Anne karnında dokuz ay boyunca bekleyen bir çocuk, dokuz ay beklemiş olmak için mi bekler, yoksa (tıpkı fizîkî görünümünü gün be gün şekillendirdiği gibi) psikolojik ve rûhî gelişiminin temellerini de anne karnında attığı için mi?!. Hâmile bir anne, abdest aldığında, namaz kıldığında, Kur’ân-ı Kerim okuduğunda veya yalan söylediğinde, gıybet ettiğinde ya da günaha meylettiğinde o annenin karnındaki çocuk ne hâldedir?
Acaba çokça şikâyet ettiğimiz, “Bizim çocuk çok çekingen… Kalabalık bir ortamda kendini ifade edecek iki kelimeyi yan yana getirmekte zorlanıyor.” diye dert yandığımızda, çocuğun anne karnında yaşadığı psikolojinin tesirinden mi bahsediyoruz… Başka bir ifadeyle “çocuğun karakteri” derken, embriyonun anne karnında gün be gün şekillenen ve bir ömür boyu üzerinde izlerini taşıdığı psikolojiden mi söz ediyoruz?! Mademki “genetik karakter”, anne-babadan alınan genlerin tesiri ile anne karnında oluşuyor, o hâlde “psikolojik karakter” de yine anne karnında mı şekillenmeye başlıyor?
Genetik Karakter Nedir?
Hani hep deriz ya, “Tıpkı babası gibi uzun boylu…” ya da, “Aynı annesi gibi neşeli, cana yakın…”
İşte, bir çocuğun anne ve babadan aldığı genlerin karışımının ve özetinin kendi fiziğinde veya karakterinde şekillenmiş olmasına, “genetik karakter” diyoruz.
Çocuk, daha anne karnına düştüğü ilk an, bir kısım özellikleri babadan (veya baba tarafından), bazı özelliklerini de anneden (veya anne tarafından) alarak yeni bir fert olmaya doğru ilk adımları atar. Anne ve babadan alınan bu özellikler, sadece fizîkî özellikler değil, çocuğun bir ömür boyu taşıyacağı “karakter”in de temel değerlerini oluşturan özelliklerdir. Belki de “Can çıkar, huy çıkmaz.” atasözü, genetik karakteri anlatma açısından kullanılan en mânâlı sözdür.
Ebeveynin ortak genetik özelliklerinin, çocuk üzerinde nasıl şekil alacağı konusunda, anne-babanın ne haberi, ne de direk bir tesiri olabilir. Bu oluşum tamamen anne-baba irâdesinin dışındadır. Örneğin, anne öfkelidir, ama baba çok sâkindir. Anne esmerdir, baba kumral… Bilemez, anlayamaz ve ayarlayamazsınız, çocuğun anne karnındaki oluşumunu… Bir de bakmışsınız ki, anneye göre değil, babaya göre şekillenmeye başlamıştır bile... Genetik oluşumun ayarlanmasında tek bir söz sahibi vardır, o da sonsuz kudret sahibi Allah!.. Ve bu oluşum, tam bir sırdır…
Psikolojik Karakter Nedir?
Genetik karakterin hâricinde, bir de çocuğun anne karnına düştüğü ilk andan itibaren şekillenmeye başlayan “psikolojik karakter” vardır. Psikolojik karakter, annenin sevinçleri, öfkesi, üzüntülerine bağlı olarak “genetik karakterin” üzerine inşa edilen ikinci bir karakterdir.
Anne karnında dokuz ay boyunca bekleyen çocuk, sadece dokuz ay beklemiş olmak için beklemez, aksine annenin yaşadığı her acıyı, her sevinci ve her duygusal değişimi bire bir yaşayarak, bir ömür boyu ana hatları ile kullanacağı karakterin alfabesinin ilk harflerini de dizmeye başlar.
Genetik karakterin oluşumunda her ne kadar, anne ve baba söz sahibi olmasa da, psikolojik karakterin oluşumunda -özellikle anne- direkt tesir sahibidir. Yani anne, eğer isterse karnındaki çocuğun bir “pısırık, korkak” çocuk, yahut da, “sâkin ve huzurlu” çocuk olabilmesi adına ciddi bir rol oynayabilir. Nasıl mı?
İsterseniz yazımıza başlamadan önce, kısa bir Afrika yolculuğuna çıkalım ve embriyo psikolojisi bahsini, Afrika’dan bir örnekle daha da belirgin hâle getirelim.
Kölelik Ruhu…
Eğer “psikolojik karakter” üzerinde konuşacaksak, Afrika’dan bahsetmeden geçemeyiz. Çünkü Afrika, çocuk psikolojisinin bir numaralı laboratuarı ve en acımasız deney tahtasıdır. Bir çocuğun gelişimini takip etmek, bir annenin psikolojisini bozup yeniden yapmak, daha sonra da bunu bilim dünyasına hediye etmek isteyen bilim adamlarının (!) ilk adresidir Afrika… Ve Afrika’nın talihsiz ülkesi Kongo…
Beyaz Adamın “Sâdık Köle” Merakı…
Kongo’nun sömürüldüğü yıllarda, beyaz adam, Kongo’da daha rahat hareket etmek için, Kongo’nun yerli insanlarından yardım almak zorundaydı. Ama en büyük mesele, siyah insanın öfkesine mâruz kalmaktı. Para ile tutulan köleler, her zaman sâdık değillerdi. Fırsatını bulduğu ilk anda, efendisine ihanet edebiliyorlardı. Ayrıca acıya karşı da çok dayanıksızlardı: Hakaret edilirken, dayak yerken, canları yandığında, her insan gibi isyan edebiliyor; eşi ve çocuğuna olan bağlılıklarını “normal insanlar” gibi canlı tutabiliyorlardı. Hâlbuki bu özellikler, bir kölede olmaması gereken özelliklerdi. Çünkü köle, efendisi ile hiçbir şey kıyas etmemeliydi. Canı yansa da efendisine sâdık, kendi adına karar veremeyecek kadar korkak ve pısırık olmalıydı. Yani kölelik genlerine kadar işlemiş olmalıydı.
İşte beyaz insanın sıkıntısı buradan kaynaklanıyordu. Para ile satın alınan Kongolu köleler, her şeyi çok iyi yapıyor, ama iş kritik bir noktaya geldiğinde, beyaz efendiyi tehlikede bırakabiliyorlardı.
Mesele, “Kölelik rûhu genlerine kadar işlemiş köleler nasıl yaratılır(!)?” sorusunda kilitlenip kalıyordu. Ve sonunda beyaz adam, köleliği, rûhuna kadar sindirmiş “köle yaratma(!)” fikrini, Kongolu anneler üzerinde denemeye karar verdi.
Şizofrenik Bir Araştırmanın Kurbanı Anneler
Yapılacak şey, başlangıçta her ne kadar üzücü de olsa, sonuç itibariyle, beyaz adama sâdık köleler edinme fırsatı vereceği için, vicdanlar bir süre susturuldu.
O günlerde Kongo’da sokak sokak, hatta ev ev, hamile kadın arandı… Kimisi, üç aylık, kimisi beş, kimisi de dokuz aylık bebeklerini karınlarında taşıyan anne adayları, zor kullanılarak büyük bir meydana toplandı. Meydana zorla getirilen genç anne adayları arasında dokuz aylık hâmile bir anne seçildi. Doğum yapmasına birkaç gün kalmış olan bu anne adayı, yere doğru gerilerek mancınık hâline getirilmiş bir ağaca bağlandı. Etrafta, yüzlerce siyâhî hâmile annenin korku dolu bakışları arasında bu annenin, bağlı olduğu ağacın ipi kesilerek, yavrusu ile birlikte havaya fırlatıldı. Bir annenin karnındaki çocukla birlikte havada parçalanışına şâhit tutulan etraftaki diğer anneler, çığlık çığlığa sağa sola kaçışsalar da, beyaz adamın elinden kurtulmayı başaramadılar.
Yaşadıkları bu olayı haftalarca üzerinden atamayan hâmile anneler, beyaz adamı nerede görseler, belâ bulaşmasın diye büyük hürmet göstermeye başladılar. Ve anne karnındaki çocukların ruhu, bu korku ile karışık hürmet duygusuyla şekillenmeye başladı.
Henüz bu vak’anın travmasını üzerlerinden atamayan anneler, bir sonraki ay yine aynı meydanda zorla toplandı. İçlerinden yine bir anne adayı seçilip, mancınıkla havaya fırlatıldı. Yüzlerce hâmile anne, her ay, içlerinden seçilen birinin mancınıkla havaya fırlatılışına, kimi zaman havada, kimi zaman yere düşerken parçalanışına şâhit tutuluyor ve yarının annelerine, karınlarındaki bebeklere korku travmaları yaşatılıyordu dokuz ay boyunca…
Hâmileliğinin daha ilk aylarından itibaren, anne karnında bu korku nöbetlerini yaşayarak dünyaya gelen çocuklar, tam da tahmin edildiği gibi, “korkuyu rûhuna sindirmiş ve efendisine ölümüne sâdık” birer köle olmaya başlamışlardı bile… Beyaz adam için paha biçilmez kıymetteki “sâdık köleler”…
Daha anne karnındaki ceninin psikolojisini, travmalarla şekillendiren beyaz adam, bilim adına da bir çığır açtığını düşünüyordu… Embriyo Psikolojisi…
Embriyo Psikolojisi Nedir?
Embriyo psikolojisi, anne karnındaki embriyonun, anne vasıtası ile yaşadığı psikolojiye verilen addır.
Kısaca diyebiliriz ki, hâmilelik süresince, bir anne ne ile meşgul ve duygu dünyası ne ile şekilleniyorsa, karnındaki embriyonun da duygu dünyası aynı olaylarla şekillenmektedir.
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, eğer anne, korku nöbetleri ile hâmileliğini geçirmiş ise, muhtemel ki, doğacak çocukta da bu korku nöbetlerinin izleri bir ömür boyu devam edip gidecektir. Veya çok karşılaşılan bir başka örnekten bahsetmek gerekir ise, istenmeyen bir hâmileliği mecbûrî olarak yaşayan bir annenin karnındaki bebek, dokuz ay boyunca kendisini istemeyen bir annenin psikolojik baskısı altında eziklik hissedecektir. Bu ezilmeler, çocuğun bir ömür boyu taşıyacağı “psikolojik karakter”in en belirgin özelliği olarak, bir gölge gibi o çocuğu takip edecektir.
O hâlde, çocuk bekleyen bir anne, bir baykuş gibi ciddi ve dikkatli olmalı… Karnındaki yavrusuna fizyolojik olarak bağlı olduğu gibi, psikolojik olarak da bağlı bulunduğunu asla hatırından çıkarmamalıdır.
Okuduğu Kur’ân’ı, sadece kendisine değil, karnında taşıdığı yavrusuna da okuduğunu bilmeli… Aldığı abdestin, kıldığı namazın verdiği huzur ve sükûnun sadece kendisine değil minik yavrusuna da tesir ettiğini asla hatırından çıkarmamalıdır. Annenin yaşayacağı korku, öfke, hırs, günah, gıybet, yalan gibi vicdan sızlatan her türlü durumun çocuğa da inceden inceye zehir gibi sızdığı asla unutulmamalıdır.
YORUMLAR