Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kâinât var edildiğinden beri Allah tarafından yaratılmış olanların ve kıyamete kadar bütün yaratılacak olanların en güzeli ve en üstünüdür.
Nitekim İmam Kurtubî’ye atfedilen bir rivâyette, bu gerçek şöyle anlatılmaktadır:
“Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazretleri’nin hüsn-i cemâli, tamamen zâhir olmamıştır. Eğer vücudunun bütün güzellikleri olanca hakîkati ile görünse, ashâbı, O’na bakmaya takat getiremezlerdi.”
O muhteşem güzelliği târif sadedinde Câbir bin Semüre -radıyallâhu anh- şöyle demektedir:
“Mehtaplı bir gecede, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i al bir elbise ile gördüm de; mukayese için bir O’na baktım; bir de Ay’a… Vallahi, bence O, Ay’dan daha güzeldi.”
Peygamber Efendimiz’in amcasının oğlu İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ- ise; “Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem’in ön dişleri hafifçe seyrek olduğundan; konuşurken, ön dişleri arasından nûr dökülüyor gibi görünürdü.” demektedir.
Hazret-i Âişe Annemiz de şöyle demiştir:
“Geceleri, Rasûlullâh’ın yüzü o kadar nûr saçardı ki, sîmâsı Ay’ın ondördüne dönerdi. Gecenin karanlığında ipliği, iğneye O’nun yüzünün aydınlığında geçirirdim.”
Peygamber Efendimiz’e bütün varlığıyla teslim olmuş hanımlardan biri olan Hazret-i Âişe Annemiz, O’nda müşâhede ettiği güzelliği Hazret-i Yûsuf ile kıyaslar:
“-Yûsuf -aleyhisselâm-’ı gören kadınlar, (fark etmeden) ellerini kestiler. Eğer onlar, Rasûlullâh’ı görselerdi, ciğerlerini doğrarlardı da haberleri olmazdı.”
Peygamber Efendimiz’in özel yetiştirdiği kimseler olma şerefine eren Ashâb-ı Suffe’nin seçkinlerinden Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, Allah Rasûlü’nü şöyle tasvir eder:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den daha güzel hiçbir şey görmedim. Sanki Güneş, olanca parlaklığı ile yüzünde parlıyordu. Güldüğü zaman, dişleri duvarlara aydınlık saçardı.” (Tirmîzî, Sür’ati Meşyi’n-Nebiyy; Ahmed bin Hanbel, Müsned, c. III, sh: 25, 28)
Allah Rasûlü’nün güzelliği hakkında, Ümmü Ma’bed (Atîke binti Halid) -radıyallâhu anhâ-’nın:
“Uzaktan (göründüğü zaman) insanların en güzeli, yakından (göründüğü zaman) insanların en tatlısı idi.” dediği rivâyet edilmiştir. (Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve’den naklen İmam Suyûtî, Menâhilu’s-Safâ, sh: 6)
Berâ bin Azib -radıyallâhu anh- ise, bizzat şâhid olduğu bu nebevî güzelliği şöyle târif eder:
“Al elbise içinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in zülfü kadar güzel bir zülfü (hayatımda) görmedim.” (Müslim, Fedâil, 92/2337)
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in zâhirî güzelliği, kelimelerin sınırlı imkânlarınca ve anlatanların takâtı nisbetinde, ancak bu kadar dile dökülebilmiştir.
Biz bu güzelliği görebilme şerefine, maalesef erişemedik. Ama Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem’in devam eden bir güzelliği var ki, o, İki Cihan Efendisi’ni seven ve sünnetiyle süslenmek isteyen bütün ümmeti için taptazedir.
Bu güzellik, maddî değil, O’nun mânevî mîrâsıdır. Yani örnek ahlâkı ve yüce sünnet-i seniyyesi… Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in her hareketi biz mü’minlere “üsve-i hasene” (en güzel örnek) olarak takdim edilmiştir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“(Ey mü’minler!) Andolsun ki, Rasûlullah’ta sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için bir «üsve-i hasene» vardır.” (el-Ahzâb, 21)
Câlib-i dikkattir ki, Cenâb-ı Hak, bize, “annemizi”, “babamızı”, günümüzdeki kolaycı ifadelerle dile getirilen şekliyle “hacıyı, hocayı” örnek almamızı emretmiyor. Bize örnek gösterdiği yüce şahsiyet, sadece Peygamber Efendimiz ve O’nun üstün ahlâkı…
Allah katından gönderilen ve her hâliyle tanınıp örnek alınması mü’minlerce zarurî olan yegâne rehber, ancak ve ancak Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Çünkü Efendimiz’i Cenâb-ı Hak, peygamber olarak seçmiş ve üstün bir ahlâk ile terbiye etmiştir. Bu hususu te’yîden, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendi ahlâkı hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi de pek güzel yaptı.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12 ; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 70)
“Ben, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” (Muvatta’, Hüsnü’l-Huluk, 8)
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, kendisine Allah Rasûlü’nün ahlâkını soranlara, o yüce ahlâkı, özetle şöyle vasfetmiştir:
“O’nun ahlâkı Kur’ân idi. Onun (Kur’ân’ın) rızâ gösterdiğine râzı olur, onun öfkelendiğine de öfkelenirdi.” (Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn, 18)
İşte bu sebepledir ki, Peygamber Efendimiz’in nûru ile nûrlanmak ve O’nun mübârek feyzinden istifade etmek istiyorsak, O’nun hâlleri ile hâllenip sünnet-i seniyyesi ile tezyin olmalıyız. Zira O’nun yolu dışında bir yol, insanı Allâh’ın rızâsına ve sâlihlerin yurdu olan cennete ulaştıramaz.
Bugün elimize mânevî bir muhabbet aynası alıp bütün samimiyetimizle kendimize bakalım: Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem’e ne kadar benziyoruz?!
Mâlumunuzdur ki, seven sevdiğine benzer ve onun hâlleri ile hâllenir. Muhabbeti arttıkça değiştiğini ve sevdiğine benzediğini fark etmez bile… Zira sevenin gözü de, gönlü de sadece sevdiğindedir.
Buyurun, bu yıl Kutlu Doğum hediyemiz, sizlere birer muhabbet aynası… Çevirelim bu aynayı kalplerimize… Orada Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbinin rikkatinden, diğergâmlığından, merhametinden, affediciliğinden, vefâsından, gayretinden, ibâdet ve tebliğ heyecanından ne kadar var?
Çevirelim tekrar aynamızı, bakalım kendimize; edebimiz ne hâlde?
Dilimiz, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek lisânı gibi merhamet ve muhabbet mi tevzî ediyor yoksa bir diken olup kardeşini mi incitiyor?!
Ya kulaklarımız, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi Kur’ân sadâları ile mi doluyor? Kalbimiz, Kur’ân sadâsı ile mi ferahlıyor?!
Ya oturup kalkışımız?! Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi Allâh’ın huzurundaki bir kul şuuruyla mı oturuyoruz, buna göre mi hayatımızı devam ettiriyoruz?! Ya da akşama kadar çarşı-pazar geziyor; namaza sıra gelince, “ne yapayım, yorgunum, eğilemiyorum!” diyerek namazlarımızı yasaksavma psikolojisi ile geçiştiriyor muyuz?! Namazımızı hissediyor muyuz? Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geceleri, ayakları şişinceye kadar namaz kılarmış. Bugün biz, O’nun günahkâr ümmeti olarak kaç gecemizi, namazla geçirdik? Hadi gece ibâdetlerimiz bir tarafa, farz namazlarımız düzenli mi? Yoksa “ben dindarım, ama namaz kılamıyorum.” veya “Şimdi canım istemiyor, birazdan canım isteyince kılacağım!” diyerek farkında olmadan sadece nefsimize mi kulluk ediyoruz?!
Çevirelim aynadaki bakışlarımızı elbiselerimize… Acaba bugün Peygamber Efendimiz, bizim yanımızda olsaydı, onun yanında üzerimizdeki kıyafetimizden utanır mıydık? O’nun tevâzuundan ve İslâmî hassasiyetlerinden ne kadar haberdarız?! Erkeklerimizin kıyâfeti ne kadar İslâmî esaslara uyuyor, kadınlarımızınki ne kadar?! Kıyafetlerimizin darlığı, şeffaflığı ve tesettürü tam olarak karşılamaması yüzünden erkeklerimizin de, hanımlarımızın da yüzü kızarır mıydı? Mahcup olup mâzeretler aramaya mı başlardık?! Ya da sokakta gezdiğimizde Peygamber Efendimiz de bize eşlik etseydi, yine gözlerimizi haramlara bu kadar rahat dikebilir miydik?
Hanımlar olarak, acaba yabancıların yanına çıkarken yaptığımız makyajları ve teşhir ettiğimiz güzelliklerimizi, Peygamber Efendimiz’in huzuruna çıkarken de aynı rahatlıkla yapabilir miydik?
Sofralarımız ne hâlde? Aynamızı biraz da o sofralara çevirelim. Soframız, içinde haramın olmadığı sofralardan mı? Soframızı, kaç fukara, kaç akraba, kaç komşu, kaç yetim şenlendiriyor? Rızıklarımız şüpheden, lokmalarımız gafletten uzak mı? Allâh’ı zikrederek, O’nun sonsuz nîmetlerine şükrederek mi yiyoruz, yoksa nîmetin sahibini unutup, hatta O’na isyan ederek mi? Sofralarımız, israf ve oburluğun uğramadığı nebevî sofralara ne kadar benziyor? Kaç defa sofraya, tıpkı Peygamber Efendimiz gibi, iyice acıkınca oturduk? Ya da kaç defa, yine O’nun gibi, iyice doymadan elimizi çektik? Bir haftada ya da bir ayda kaç defa oruç tutuyoruz?
Kur’ân-ı Kerîm, hayatımızın merkezinde mi? Kaçımızın saçını beyazlattı, Hûd Sûresi… Acaba kaçımız, kıyamet âyetlerini okuyunca kıyametin dehşetiyle yataklara düştük?! Kur’ân’a ne kadar vâkıfız, günde kaç âyet, kaç sûre okuyoruz? Ne kadarının mânâsını öğrenmek için gayret sarf ediyoruz? Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, teheccüd vaktinde, bazen sokaklarda ashabının evlerinden gelen Kur’ân sadâlarını duyar ve tebessüm edermiş. Bu dönemde, bizim evlerimizin civârında gezmiş olsaydı, acaba mübârek kulağına ne sesleri gelirdi?
Evlerimizin içi ne âlemde? Hanımlarına, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi merhamet ve muhabbetle muamele edebilmek için kaç erkek gayzını, öfkesini yuttu? Kaçımızın eşimize, âile ve çocuklarımıza kırgınlığı, sadece Allah rızâsı için?! Kaç erkek, hanımına, Peygamber Efendimiz’in âilelerine vakit ayırdığı gibi vakit ayırıyor? Kaçı, eşinin ve evlâdının tâlim ve terbiyesiyle meşgul oluyor? Kaçımız, eşimizle dîne dâir sohbetler ediyoruz? Ondan dînî esasları öğrenmek için sorular soruyor ve onu da öğrenmeye teşvik ediyoruz? Kaç erkek, hanımının dertlerini dinliyor, onu tesellî ediyor; onunla şakalaşıp gülüyor? Kaç hanım, vâlidelerimizin Peygamber Efendimiz’e gösterdiği muhabbet, hürmet ve hizmet gibi, efendilerine saygı duyuyor? Kaç baba, kızı Fâtımâ’yı sabah namazına kaldıran Peygamber Efendimiz gibi, evlâdının kapısına dayanıyor ve ona âhireti hatırlatıyor?
* * *
Evet, kıymetli okuyucularımız; sorular çok… Dertler, sıkıntılar, bahâne ve mâzeretler de… Bütün bunları, kendi vicdan aynamızda sorup cevaplamak durumundayız. Her birimizin durumu ortada… Bu soruları dile getiren bizler başta olmak üzere, hepimiz, kendimizi, âilemizi, çevremizi bir endâm aynası olan Allah Rasûlü’nün hayat ve ahlâkıyla mukayese etmeliyiz.
Bu, bir gönül dâveti… Gelin, bir insan olarak, bir baba, bir peygamber olarak Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i daha yakından tanımaya ve daha çok kimseye tanıtmaya çalışalım. İnşâallah, her yıl, her ay ve her gün, biraz daha Peygamber Efendimiz’e, O’nun güzel ahlâkına benzeriz.
“Allâh’ım! Ayın on dördünden daha güzel, yağmur bulutları ve okyanuslardaki suların bolluğundan bile daha cömert olan Efendimiz, ümmî nebî Hz. Muhammed’e ve O’nun âline salât eyle! Bizi de O’nun şânına lâyık ümmet eyle!”
YORUMLAR