Sevgili kızım,
Senin hekimlik sınavların artıkça, benim de Mülk Sûresi gelir aklıma... Tıpkı senin gibi heyecanlanır, korkar daha bir sıkı sarılırım, derslerime…
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, kabir azabından korunmak için her gece okunmasını tavsiye ettiği sûrede şöyle buyurur Âlemlerin Rabbi:
“Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter. O ki, hanginizin daha güzel davranacağını denemek etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak gâliptir, çok bağışlayıcıdır.” (el-Mülk, 1-2)
Bizler de büyük bir imtihan salonundayız. Sorularımız önlerimizde.. Kirâmen Kâtibîn melekleri yanlarımızda, sürekli kayıtta... Rabbimizin kesin ve değişmez olan tâlimâtı: “Takdir edilen vakit gelinceye kadar en güzel ameli yapın!”
Çocukken sokakta, oyunda; gençken okulda, hizmette; yetişkinken mecliste, fabrikada; ebeveynken çocukların içinde, dünya gâilesinde; yaşlıyken torunlarla, hastalıkta; zenginken parayla infâkta; fakirken yokluk ve zorlukta… Her birimizin imtihan soruları çok farklı… Ama ortak noktamız; “bulunduğumuz yerde ve hazır bulduğumuz imkânlarla en güzel ameli yapabilmek”...
Aziz evlâdım,
Her şeyden güzel olan Rabbimize en güzel hizmet ve ibadetleri sunmak, büyük özen ister. Bunları Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hadîs-i şeriflerinde öğrettiği gibi âlimlerimiz, hocalarımız da yol göstermişler, tavsiyelerde bulunmuşlardır daima… Nitekim içerisinde bulunduğumuz âhir zaman, modern ve kolay olduğu gibi tehlikeli ve kaygan bir zemindir. Hatta Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ifadesiyle; “…Îmânın elde kor gibi tutulduğu…” hassas bir zamandır. Ashâb-ı kirâm böyle zamanlarda takvâlı olmayı, dikenli bir arazide yürürken önünü görmek için dikkat kesilmeye, parmak uçlarını görebilmek için eteklerini kaldırmaya benzetmişlerdir.
Dünya mal biriktirme, makam hırsıyla yanıp kavrulma, bu uğurda günahlara girme yeri değildir, olmamalıdır. Yenişehirli Avni Bey’in söyleyişiyle;
“Sanman taleb-i devlet ü câh etmeye geldik
Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik!..”
Onlar, dünyaya Allâh’ı bilmek, tanımak, sevmek ve O’na kul olmak için geldiğimizin farkındaydılar. Ve bunun îcabını canla başla yaptılar. Dünyayı terk etmek, öncelikle gönülde olur. İnsan, dünyada yaşadığı müddetçe onun imkânlarından ihtiyacı nisbetinde ve meşrû ölçüler içerisinde faydalanmalıdır. Sadece âhiret kaygısı ve cennet arzusuyla yaşamak, dünyayı bütünüyle terk etmek dinimizde merduttur. Bu hususta Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizim en büyük ve en güzel örneğimizdir. O, ifratla tefrit arasında bir hayat yaşamış, ibadetle meşgul olurken dünyevî-fıtrî ihtiyaçlarını unutmamış; dünya ile haşır neşir olduğunda da her an Allâh’ın huzurunda olduğu şuuruyla hareket etmiştir.
Rabbimiz, kullarını kendisine “ibadet etmeleri” için yaratmıştır. İbadetin başlangıcı ise temizliktir. Temizlik, maddî ve mânevî olarak iki kısımdır. Maddî temizlik; abdest, gusül, beden ve mekân temizliğidir. Mânevî temizlik ise, kişinin kalbinin, duygularının günahtan, hata, isyan, kibir, benlik gibi kirli duygulardan arınmasıdır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dâim abdestli olanları medh ederek; “.. Amellerinizin hayırlısı namazdır. Abdestli kalmaya dikkat eden ise ancak mü’mindir.” buyurmuştur. (İbni Mâce, I, 101)
Abdest ve gusülle temizlenen mü’minin önüne diz çöküp hayatı öğreneceği en büyük muallimi, Allâh’ın indirdiği kitap olan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kendisine yol rehberi seçecekse, bu da Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den başkası olamaz. Çünkü Peygamber Efendimiz, Allâh’ın Kitabına ve kendi sünnetine sımsıkı sarılan hiç kimsenin Allâh’ın yolundan sapmayacağını haber vermiştir. Kur’ân-ı Kerîm, Allah kelâmıdır. Bu yüzden Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde:
“Allah’la konuşmak isteyen Kur’ân okusun!” buyurmuştur.
İslâm yolu, ilim yoludur. Cennet yolu, ilim yoludur. İlmin sıkıntısına sabretmeyen, cehâletin bataklığında batmaya râzı demektir.
İlmi gereği gibi elde edenler, bildikleriyle amel etmelidirler. Rabbimiz, ilmi, kuru kuruya öğrenilsin diye indirmemiştir. Kendisiyle amel edilmeyen ilim, yok gibidir. Ateşin insanı yaktığını bilen bir insan, bu bilgisine rağmen elini ateşe uzatıyorsa, yanmaya râzı demektir.
İlmin amele dönüşürken güzel bir niyet eşlik etmesiyle, bütün hayırlı ameller ibadet hâlini alır. Kişi, niyetiyle âdetlerini bile ibadete çevirebilir. Ancak kişiyi Allâh’a yaklaştıran en güzel yol, farz ibadetlerdir. Nitekim bir kudsî hadîste:
“… Kulum bana, farz ibadetlerden daha sevgili bir şeyle yaklaşamaz. Nâfile ibadetlerle daha fazla yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, muhakkak onları da veririm. Bana sığınmak isteyince de muhakkak kulumu sığındırır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü’min kulumun rûhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.” buyrulmaktadır. (Buhârî, Rikâk, 38)
Îmanla ziynetlenen, ilim ve ibadetle takviye olan sâlih ve sâliha insanlar, bu kazandıklarını insanların hizmetine de tahsis etmelidirler. Çünkü insan, sahip olduğu her nimetten mes’uldür ve hepsinden hesaba çekilecektir. Allâh’ın kendisine ihsan ettiği her farklı nîmet ayrı bir sorumluluk ve vazife yüklemektedir insana… İnsan, hemcinsine, canlı-cansız varlıklara hizmet ettikçe mutlu olmaya başlar. Verdikçe gönlü çoşar, Allah da ona ihsan ettiği nimetleri artırır. Zira şükredenin nimeti artar, nankörlük ve cimrilik edeninki ise azalır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Bir mü’min kardeşimin ihtiyacı için yürümem, bana şu mescitte (Mescid-i Nebevî’de) bir ay itikâfa girmekten daha sevimlidir.” buyurmaktadır.
İnsanların ahlâken kemâle ermesi de İslâm’ın istediği faziletlerden birisidir. Bu faziletlerin en önemlilerinden birisi de insanın “affedebilmesi”dir. Rabbimiz, kendisinin bütün günahları affettiğini haber vermiş, kullarını affedici olmaya, ayıpları örtücü olmaya teşvik etmiştir. Allâh’ın affı, kulların da birbirini affetmesine bağlanmıştır. Rabbimiz, fazilet sahibi kullarını şöyle medheder:
“… Rabbinizin bağışlamasına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan Cennete koşun. Onlar ki, bollukta ve darlıkta Allah için karşılıksız bağışta bulunurlar. Kızdıklarında öfkelerini kontrol ederler, insanların kusurlarını affederler..” (Âl-i İmrân, 133-134)
İnsanın gönül olarak kemâle ermesi, maldan ve candan infâk etmekle mümkündür. Bütün anlattıklarımızı özetler mâhiyette Rabbimiz şöyle buyurur:
“Allâh’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (el-Kasas, 77)
Güzel Kızım;
Güzel dinimizi en güzel yaşayabilmek ve Rabbimize en güzel taatleri yapmak üzere bol oku, çok çalış. Sa’yin meşkûr, amelin makbul olsun…
Seher KÜÇÜK
YORUMLAR