Emine Beder Hanımla Mülâkât

Bize kendinizi tanıtır mısınız? Emine Beder hanım kimdir?

  1. BEDER: Allah’ın garip bir kulu, sıradan bir insanım. 1960 Akşehir doğumluyum, 2 tane oğlum var: 25, 26 yaşlarındalar. Şu an çocuklarımla birlikteyim. İnşâallah onlar, hayırlı mutlu bir evlilik yapana kadar birlikteyiz. Ondan sonra da inşâallah, hep duâ ediyorum; onlar bana komşu olsun. Böyle çok muhabbetli gitmeli gelmeli bir komşu olsunlar.

 

Emine Beder Hanım çok renkli bir sima olarak tanınır. Şu an nelerle meşgulsünüz, biraz bahseder misiniz?

  1. BEDER: Bir gazetede yazıyorum, televizyonda program yapıyorum, kitaplarım var. Yakında yenisi çıkacak inşâallah. Zaman zaman radyo programları yaptım, yapıyorum: Bazı kurumlarda da gönüllü hocalık yaptım. Mesela bir kadın cezâevinde “gönüllü hocalık” yaptım. Orada gördüklerim hayata bakış açımı değiştirdi. Onların bana yazdıkları bir hatıra defteri var. Hâlâ saklarım. Çok iç acıtıcı ve yeni yeni bakış açıları katan şeyler hayatımıza… Cezaevini görebilme gibi bir imkânımız olsaydı, hakîkaten, ne kadar şükretmemiz gerektiğini anlardık!.. Ama, cezaevi ortamı, kötü bir ortam! Doğru-dürüst beslenmiyorlar, falan anlamında değil kesinlikle!.. Bence her şey, olabileceği en iyi şekilde… Ama tabiî, sadece yemekle-içmekle insanın ihtiyaçları bitmiyor. İnsanın duygu bakımından da tatmine ihtiyacı var. Oradakiler bunlardan mahrumlar ki, bu da çok önemli bir eksiklik diye düşünüyorum. Sevdiklerinden mahrûmlar. Ev ortamında bir şeyler yapmaktan mahrumlar, mesela yemek pişirmekten... Evet bunun eksikliğini çok hissediyorlar.

İşimin en sevdiğim yanı bu. Yani birilerine bir şeyler öğretmek!.. Bunu çok interaktif bir şekilde yaptığımda çok doyurucu oluyor. Yani insanlarla birebir o ortamı paylaştığımda ya da ekranda. Yoksa yazarak bunu yapmak çok tatmin edici değil!.. Bana göre bizzat anlatarak yapmak çok daha etkileyici!.. İşimin, en çok bu yönünü seviyorum.

 

Yemekle uğraşmaya nasıl başladınız? Herhalde okurlarımızın en çok merak ettiği konu bu olacak.

  1. BEDER: Ben aslında elektrik mezunuyum. Bunu pek kimse bilmez. Kendi mesleğimde de bir yıl çalıştım. Fakat daha sonra eşimin tâyini dolayısıyla ayrılmak durumunda kaldım. Çünkü benim tâyin olmam mümkün değildi. Yıllar sonra çocuklarım büyüdü… vs. derken yemek yarışmalarıyla adım duyuldu. Önce televizyon oldu hayatımda…

 

Yemek yarışmalarına nerede katıldınız?

  1. BEDER: İstanbul’da.Yemek yarışmalarında ödüller aldım. Ondan sonra medyada ismim duyuldu. Televizyon programı, ardından bir gazete, peşisıra bir dergi ve o dergide danışmanlık ve yazarlık!.. Sonrasında yine televizyon, radyo öyle devam etti. Ama bu işin okulu var mı derseniz, “yemek yazarlığı” diye bir işin okulu yok . Ülkemizde “aşçılık okulu” var, ama tam anlamıyla aşçılık okulu değil. Bolu Mengen’de birkaç yıldır açılmış olan aşçılık yüksek okulu. Bunun öncesinde hep usta-çırak ilişkisiyle gelişmiş bir meslek aşçılığı vardı. Benim yaptığım ise tam anlamıyla aşçılık değil. Yemek yazarlığı desek daha doğru olur.

Yani hem uygulama, hem yazma şeklinde diye düşünebiliriz. Bir de sadece yemek yazarlığı konusunda değil, ben bunu biraz daha geliştirip “pratik mutfak bilgileri, püf noktaları, besinlerin değerleri, doğru beslenme, mutfakta tasarruf, israftan nasıl kaçınılır” gibi pek çok konuda da yazdım. Bunlar yemek pişirmekten çok daha önemli. Derslerde de anlatıyorum zaten. Sadece yemeği anlatıp bırakmak değil!.. Gerek tv’de, gerek radyoda ve gerekse yemek kurslarında bu bilgileri de paylaşıyorum.

 

Yemek yapmak bir sanat mıdır efendim?

  1. BEDER: Kesinlikle bir sanat, hem de önemli bir sanat!..

 

Biz bu bakış açısını nasıl kazanabiliriz?

  1. BEDER: Bir kere yemek, yaparak öğreniliyor. Yani pratik yaparak gelişiyor. İlk günlerde belki hiç hoşunuza gitmez ya da hata yapabilirsiniz. Ama pratikleştikçe daha önce yaptığınız bir yemeğe; yeni baharatlar, yeni malzemeler katarak yeni yeni tatlar ortaya çıkarıp sadece kendinize âit şeyler icat etmeniz mümkün. Severek yapıyorsanız, bunu çok iyi ilerletebilirsiniz. Her işte olduğu gibi… Bizzat Cenab’ı Hakk’ın:

“Yaptığınız işi en iyi şekilde yapın!..” fermanı gereğince, işinizi severek ve en iyi şekilde yapmaya gayret ederseniz, zaten başarı kendiliğinden geliyor. Ama en önemlisi, işin içine hep sevgi, ilgi katmak!.. Sevgi ve ilgi olunca, bir enerji yansıması meydana geliyor diye düşünüyorum. Kötü ya da iyi enerjimiz, yaptığımız iş ne olursa olsun buna yansıyor. Yemeğe bence daha çok yansıyor. Belki bakışlarımızla, belki parmak uçlarımızdaki enerjiyle bir şekilde tadına veya tadına yansımasa bile belki bizim bilmediğimiz bir enerji şeklinde midemize giriyor. Bir şekilde midemize ve sonra da diğer organlarımıza.. Hatta:

“Cömertin ekmeği şifâdır, cimrinin ekmeği dert olur!..” sözünde olduğu gibi gerçekten cömert insanın yemeğinde şifâ olabileceğine, cimri insanın sizin gözünüzün içine bakarak yedirdiği yemeğin dert, sıkıntı olacağına inanıyorum. Gözle görmüyoruz,  ama enerji diye bir şey hepimizde var zaten. Bu durumlar da bir nevî enerji yansıması!..

 

Dergimizin bu ayki dosya konusu dünyada hızla artan obezite sorunu... Bazı insanlar sadece yemek için yaşıyorlar. Yemek için mi yaşamak, yoksa yaşamak için mi yemek? Bu ikisi arasındaki ölçü nedir?

  1. BEDER: Bu târif, dînî bir târif değil. Bence her ikisi de doğru değil. “Ben bugün ayakta kalmalıyım, o hâlde yemek yiyeyim!” demek doğru değil. O hâlde yalnız beslenme haplarıyla beslenelim. “Damak tadı” diye bir şey de var. Eğer yaşamak için yemek diye düşünürsek eti pişirmeden yiyelim veya her gün proteine ihtiyacım var benim deyip ızgarayı yapıp yapıp yiyelim. Yaşamak için yemek tabiî ki şart, biz insanız vücudumuzun sürekli tekamülü için, sürekli enerjisi için yemek yememiz gerekiyor. Yemeği de yani Allah’ın verdiği nimetleri de yapabildiğimizin en güzeliyle yapıp yememiz gerekiyor. Şimdi böyle düşününce ifade biraz eksik kalıyor.

 

Evet eğer lezzet almak önemli olmasaydı, Cenâb-ı Hak, bu kadar çok çeşit, bu kadar lezzet yaratmazdı. Bu lezzet ve güzelliğe kapılan insan, beraberinde israfı da getiriyor.

  1. BEDER: Ben israfı sadece yemek konusunda düşünmüyorum. İsraf, bence her konuda var. Vaktin israfı diye bir şey var ki, yemeklerin israfından daha korkunç bir şey!.. Hayatın israfı, insanlığa hayrı olmamış, kendisine hayrı olmamış, bomboş yaşanmış bir hayat!.. İşte en büyük israf, bana göre bu… Zaten bizden istenen de aslında hayatı dolu dolu yaşamak, hani âyette de buyrulduğu gibi, “bir işi bitirir bitirmez ötekine başlamak”!..

Hani bilgisayar oyununu bitirdim, dur, öbür oyunu oynayayım değil tabi!.. Bu da boşa geçen zaman, maalesef!.. Böyle değil, dolaylı ya da direkt olarak insanlara, insanlığa faydalı olabilecek şeyler yapmak!... Tabiî o kadar korkunç bir israf yaşanıyor ki… Mesela kağıt israfı… Boşa çıkan dergiler, gazeteler… Bomboş!.. Veya evlerimizdeki israf. Ben bir zamandır çöplerimi ayırıyorum. Kağıt çöpü ayrı, normal çöp ayrı ve bunu ekrandan da insanlara söylüyorum. Zaman zaman işte kağıtları, şişeleri, pedleri bir torbaya, diğer ev atıklarını başka torbaya… Çünkü çöpten ekmek toplayan, rızık kazanmaya çalışan insanlar var. Bu şekilde, ben de daha az ağaç tüketimine faydalı oluyorum, diye düşünüyorum. Çünkü ne kadar az kağıt tüketirsek ve tükettiğimiz o kağıtların tekrar ne kadarı hammaddeye dönüşürse o kadar az ağaç kesilecektir. Hayatımızın içinde çok fazla israf var. “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz!” buyrulurken, her konuda israf etmememiz kastediliyor diye düşünüyorum.

 

Yemekleri bu kadar çok lezzetli yapıyorsunuz. Hem göze, hem damağa hitab ediyor. Şimdi bu kadar güzel yemeğin içinde ölçüyü nasıl kaçırmayacağız?

  1. BEDER: İşte onda da az yiyin, az uyuyun, az konuşun gibi yemek yerken de dengeli olmak lazım. Biz dengeyi koruyamadığımız için obezite diye bir problemimiz var. Yoksa bundan şu kadar gram, bu kadar gram yiyelim değil!.. Aslında her şeyden yenilebilir, sadece dengeli yemek gerekiyor. Dengeli yemeye bir alışsak midemiz küçülecektir. O zaman problem yok zaten!.. Midenin elâstiki bir yapısı var. Yük bine bine mide genişliyor tabiî. Sonra az yemekle doymaz hâle geliyor ve zamanla da obezite oluyor. Mesela yapılan bir araştırmaya göre, yanlış hatırlamıyorsam, ayakta su içen bir kimsenin midesine 70 ton civarında bir yük binmiş gibi baskı yapıyor ve mide genişliyor.

 

Sofra düzeni, mutfak düzeni hakkında bize neler söyleyebilirsiniz ya da bir ev hanımından beklenen sadece yemeği güzel yapması değil; aynı zamanda sunumu da çok güzel olmalı, değil mi?

  1. BEDER: Güzel yüzlü olmak da diyebiliriz aslında. Sofra çok güzel, âdâbına uygun hazırlanmış olabilir, ama asık çehreler varsa hoş değil tabiî!.. Sofra aslında âile ortamının paylaşılması gereken mühim bir yeri, ama günümüzde sofralar böyle mi?!. Özellikle büyük şehirlerde herkes ayrı saatlerde geliyor, herkes tek başına oturup yiyor. Birlikteliği paylaşmak gerekiyor. Anne-baba ve çocukların hayatı paylaşabildikleri neredeyse tek ortam sofra!.. Çünkü ondan sonrasında çocuk bilgisayarın başında, baba televizyon başında, gazetesiyle meşgul, anne günlük işlerinin peşinde!.. Oysa sofra onların hepsini bir araya toplayan ortam. Sofrayı da acele acele yemek yiyip kalkmak diye düşünmüyorum. Uzun uzun oturulabilecek, sohbet edilebilecek günlük meselelerin paylaşılabildiği bir ortam hâline getirmek daha uygun olur diye düşünüyorum.

 

Sağlıklı hayat için neler tavsiye edersiniz? Aşağı yukarı ifade ettiniz, ama ilâve etmek istediğiniz şeyler var mı?

  1. BEDER: Bu konu çok geniş bir konu!.. Besinlerin hazırlanmasından, pişirilmesinden servisine kadar geçen dönemde doğru şeyleri uygulamak gerekiyor. Son günlerde çok duyduğumuz bir târif: Sağlıklı beslenme, dengeli beslenme!... Proteinlerin, yağların, vitaminlerin, minerallerin, karbonhidratların dengeli alınması gerekiyor. Sebzenin, beyaz etin ön plana çıkarıldığı “sebze ağırlıklı ve zeytinyağlı beslenme şekli” diyebiliriz.

Bu biraz Akdeniz mutfağının prensiplerini oluşturan bir beslenme sistemi!.. Bunlar üstten alta doğru sıralamak gerekirse, zeytinyağlı, sebze lifli gıdalar, beyaz et, hemen arkasından da badem, fındık, ceviz gibi omega 3 zengini olan kuruyemişler, bakliyatlar…

Ekmek olarak yulaflı ve kepekli gibi ekmeklerle beslenme şekli daha uygun!.. Omega-3 zengini balıklarla, semizotu, keten tohumu, ceviz… Özellikle bu dört gıda çok önemli!.. Kalp, damar ve kemik sağlığı için antioksidan özelliği var.

Dolayısıyla her yaş gurubu için, çok önemli!.. Bunun yanında mevsiminde her sebzenin bolca (5 porsiyon)[1] yendiği, meyvenin bolca tüketildiği bir hayat tarzının en sağlıklı şekil olduğunu söylüyor, uzmanlar...

 

“Şebnem” bir hanım dergisi… Hanımlara, okurlara tavsiyelerinizi alabilir miyiz?…

  1. BEDER: Tavsiye değil de, günümüzde evli bir hanımın, her yönden çok dikkatli olması lâzım!.. Yani hem bakımlı, hem temiz olmalı. Hem ev hanımı, hem çalışan bir hanım olarak eşini, çocuklarını ihmal etmeyen, kendisini hiç ihmal etmeyen bir hanım olmalı. Bakımlılıktan kastım bu. Yoksa böyle her gün makyaj yapıp gezsin anlamında değil!.. Temiz, bakımlı, kendini de ihmal etmeyen!.. Hem kendine, hem âilesine vakit ayırabilen, onlardan sadece sevgisini değil, emeğini de esirgemeyen bir anne olması gerekiyor.

 

Emine Hanım çok teşekkür ederiz. Sizden çok istifade ediyoruz, hizmetlerinizin devamını diliyoruz.

  1. BEDER: Ben de teşekkür ederim. Derginize de başarılar dilerim.

 

Röportaj: Ayşegül ZOBİ

 

[1] 5 porsiyon deyince bir elma, bir portakal, etti iki porsiyon!... Arkadan bir sebze yemeği etti üç porsiyon gibi düşünebilir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle