Âileler, insanların doğup büyüyüp yetişmesi için çok mühim mektepler mesâbesindedir. İnsanlar, en ehemmiyetli tesirleri ve hayatının umûmî istikametini ekseriyetle âile içinde alır. Anne ve babanın hissiyât, kültür, tecrübe, heyecan ve gâyeleri; çocuklarına akseder, onları da şekillendirir. İşte Emine Münire (Fosfor) Yarar hanımefendi de böyle asîl, kültürlü ve geniş çevresi olan bir Osmanlı âilesinde, 20 Mayıs 1926’da dünyaya gelmişti.
Âilesi, yaklaşık bir asır önce İstanbul’a yerleşmiş bir âileydi. Dedeleri, Osmanlı ordusunun ileri gelenlerindendi. Büyükdedesi Fosfor Mustafa Paşa; Osmanlı İmparatorluğu’nda, Serasker Tophane Müdürlüğü’ne (Genel Kurmay Başkanlığı’na) kadar yükselmişti.
Babası Salih Sıtkı Fosfor Bey, hukukçu kimliğiyle dört lisan bilen bir savcı idi.
Annesi Pakize Hanım ise, Erzincan’ın Tercan ilçesinde, Çerkez bir âileden gelen çok muttakî bir yetimdi. Daha çocukluğunda İstanbul’a gelip yerleşmişti.
Babası, âile efradının eğitim ve terbiyesiyle bizzat meşgul olur, bazı kış akşamlarında Farsçasından Mesnevî ile Osmanlıca Mehmet Akif’in Safahat’ını, ayrıca Batı Edebiyatı’ndan bazı klasik eserleri okuyup anlatırdı.
Böyle nezih ve kültürlü bir âile içerisinde yaşayan Emine Münire Hanım, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nden (bugünkü Robert Koleji) mezun olmuş ve daha sonra aynı okulda 3 yıl ortaokul müdür muavinliği yapmıştır.
Âile içerisinde almış olduğu mânevî hava ve ahlâkî prensipler, bu okulda dünyevî bilgi ve geniş bir dünya görüşü ile birleşmiş ve Emine Münire Hanım, kendi şahsında âdeta doğu ile batıyı mezcetmiştir. O kadar ki, daha okul yıllarındayken edebiyat öğretmeni olan Faruk Nafiz Çamlıbel, ona “sınıfın müslümanı” adını takmıştır.
Emine Münire Hanım, 1957 yılında Özdemir Yarar ile evlenip Ankara’ya yerleşmişti. Bu evlilikten 1959 yılında kızı Meral, 1960 yılında ise oğlu Erol doğmuştu. Beyinin de idealist ve girişimci bir ruh taşımasıyla kendilerini güzel ülkemize hizmet etmeye adamışlardı.
* * *
Emine Münire Hanımefendi, aynı ismi gibi çevresine nur saçan bir hanım idi. Kendi âile ve çocuklarının terbiyesini ihmal etmeden, himmetini âlî tutmuş ve bir taraftan muhtelif köy ve kasabalarda kadınlara el becerileri öğretmiş, kermesler düzenlemiş; bir taraftan da yetim ve garipleri ziyaret edip onlara hediyeler vererek gönüllerini almıştı. İhtiyaç sahipleri ile zenginler arasında bir köprü olmuştu.
Ayrıca her yıl Ramazan ayında “Çocuk İftarları” tertip ederek, medeniyetimizin gelecek nesillere tanıtılması ve sevdirilmesine çalışmıştır. Bu iftar programlarına kâh fakir ve garip çocuklar dâvet edilerek güzel hatıralar yaşamasına vesile olunmuş, kâh zengin ve elit tabakanın gençleri dâvet edilerek millî ve mânevî değerlerimiz rahatça öğrenebilecekleri bir muhit oluşturulmuştur.
Bu ve benzeri cemiyet hizmetlerinin yanında, o kendi başına mütevâzî bir kuldu. İbâdetlerine çok itina gösterir, bilhassa vakitlerinin çoğunu oruçlu geçirirdi. Yakın çevresinin ve hizmet arkadaşlarının anlattığına göre, o, üç aylar boyunca niyetli olmaya ilâveten, haftanın belli günleri ve kamerî ayların 14, 15 ve 16’sında oruç tutmayı bir îtiyad hâline getirmişti. İki defa hacca, defalarca da umreye gitmişti.
O, “Mâneviyat ikinciliği sevmez!..” prensibini bir hayat düsturu edinmişti. Maddî hayatı gibi, mânevî hayatını da bir düzen ve disiplin altına almıştı. Hayatı boyunca yapacağı işleri, kendi içinde bir öncelik sırasına koymuştu. Bu önceliklerin başında ise, Allah rızası gelmekteydi.
Her gün, yeni bir hizmet fırsatıydı onun için... Bir gün kalabalık bir hanım topluluğuna hitâben:
“-İhtiyarlamak istemiyorsanız, sosyal faaliyetlere girin, başkalarının dertleriyle ilgilenin. Şahsen ben, yaşımın ilerlediğini, ancak ellerime baktığım zaman anlıyorum!..” diyerek âdeta genç ve diri kalmanın yolunu göstermişti.
Yurtiçi ve yurtdışı faaliyetlerle müslümanların birleşmesi için çalışmalar yapmıştı. Her Salı, Bahçelievler Çocuk Yetiştirme Yurdu’nu ziyaret eder ve yetim çocukların dertlerine çözüm bulmaya çalışır, onları bir anne şefkatiyle bağrına basardı.
20 Mayıs 2003 tarihinde, safrakesesinden ameliyat oldu. O gün aynı zamanda doğum günüydü, 77 yaşına gitmişti. Bu ameliyat esnasında vücudundaki kanserin karın bölgesine yayıldığı anlaşıldı. Bu ameliyatın ardından 3 ay daha yaşadı. Bu zaman zarfı içinde dostları ile helâlleşti, her an biraz daha ölüme yaklaştığının bilinciyle vaktini ibâdet ve taatla geçirdi.
27 Ağustos’ta zikirlerle geçen bir gece, tekbirler, okunan Kur’an’lar ve Kelime-i Şehâdetler içinde son buldu. Ebedî istirahati için Kozlu Kabristanı’na defnedildi.
Yıllar yılı, üç ayları oruçlu geçirmiş bir kişi olarak 28 Ağustos’ta başlayan hayatının üç aylarını oruçsuz geçirmeden Rabbinin huzuruna gidecekti.
Allah, gani gani rahmet eylesin.
YORUMLAR