresinde onlara çeşitli vazifeler vermiştir. Onlardan müezzin, sancaktar ve şehir devletinin idaresinde vazifeli kimseler seçmiş, onlara yardım ve destek hususunda da birçok hadîs-i şerîf îrâd etmiştir. Meselâ:
“Bir âmâyı kırk adım götürene Cennet vâcip olur.” (Ebû Nuaym, Hilye, III, 158; Beyhakî, Şuab, X, 95) hadîs-i şerîfi bunlardan bir tanesidir.
İslâm’ın bu şefkat, merhamet ve hoşgörüsünü hayata tatbik eden müslümanlar, bedenî ve rûhî hastalıklar için çeşitli hastahâneler kurmuşlar, bunları finanse etmek için de güçlü akar kaynakları bulunan vakıflar tesis etmişlerdir.
Rûhî/psikolojik rahatsızlıklar üzerinde de pek çok çalışma ve araştırmalar yapmışlar, tıbbın bu sahasında yüz yıllar boyu tatbik edilen usûl ve esaslar geliştirmişlerdir. Bunlardan ilk akla gelen, İbn-i Sînâ’nın “Kitabu’ş-Şifâ” adlı eseri ve Ebû Bekir Râzî’nin, melankoliklerin meşguliyetle tedavi edilmeleri üzerine yazmış olduğu yazılar ve yaptıkları çalışmalardır.
Zihnî engellilerin tedavi yöntemlerinde ilk kurumsal yapılar, Selçuklularda oluşturulmuş; özellikle akıl hastalıklarını müzik ve su sesiyle tedavi etmeleri çığır açmıştır. Osmanlı Devleti’nde, Osmanlı saray hekimi Mûsa bin Hamun, diş hastalığı ve çocuk psikolojisi hastalıklarını iyileştirmede dahî müzikle tedavi metodunu kullanmıştır.
Osmanlı Devletinde Özel Eğitim
Altı asır dünyaya adâlet ve merhametle hükmetmiş Osmanlı Devleti’nde de bu hizmetler artarak devam etmiş, engelli ve hastalar için sayısız vakıf ve rehabilitasyon merkezleri açılmıştır. Özellikle cami ve pazar yerlerinin yanında “Bîmarhâne: Bakımevi” isimli kurumlar yaptırılmış, yaşlı ve engellilere, şehrin merkezinde, sosyal hayattan kopmadan barınma, tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri verilmiştir.
Dört yaşında sıbyan mektepleriyle başlayan eğitimde, işitme ve konuşma engelli çocuklar da ihmal edilmemiş; Sultan II. Abdülhamid döneminde “bî-zebanlar” adıyla bu çocuklar için özel merkezler açılmıştır. 1891’de buna “Âmalar” sınıfı da ilâve edilmiştir.
Mektepte Türkçe ve Fransızca okuma-yazma dersleri yanında hüsn-i hat, matematik ve meslekî eğitim ile en çok kullanılan kelimeleri telaffuz ettirmeye yönelik “Konuşma Dersleri” okutulmuştur.
Farklı yaş aralığındaki bedenî engeli bulunan öğrenciler, okula giderken zorluk yaşamasın diye mektebe özel kıyafet uygulaması yapılmış; böylelikle halkın ve yoldaki araçların onlara yardımcı olması sağlanmıştır. İşitme ve görme engelli çocuklar, kol kola girdirilerek birbirlerini ikmal etmeleri öğretilmiş, ulaşımda tramvay kullanan çocuklar için indirimli bilet uygulaması başlatılmıştır.
Ülkemizde sosyal yardımların devlet tarafından müesseseleşmesi, II. Abdülhamid Han döneminde, “Dârü’l-Hayr-ı Âlî: Yüksek Hayır Kurumu”nun kurulması ile başlamıştır. Meşrûtiyet döneminde ise, kimsesiz çocuklar için “Dâru’l-Eytam: Yetimler Evi” açılmıştır. 1917’de bu müesseselerin yetersiz kalması üzerine “Himâye-i Etfâl Cemiyeti: Çocuk Esirgeme Kurumu” kurulmuştur.
İnsanların kendi maîşetini kendileri kazanarak başkasına muhtaç olmama hususuna önem veren Osmanlı Devleti’nde herkesin üretime katkıda bulunması sağlanmış, görme engelliler; medreselerde hocalık, câmilerde müezzinlik ve mevlithanlıkla vazifelendirilmiştir. Ayrıca matbaalarda mürettiplik (dizgicilik) işlerinde istihdam edilmiş; işitme ve konuşma engelliler ise daha çok Babıâlî’de odacılık ve hademelik gibi işlerde çalıştırılmıştır.
Engellilere yönelik hizmetler, Osmanlı’nın ilk dönemlerinden itibaren başlamışken Batı’da ise engellilere yönelik eğitim faaliyeti, ancak 16. yüzyılda kurumsallaşmaya başlamıştır. Bu faaliyetlerin ilki, “Görme Engelliler Okulu” olmuş, bunu 1550 yılında Paris’te açılan “İşitme Engelliler Okulu” takip etmiştir
Bedenî engellilerin tıbbî ve ortopedik bakımları ise, 16. yüzyılda İsviçre’de açılan klinik ve rehabilitasyon merkeziyle; zihnî engellilerin ise, anlaşma zorluklarından dolayı 1820’de Almanya’da görülmüştür.
2018 Yılı Yasal ve Sosyal Hakları
Günümüzde “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!” anlayışıyla “Sosyal Devletçilik” alanında büyük atılımlar yapılmış, özellikle 1994 yılından sonra engelli fertlerin hayatlarını kolaylaştıracak haklar artırılmıştır. Bunların başında, öncelikle verilen düzenli maaşlar gelmektedir:
% 40 ve üzeri engelli raporu bulunan ve sosyal güvencesi olmayan bütün fertler; hane içi kişi başı gelirin 483 TL’nin altında olması durumunda; üç ayda bir 1.197 ile 1.796 TL arası engelli maaşı almaya hak kazanmaktadırlar.
Raporunda “Ağır Engelli” ibaresi bulunan fertler, hâne içi kişi başı gelirin 967 TL’nin altında olması durumunda 1.068 TL evde bakım parası almaktadır.
Bununla birlikte şehir içi belediye otobüslerini ve metro seferlerini ücretsiz; devlet ve deniz yollarını ise indirimli olarak kullanabilmekteler.
Raporunda “Ağır engelli” ibaresi bulunan fertlerin refâkatçileri için de şehir içi ulaşımdan ücretsiz faydalanma hakkı bulunmaktadır.
“Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir.” maddesi gereğince, kamu ve özel sektörde 50 veya daha fazla personel çalıştıran firmalar için % 3 engelli kadrosu açılma zorunluluğu vardır.
Devlet Personel Başkanlığı’nca, EKPSS-Engelli memur alımı yapılmaktadır.
“Engelliler için, yeteneklerine göre mesleğini seçme ve bu alanda eğitim alma hakkı kısıtlanamaz.” maddesince İŞKUR, MEB, SHÇEK ve yerel yönetimler tarafından meslekî eğitim programları uygulanmaktadır.
Zihnî yetersizliği bulunan çocukların eğitimine yönelik ise:
a-Özel eğitim hakkı. MEB, özel eğitim mevzuatı gereğince kaynaştırma sınıflarıyla eğitimlerini her tür resmî ve özel okullarda tamamlama hakları,
b-Özel eğitime ihtiyaç duyan öğrencilerin okullara ücretsiz taşınma hakkı,
c-MEB ve ÖSYM sınavlarında engelliler için kolaylıklar sağlanması,
d- Fizikî çevrenin bedenî engelliler için ulaşılabilir ve yaşanabilir şekilde çevre düzenlenmesi ise, îmar yasasıyla zorunlu hâle getirilmiştir.
Bunların yanında, Allah Teâlâ’nın insanları “biricik/orijinal” kul olarak yarattığı gerçeğiyle, toplumun saygı, sevgi ve yardımlaşarak yaşaması esastır. Yaratılıştan veya sonradan oluşan hastalık veya engellilik ise, insanın tasarrufunda bulunmayan, Allâh’ın takdir ettiği özel bir durum olması sebebiyle, “sormadan-sorgulamadan” özenle davranmayı gerektirir. Engelli kimseler, kendi husûsî durumları sebebiyle daha hassas ve kırılgan olabilmektedirler. O yüzden onlarla iletişimde çok daha dikkatli olunmalıdır. Bunun için şu hususlara âzamî riâyet tavsiye edilir:
a-Müsaadeleri olmadan engel durumları sorulmamalı; kimin ve neyin buna sebep olduğu öğrenilmeye çalışılmamalıdır.
b-“Geçmiş olsun!”, “Üzülme!” gibi klişe ifadelerle onları incitmek yerine; eşit hayat haklarına saygı göstererek, önlerine çıkan engelleri ortadan kaldırmalıdır.
c-Evli ve çocuklu ise, evlilik hayatları sorgulanmamalı, onların da anne-baba olabilmesi yadırganmamalıdır.
d-Yardım etmeden önce; “Size yardım edebilir miyim?” diye sorulmalı. Yardım istenildiği takdirde, “nasıl yardım edilebileceği” öğrenilip öyle destek olunmalıdır.
e-Görme engelli biriyle konuşulurken bulunulan ortam ve yol tasvir edilmeli; işitme engelli biriyle konuşulurken yüz yüze olunmalıdır. Ki, bu sayede o, dudak okumasını yapabilsin ve söylenenleri duymasa da tahmin yürütebilsin.
f-“Tekerlekli sandalyeye” ya da “yatağa mahkûm” gibi yargılayıcı ifadeler kullanılmamalıdır. Zira engellilik, bir suçun sonucunda oluşan bir “mahkûmiyet” değildir.
g-Çalışma ve iş hayatında eksik noktalarından daha ziyade, üretken ve pozitif olduğu noktalara değinmek, onları daha mutlu ve güçlü kılacaktır.
İnsan olmak, insanca davranmak ve insanları incitmemek; en önemli vazifemizdir.
YORUMLAR