Sağlıklı beslenme; vücudumuzu oluşturan hücrelerin düzenli ve sıhhatli çalışabilmesi için temel gıda maddelerinden; yani yağlar, proteinler, karbonhidratlar, vitamin ve minerallerden yeterli ve dengeli miktarda alınmasıdır. İnsanın alması gereken günlük kalori miktarı, yaşına, cinsiyetine, yaptığı işe göre değişmektedir. Bünyenin günlük ihtiyacından fazla miktarda alınan kalori, “trigliserit” adı verilen maddeler şeklinde yağ hücrelerinde birikir. Vücuttaki yağ dokusunun gereksiz yere fazla olmasıyla “obezite: şişmanlık” meydana gelmektedir. Obezite değerlendirilirken genellikle vücut kitle indeksi (VKİ, BMI) kullanılmaktadır. Bu değerler, vücut ağırlığının boyun karesine bölünmesiyle elde edilmektedir. Mesela 65 kilo, 165 cm boyu olan birisinin vücut kitle indeksi, (165 x 165) işleminin sonucunun 65’e bölünmesiyle ortaya çıkar. Bu da 41,88 kg/m2 çıkar.
Buna göre; VKİ:
18,5 kg/m2 altında olanlar zayıf;
18,5-24,9 kg/m2 olanlar normal kilolu;
25-29,9 kg/m2 olanlar fazla kilolu;
30-39,9 kg/m2 olanlar obez;
40 kg/m2 olanlar aşırı obez olarak tanımlanmaktadır. Bu değerler, çocuklarda, hâmilelerde, çok adaleli olanlarda doğru sonuç vermeyeceğinden kullanılmamalıdır.
İnsan niçin kilo alır?
- yüzyılda modernleşme çabası içinde olan bir dünyada yaşıyoruz. Teknolojik gelişmelere nisbetle insanoğlunun rûh ve beden sağlığı giderek bozulmakta… Yüksek binalarda, gökyüzünün zorlukla görülebildiği mekânlarda oturan insanlar, eski günlere nisbetle çok daha hızlı yaşıyor, işine giderken yoğun trafikle boğuşuyor, evine yorgun ve stresli geliyor. Dinlenip rahatlamak adına ekran düğmesine basıp kanaldan kanala “zaping” yapıyor. Acıkınca suya bir paket çorba atıp beş dakikada pişiriyor veya apartmanın altındaki kafeden bir hamburger alıyor. Konuşma ihtiyacını sanal âlemde giderirken dünyanın bir ucundaki insanlarla chat yapıyor, ama bitişik komşusunu hiç tanımıyor. Bu asrın insanı, çoğunlukla hiç hareket etmeden yaşıyor. Amerikan tarzı besleniyor, yani acıkınca fastfood yiyor, susayınca kola içiyor. Dengesiz ve aşırı yemeye oranla hareketin iyice azaldığı bir toplumda insanlar giderek şişmanlıyorlar. Canının istediği her şeyi ölçüsüzce yiyenler, bir müddet sonra kilo vermenin yollarını aramaya başlıyor. Dünyanın bir yanında insanlar yemek için bir lokma ekmek bulamayıp açlıktan ölürken, diğer yanda aşırı yemenin meydana getirdiği hastalıkların tedavisine trilyonlar harcanıyor.
Son yıllarda toplumumuzda “ince olan daha güzeldir” ifâdesiyle psikolojik bir baskı oluşturuldu. Özellikle kadınlar, daha ince ve daha güzel görünme adına bilinçsiz diyetlerle ruh ve beden sağlıklarını tehlikeye attılar. Kimileri, “Su içsem yarıyor!” diyerek ömür boyu diyette; kimileri “Yarın diyete giriyorum.” diyerek bugün aşırı yemenin derdinde… Gözünüz yanlışlıkla bir televizyon ekranına takılsa, ilk beş dakika içinde onlarca diyet formülünün reklamıyla karşılaşır, acaba hangisi doğru diye şaşırır kalırsınız. Zayıflama diyetleri, zayıflama hapları, çayları, mamaları, zayıflama eşofmanları ve kemerleri, zayıflama ameliyatları vs. ile kazancına kazanç katmaya çalışan firmalarla; çoğu ne olduğu belirsiz, sağlık bakanlığının izni olmayan, ilmî değeri bulunmayan, sağlığı tehdit eden zayıflama ilaçlarının reklamları… “Aç kalmadan, ayda 10 kilo verin.” “Her şeyden yiyerek haftada 4 kilo zayıflayın.” diyerek abartılan ve sürekli beyin yıkayan programlar…
Diyet konusunda herhangi bir uzman görüşü alınmadan, gerekli bilimsel ön araştırma yapılmadan, yanlış yönlendirmelerle ve şuursuzca zayıflama yazıları hazırlanmaktadır. Özellikle son zamanlarda, insanın zihin, beden ve ruh sağlığına ciddî yan tesirleri olan ve tek tip gıdaların tüketilmesine dayanan diyetler revaçtadır. Salata, meyve, patates, soğan, İsveç diyetleri gibi tek tip ve dengesiz beslenme programları ile yapılan diyetlerin neticesi, çoğu kez hastahâne kapılarında bitmektedir. Bunlar rejim değil, hastalık üreten formüllerdir.
Tek tip gıda ihtivâ eden, enerjisi düşük, karbonhidratı fazla, proteini yetersiz, yağ içermeyen, pek çok vitamin ve mineral yönünden (B6, B12, kalsiyum, demir, çinko, fosfor, magnezyum) eksik olan bu diyetler, vücut fonksiyonlarında ciddi bozulmalar meydana getirmektedir. İnsülin salgılanmasında bozulma, kan şekerinde dengesizlik, diyabet, hazımla ilgili problemler, bulantı, kusma, mide ağrısı, gastrit, safra taşları, metabolizma hızının bozulması, tekrar kilo almanın kolaylaşması, vitamin-mineral eksikliği, kansızlık, dikkat azalması, uyuşukluk, yorgunluk, saç dökülmesi, tansiyon düşüklüğü, kalp-damar hastalıkları, böbrek hastalıkları, kemik erimesi vs. bunlardan bazılarıdır.
Haftalık kilo kaybı 2-3 kg’a çıktığı zaman vücuttaki kas-yağ dengesi, kas aleyhine tahrip olup yağ hücreleri yerine kas hücreleri yakılmaktadır. Şok diyetler ve âni kilo kayıpları, özellikle hayatî bir organ olan kalp kasında hasara ve âni ölümlere sebep olmaktadır. Gelişme çağında genç kızların yaptığı bilinçsiz diyetler, başta kansızlık olmak üzere (% 40), sürekli yorgunluk, hâlsizlik, uzun vâdede depresyon, çarpıntı, nefes darlığı, sık hastalanma, âdet düzensizlikleri ve kısırlık gibi problemlere yol açmaktadır. Bu sebeple bilinçsizce hazırlanmış diyetlerden ve zayıflama ilâçlarından kesinlikle uzak durulmalıdır.
Diyet nedir? İdeal diyet nasıl olmalıdır?
Diyet kelimesi, beslenme biçimi mânâsına gelmektedir. Diyet, öncelikle sağlıklı ve dengeli beslenmek, sonra fazla kilolardan kurtulmak demektir. İdeal bir diyette; temel gıda gruplarından yeterli ve dengeli miktarda olmalı, bir gıda fazla alınıp diğeri eksik kalmamalı, kilo kaybı ayda 1-2 kg olmalı, vücut ağırlığı, ideal ağırlık seviyesine inmelidir.
Bu diyet, vücut ağırlığını koruyarak yeniden kilo almayı önlemeli, aynı diyet milyonlara uygulanmamalı, kişiye özel olmalıdır. Diyet listesi hazırlanırken kişinin yaşı, cinsiyeti, boyu, kilosu, beslenme alışkanlıkları, sosyo-ekonomik durumu dikkate alınmalıdır. Dâhiliye ya da endokrin uzmanına muâyene olup gerekli tetkikler yapılarak herhangi bir hastalığın olup olmadığı tespit edilmeli, sonra diyetisyene danışarak bünyeye uygun beslenme programı seçilmelidir.
Gerçek diyet, hayat tarzı ve yeme alışkanlıklarında kalıcı değişiklikler yapmakla mümkün olur. Kısa süreli, açlık bastırılarak yapılan diyetler hiçbir işe yaramaz.
Diyet listelerinin çoğunlukla 6-7 öğünden oluştuğunu görürüz. Ancak çalışan ve zamanla yarışan insanların bu programları uygulaması hayli zordur. Öyleyse çalışanlar ne yapabilirler?
Öncelikle alkollü içeceklerden, sigaradan ve sigara içilen ortamlardan, kafeinli içeceklerden, hazır meyve suları ve asitli içeceklerden uzak durmalılar. Hamur işleri ve tatlılardan, fastfood tarzı yiyeceklerden, cips, çikolata ve şekerlemelerden kaçınmalılar. Çay açık ve az şekerli olmalı, bol su içmeli ve günlük yürüyüş yapmalılar.
Günümüz insanının pek çok hastalığının sebebi, yeme-içme alışkanlıklarına bağlı olarak meydana gelmektedir. Obezite, diyabet, inme (felç), kanda ve iç organlarda yağlanma, gut hastalığı, kalp-damar hastalıkları, yüksek tansiyon, endokrin hastalıklar, cinsel ve psikolojik problemler vs. çok yemekten kaynaklanmaktadır. Sağlıklı olmanın ve formda kalmanın üç altın kuralı; acıkmadan yememek, az yemek ve doymadan sofradan kalkmaktır.
Can boğazdan geldiği gibi boğazdan gitmektedir. Açlıktan ölen insanların bulunduğu bir dünyada, zayıflama ilâçlarına, diyetlerine ve zayıflama merkezlerine paralarımızı harcamadan önce bir kez daha durup düşünmeli, yeme-içme alışkanlıklarımızı, bilinçsizce yaptığımız israfları tekrar gözden geçirmeliyiz.
Aşırı kiloların başımıza dert olduğu, tokluktan midelerin taş gibi olduğu günümüzden asr-ı saâdete uzanıp Güzeller Güzeli Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek hayatına dikkatle bakmalıyız. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Medîne-i Münevvere’de devlet başkanı olduğu günlerde bile haftalar geçerdi de evinde ateş yanmazdı. Açlıktan karnına taş bağlardı da yine de Ashâb-ı Suffe’nin eğitimiyle meşgul olurdu. Bu durumda iken eline bir lokma geçse onu, ihtiyaç sahibi bir kimseye verirdi. Acıkmadıkça yemeyip doymadan sofradan kalkar, ashabına da kifâyet miktarı yemeyi tavsiye eder ve şöyle buyururdu:
“İnsanoğlu, kendi karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Âdemoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeter. Eğer insana nefsi galebe çalacak olursa, karnının üçte birini yiyeceğe, üçte birini içeceğe, geri kalan üçte birini de nefes almaya ayırsın.” (İbn-i Mâce, Libâs, 31)
Obezitenin salgın bir hastalık gibi süratle yayıldığı asrımızda, tıbbın ve sağlığın temeli niteliğinde olan bu hadîs-i şerîfi, Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek hayatını ve Sünnet-i Seniyyesini öğrenmeye, anlamaya ve yaşamaya olan ihtiyacımız, bugün her zamankinden daha fazladır.
YORUMLAR