“Sizler kıyâmet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız, öyleyse isimlerinizi güzel koyun.” (Ebû Davûd)
İnsanoğlu kelimelerle konuşur, eşyayı isimleriyle tanır, karşısındakilere isimleriyle hitab eder. Allâh Teâlâ da insana eşyayı isimleriyle beraber öğreterek tanıtmıştır. İsim ile müsemmâ (isimlendirilen) arasında bir uyumun bulunması gereği ve etkileşimin varlığı, beşer tarihinin başlangıçtan beri farkında olduğu gerçeklerdendir. Bunun içindir ki, her kültür ve sistem, çevresindekileri kendi değer yargılarına göre isimlendirmek sûretiyle kendi dünyasını, kendi çevresini kurmaya çalışmıştır, çalışmaktadır.
Beşerî ilişkiler mütehassısları, bir insana değer verildiğini gösteren en büyük şeylerden birinin ona “ismiyle hitab etmek” olduğunu belirtmektedir. Hele de bu hitap, belli bir süre ayrı kalındıktan sonra olursa, “unutulmadığı” anlamına geleceği için fevkalâde bir önem ve anlam ifâde etmektedir.
Tanıdıkları tarafından ismiyle hatırlanmak ne kadar güzel ve gönül alıcı ise güzel ve anlamlı bir isimle anılmak da en az o kadar güzeldir. Sevimsiz ve anlamsız olayları hatırlamaktan nasıl kimse hoşlanmazsa, anlamsız ve çirkin isimler, künyeler ve lakaplarla tanınmak da kimsenin işine gelmez.
İsimlerimiz, kimliğimizi tanıtıcı ilk alâmetlerdir. Bu yüzden bize kim olduğumuzu, kulluğumuzu, iyilikleri, güzeliği ve beşerî değerleri hatırlatan ve böylece hissettirmeden, sâhibini yönlendiren isimler, “en güzel” vasfına sahiptirler. Zîra halkımızın tecrübeden kaynaklanan bir sözü vardır; “Bir insana kırk gün ne dersen o olur.”
Peki bir ömür boyu söylenecek isimlerin kişiyi hiç etkilemeyeceği nasıl düşünülebilir?
İsimler, insan üzerinde te’sir ve telkin gücüne sahiptir. Bu sebeple isimlerin güzel olmasına dikkat edilmelidir. Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- de bu sebeple isimler üzerinde ısrarla durmuştur. Sadece insanlardaki câhiliyye devrinden kalma kötü isimleri değil, hayvan, eşya ve mekânlarla ilgili kötü isimleri de değiştirmiştir.
İsmin telkin gücünü kavramak için, bir peygamber ismi taşıyarak adı zikredildikçe o peygamberi anmak yeterlidir.
İsimler, ümmet ve millet içerisinde birliği sağlayan hususlardan biridir. Bu sebeple bilinen, beğenilen, tarihten intikal eden müşterek isimlerin korunması gerekir.
* * *
Başta zikredilen hadiste, “kıyamet günü insanların isimleriyle çağrılacaklarına” dikkat çekilerek, isimlerimizin güzel olması taleb edilmiştir.
Hadiste geçen; “isimlerinizi güzel koyun” sözünden maksat, “evlatlarınızın, yakınlarınızın ve hizmetçilerinizin…” demektir.
Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, ashâbı ve onların çocukları ile yakından ilgilenir, hâllerini sorar ve ihtiyaçlarını gözetirdi. Meselâ, bir keresinde çocuğu doğduğu için namaza geç kaldığını öğrendiği bir sahâbîye:
“−Ona isim koydun mu?” diye sormuş.
“−Hayır, henüz koymadım” cevabını alınca da çocuğu kendisine getirmesini istemiştir. Getirildiğinde çocuğun başını mübârek elleriyle okşamış ve ona Sa’d (mutlu) ismini vermiştir. (İbn Hacer)
Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bu uygulaması genel bir uygulamadır. Ashâb-ı Kirâm’ın büyük çoğunluğu, özellikle Medine döneminde, yeni doğan çocuklarını, ilk tadımı başlatması (tahnik), isim koyması ve duâ buyurması için Hazret-i Peygamber’e getirmeyi âdet edinmişlerdi. Hazret-i Peygamber de kendilerine getirilen çocuklara, genellikle:
-Allâh’a kulluğu esas alan isimleri,
-Geçmiş peygamberlerin adlarını,
-İyi hâlleriyle bilinen (sâlih) kişilerin isimlerini ad olarak vermekteydi.
Bu yolla Hazret-i Peygamber, ilk İslâm neslini, şirk ve câhiliye kültürünün izlerini taşıyan isimlerden arındırmış, İslâm’ın temeli olan “tevhid inancına uygun” isimlerle donanmış yepyeni bir neslin oluşmasına çalışmıştır. Çünkü insanî değerleri ayaklar altına almış olan câhiliyye toplumu, isimlerde de tam bir çöküntü ve döküntü içindeydi; bugünden de beterdi. İnsanlar cisimleriyle olduğu gibi isimleriyle de putların kulları hâline gelmişlerdi. Yüreklerdeki şirk, isimlere yansımıştı. Sokaklarda Abduluzzâ’lar, Abduşşems’ler vs. dolaşmaktaydı. Bilhassa o günün Yesrib’inde (Medine), sosyo-ekonomik açıdan hakim durumdaki Yahûdi toplumuna duyulan özentinin sonucu olarak Arap çocuklarına Yahûdi isimlerini vermek bir sosyete modasıydı, ilerilikti, çağdaşlıktı, şeref telakkî edilmekteydi. Günümüzde yaşanan isim yabancılaşması gibi…
* * *
Öte yandan Hazret-i Peygamber sadece yeni doğanlara yeni isimler vermekle yetinmiyor, müslüman olmak için huzûruna gelen insanların çirkin isimlerini de güzelleriyle değiştiriyordu. Nitekim bu konuda Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-; “Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- çirkin isimleri değiştirirdi.” buyurmuştur. (Tirmizî)
Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in değiştirdiği isimleri araştıracak olursak, hepsinin aynı çeşitten “çirkinlik” taşımadığını görürüz.
Zîrâ İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre; “Cüveyriye Bintü’l-Hâris’in ismi Berre idi. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- onun ismini Cüveyriye diye değiştirdi. Çünkü Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-; “Berre’nin yanından çıktı.” denmesini sevmiyordu.” (Müslim)
Hadis’te Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in “Berre” ismini değiştirdiğini görüyoruz. Berre, Birr kökünden türemiş olup; “iyi insan, kusursuz kimse” gibi manalara gelir. Bu ismi taşıyanın kalbinde, zamanla kendini beğenme duyguları ağır basabilir. Bu hâl bile isim seçimindeki hassasiyetin bir işaretidir. Zira âyet-i kerimede “Kendinizi temize çıkarmayın, kimin muttakî (temiz) olduğunu O (Allâh) çok iyi bilir.” (Necm, 32) buyurulmuştur. Şu hâlde İslâm âdabına uymayan, kişiye gurur, kibir telkin edecek isimler güzel değildir.
* * *
Bu konuda Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in söylediği birkaç hadîsi şöyle sıralayabiliriz:
İbn-i Ömer -radıyallâhu anh- diyor ki; Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- “Âsiye” (isyankâr, itaatsiz kadın) ismini değiştirip “Cemile” (güzel kadın) yaptı.” (Müslim)
* * *
Yahya b. Said’in de haber verdiğine göre; Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bol sütlü bir deve hakkında: “Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki, ona:
“−İsmin ne?” diye sordu. Adam:
“−Mürre (acı)” deyince:
“−Otur!” dedi. Tekrar:
“−Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım diyecekti. ona da;
“−İsmin nedir?” diye sordu. Adam:
“−Harb!” diye cevap verdi. Ona da, “Otur.” dedi.
“−Bu deveyi kim sağıverecek?” diye sormaya devam edince bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu.
“−Ya’îş (yaşar)!” cevabını alınca ona:
“−Sen sağ” diyerek müsâade etti.” (Muvatta)
* * *
Ebu Dâvud; bu isimlere ilave olarak Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in Âsi (itaatsiz), Aziz, Kadir, Atele (şiddet, sertlik), Şeytan, Hakem (hükmeden), Gurâb (karga), Habbâb, Şihab, Harb, Mürre gibi bazı isimleri değiştirdiğini ilâve eder.
Hatta “Afîre” (çorak) adını taşıyan bir araziyi de “Hadîre” (yeşillik) diye değiştirmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki, dilimizde Aziz, Kadir gibi konulması mahzurlu olan isimler kişilere verilmektedir. Bunlar Abdülaziz, Abdülkadir’den kısaltma olmalıdır. Çünkü bu isimler Cenâb-ı Hakk’a âit isimlerdir. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bunlarla isimlenmeyi uygun görmemiş ve her seferinde değiştirmiştir.
Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in yaptığı bu uygulamalar, “isimlerde islâmlaştırma” anlamına gelmekteydi. Yine bu uygulama, isimlendirmede insanları etkileyen, “geçmişe vefâ” ve “takdire dayalı özenti” duygularını daha üst bir duygu ile yani insanın evrendeki asıl konumu, kulluk vasfına ağırlık ve öncelik veren bir duygu ile ıslâh etmek demektir. Zîrâ her iki dünyada da mutlu olmasını istediği “mükerrem varlık insan” ile ilgili her konuya büyük önem atfeden İslâm’ın, isimler ve isimlendirme mevzuuna ilgisiz kalması beklenemezdi.
* * *
İsimlerde aranan güzelliğe açıklık getiren bir hadîs-i şerîf şu meâldedir:
“İsimlerin Allâh katında en sevimli ve en makbul olanı Abdullah ve Abdurrahman’dır.” (Müslim)
En güzel isimler, muhakkak ki Allâh’ın en çok sevdiği isimlerdir. Abdullâh ve Abdurrahmân isimleri, kişiye hem kulluğunu hatırlatıyor, hem de Rabbi’ni tanıtıyor. Lafza-i Celâl, Cenâb-ı Hakk’ın ism-i zâtı olup diğer bütün isim ve sıfatları kendinde toplar. Rahmân da, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî isimlerinden olup, mümin-kâfir bütün insanların yaşamak için muhtaç oldukları bütün rızıkları veren sonsuz merhamet sahibi varlık mânâsındadır. Dolayısıyla Abdurrahman ismi, kula şükran ve minnettarlık vazifesini hatırlatmaktadır.
Bunu şöyle ifadelendirebiliriz; Allâh Teâlâ’nın güzel isimlerinden (Esmâu’l-Hüsnâ) herhangi birine “kul” anlamına gelen “abd” kelimesini birleştirmek sûretiyle meydana getirilecek isimler, tevhid inancının ifadesi olarak temelde bir sevimlilik, güzellik ve Allâh katında bir makbuliyet ifade etmektedir. Zîrâ âyet-i kerîme’de “En güzel isimler Allâh’ındır.” buyrulmaktadır.
LAKAP TAKMAK
Her ne kadar kendi başına bir konu olsa da konumuzla bağlantısı açısından kısaca lakaplardan da bahsetmek istiyoruz. Zîrâ âyet-i kerîmede “Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın” (Hucurat, 11) buyrulmaktadır. Bu âyete göre insanlara çirkin lakap takmak ve onları bu lakaplarla çağırmak, yasaklanan bir harekettir.
Meselâ bir kimseye “fâsık” ve “münâfık” diye hitâp etmek;
-Topal, âmâ ve tek gözlü olan kimselere isim takmak;
-Bir kimseye kendisinde, anne, baba veya âilesinde bulunan bir ayıbı dolayısıyla lakap takmak,
-Bir müslümana önceki dinine dayanarak bir ad vermek,
-Bir gruba, bir âileye, bir kabîle veya sülâleye kendilerinde bulunan bir kusuru ortaya çıkaran bir isim takmak menedilmiştir. Hatta İmam Nevevî çirkin lakap takmayı haram kabul eder.
Yasaklanan lakab; hoşa gitmeyen, kusur ortaya koyan, yeren ve onur kıran lakaplardır. Sevilen ve şeref veren lakaplar ise yasak değildir. Bundan dolayı künye koyma sünnetten ve güzel edepten kabul edilmiştir. Hazret-i Ömer; “Künyeleri yayın. Çünkü sahibini hatırlatıcıdır.” demiştir. Gerçekten gerek câhiliyyede, gerekse İslâm’da meşhurlardan künyesi olmayan yok gibidir. Meselâ; Hazret-i Ebubekir; Atîk ve Sıddîk, Hazret-i Ömer; Fârûk, Hazret-i Hamza; Esedullah, Hazret-i Halid b. Velid; Seyfullah künyelerini almışlardır. Hatta Hazret-i Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- muhabbet amacıyla Abdurrahman’a “Ebû Hureyre” (yani kedicik babası), Hazret-i Ali’ye de “Ebu Türâb” (yani toprağın babası) diye hitaplarda bulunmuştur.
Sonuç olarak günümüze baktığımızda bilhassa büyükşehir sokaklarında, basın-yayın organlarında açıkça görmekteyiz ki, her alanda çağdaşlaşma gayretleri sürdürülmekte, hatta bu Batılılara benzemek olarak yorumlanmaktadır. Bu durumdan milletimizin müslüman kimliğini sergileyen isimler de nasibini almıştır. Zaten TV programlarındaki film yıldızlarının isimlerini taşıyan çocuklarımız bu çözülmeyi (bazılarına göre çağdaşlaşmayı) belgelemektedir. Halbuki yüce Rabbimiz: “…Uyanık olunuz!..” emriyle bizden değerlerin zâyî edilmemesi için bilinçli bir savunma taktiğinin uygulanmasını istemektedir. Bu değerler içinde, hiç şüphesiz mensup olduğumuz inanç dünyamızı; tevhide hizmet ve şerefini; geçmişte bu yüce görevi yerine getirmiş olan kimseleri hatırlatan güzel ve sevimli isimler de yer almaktadır.
Çocukların terbiyesi, eğitim ve öğretimiyle çok yakından alakalı olan isimlerin, islâmî muhtevâ ve lafızlara kavuşturulması, geleceğin dünyası bakımından fevkalâde bir önem ve etkiye sahip bulunmaktadır.
Dünyanın değişik bölgelerindeki müslümanlara karşı uygulanan “zoraki isim değiştirme” politikalarını haklı olarak protesto eden bir milletin, kendi içindeki meseleyi önemsemez görünmesi, anlaşılması mümkün olmayan acı bir çelişkidir. Unutulmamalıdır ki, özenti ve taklidin kişiliği ve kıymeti olmaz. Kendi öz değerlerine saygı göstermeyene de hiç kimse saygı gösterme ihtiyacı duymaz. O hâlde müslümanlar olarak çevremizdeki isimleri dikkatle muhâfaza edip tevhid çizgisinde tutma zarûretimiz ortaya çıkmaktadır.
Cenab-ı Hak, sevdiği isimlerle isimlenmeyi cümlemize nasib etsin! Âmin.
YORUMLAR