Peygamber Efendimizin sofrasının en temel vasfı, o sofraya hiç haram girmemesidir. Peygamberimiz, hediyeyi kabul eder, ama sadakayı (zekâtı) kabul etmez, ashâbına dağıtırdı. Kendisine zekât (sadaka) olarak verilmiş hiçbir şeyi bizzat yemediği gibi ehl-i beytin yemesine de müsaade etmemiştir.
Bu mütevâzî sofrada her zaman fakir, muhtaç, yetim ve kimsesizlere yer vardı. Bu sofra, hiçbir zaman sadece zenginlerin ağırlandığı sofralardan olmamıştır. Peygamber Efendimiz, içinde fakirler ve muhtaçların bulunmadığı sadece zenginlere tahsis edilmiş ziyâfetleri yasaklamıştır.
Allah Rasûlü, münferit yemeyi uygun görmemiş ve insanların bir arada yemek yemesi ile bereketin nâzil olacağını haber vermiştir:
“Yemeği topluca yeyiniz, dağınık olmayınız, şüphesiz ki, bereket, topluca yemektedir.”
Allah Rasûlü, herkes gibi bazı yemekleri, diğerlerinden daha çok sevse de, topluluk içinde beğenmediği yemeği kötülememiş ve yemeklerin kötülenmesini de yasaklamıştır: “Hoşlanmadığını bırak, onu başkasına haram etme!” buyurarak başkalarının arzularına saygılı olmak gerektiğini vurgulayıp, yiyeceklerin ziyan olmasını engellemiştir.
Hazret-i Peygamber, iktisâdî kurallara son derece riâyet etmiş ve ekmek, yemek israfına meydan vermemiştir. O, yere düşen lokmaların, yiyeceklerin insanlara zarar verecek maddelerden temizlenip yenilmesini söyleyerek tabaklarda yiyecek bırakılmamasına şahsen özen göstermiştir. Diğer yandan yemede ölçünün kaçırılmamasını tenbihleyip:
“Hiçbir insan, karnından daha kötü bir kap doldurmuş olamaz.” Buyurmuştur.
Peygamber Sofrasında Sevilen ve Yenilen Yiyecekler
Peygamber Efendimiz, “bal” ve diğer “tatlılar”ı çok severdi. Et suyu ile yapılan bir çorbaya ekmek doğrayıp kaynatılarak hazırlanan “tirit” yemeği, O’nun en çok sevdiği yemeklerdendi. Tam kıvama gelmemiş “taze hurma” ile “karpuz” yemek de hoşlandıkları arasındadır. Salatalığı tuzlayıp yemek de âdetiydi. Hiç söylemeye gerek yok ki, o devirde en çok yenilen et yemekleridir ve bu tür yemekler, Allah Rasûlü’nün, aynen tirit gibi, en çok sevdiği yemekler arasındadır.
Şüphesiz ki Arabistan’da herkesin olduğu gibi Peygamber âilesinin de en başta gelen gıda kaynakları “hurma” ve “arpa”dır. Hurma, Arap yarımadasında açlığa karşı önemli bir teminat olmuştur.
“Süt” de, en çok müracaat edilen içeceklerden biridir. Peygamber Efendimizin bizzat avlusunda barınan davarlarının sütünü sağarak âilesine yardımcı olduğu vâkidir. Süt, diğer âilelerde olduğu gibi, Peygamber Âilesi’nde hurma ve arpa ekmeği gibi temel gıda maddesi durumundadır ve misafirlere de en çok ikrâm edilen içecektir.
Peygamber Mutfağında Çekilen Sıkıntılar ve Sofra Tarzı
Vazifelerin en ağırıyla görevlendirilen Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve dolayısıyla O’nun âilesi, sık sık geçim sıkıntısı içine düşmüşlerdir. Büyük dâvânın tebliği, Hazret-i Peygamber’e şahsen geçim peşinde koşma imkânı vermiyordu. Aynı dâvâda O’na yardımcı olanlar da başlangıçta bu sıkıntıları çektiler. Sıkıntıların en başında şüphesiz ki, yeterli rızkı temin edememe geliyordu. Hazret-i Peygamber, kıt imkânlar ile âilesinin nafakasını sağlamaya çalışıyordu.
Rasûlullah’ın âilesinin yiyecek bakımından çektikleri sıkıntılar ile ilgili çok sayıda hadîs-i şerîf vardır. Peygamber Efendimizin açlıktan karnına taş bağlaması da bunlar arasındadır. Hâne-i Saadet hakkında bizlere geniş bilgiler sunan Hazret-i Âişe, Rasûlullah’ın yiyecekleri idâreli tüketimi hakkında da şöyle bir tavrından bahseder:
“Hazret-i Peygamber’in midesine bir günde iki ayrı çeşit yiyecek girmemiştir. Eğer O, et yemişse ona başka bir şey katmaz, hurma yediyse ona başka bir şey katmaz, ekmek yediyse ona başka bir şey ilave etmezdi.”
Şüphesiz ki, bir defada çok çeşitli şeyler yememek sıhhat bakımından gereklidir. Fakat Peygamber Efendimizin burada sadece tek şey yemesi, aynı zamanda, gıda maddelerinin azlığından kaynaklanmaktadır. O’nun yediği ekmeğin kalitesi hakkında ise Hazret-i Enes -radıyallâhu anh- bize şu bilgiyi vermektedir:
“Rasûlullah, Allâh’a kavuşuncaya kadar ince undan yapılmış ekmek ve kızarmış koyun eti yememiştir.”
Bir kısım hadîs-i şerîflerden, âilede kepekli ekmek yenildiği ve fakat Peygamber’in hanımlarının, elekleri olmaması sebebiyle, ekmeklik una üfleyerek onu kısmen kepekten arındırdıkları ve böylece biraz daha has bir ekmek yaptıkları anlaşılıyor. Bu dönemlerde Kur’ân-ı Kerîm’de geçen; zeytin, nar ve incir gibi yiyeceklerin yetiştiği bölgelere daha henüz Müslümanların erişemedikleri anlaşılmaktadır.
Peygamber Efendimizin “mutfak hizmetleri”ne gelince, O’nun hanımları, yemekleri kendileri pişiriyorlardı. Meselâ Hazret-i Safiyye’nin -radıyallâhu anha-’nın yemek pişirmesi meşhurdur. Hazret-i Âişe:
“-O’nun gibi yemek pişireni görmedim.” demektedir.
Kaynaklarda Rasûlullah’ın mutfağında çalıştırılan herhangi bir hizmetçi veya câriyeye rastlanmamaktadır. Peygamber Efendimizin eline, sonradan hepsini âzâd ettiği bazı köleler ve câriyeler geçmiştir. Bunlar kısa sürelerde bağ-bahçe ve hayvan gütme işlerinde istihdam edilmişlerdir. Ev hâricindeki işlerde istihdam edildiği anlaşılan bu köleleri, Rasûlullah, çok kısa sürelerle elinde tutmuş olmalıdır ki, kaynaklar onların gördükleri hizmetler hakkında fazla bir mâlûmât vermezler. Rasûlullah’ın aşçısının olmamasına karşılık ashaptan bazılarının aşçıları-ekmekçileri olmuştur. Meselâ Allah Rasûlü’ne on yıl hizmet etmiş olan Hazret-i Enes -radıyallâhu anh-’ın sonradan bile olsa bir ekmekçisi olmuştur.
Muhtemelen Peygamber Efendimizin hanımları, ekmeklik unlarını, el değirmenlerinde kendileri öğütüyorlardı. Bizi bu düşünceye iten şey, kızı Fatımâ -radıyallâhu anha-’nın babasından; ellerinin un değirmeninden nasırlaştığını öne sürerek kendisine bir hizmetçi köle verilmesini yahut satın alınmasını isteyip de O’nun bu talebinin, muhtaçların ihtiyaçları yüzünden, yatağa, Allâh’ı tesbih edip yorgun gitmenin daha hayırlı olacağı düşüncesiyle geri çevrilmesidir.
Altın ve gümüş kap-kacağın kullanılmadığı ve yasaklandığı
Rasûlullah’ın sofra biçimini, O’na küçük yaşta on yıl hizmet etmiş olan Hazret-i Enes -radıyallâhu anh-’den dinleyelim:
“-Ben Rasûlullâh’ın küçük sahanlarda yemek yediğini, O’na ince undan ekmek pişirildiğini ve O’nun masada yemek yediğini bilmiyorum.”
(Hadisi rivâyet eden Katâde’ye:)
“-Peki onlar neyin üzerinde yerlerdi?” diye soruldu da cevâben:
“-(Yer) sofralarında yiyorlardı.” dedi.
Allah Rasûlü’nün evinde hurma dal ve yapraklarından örülmüş hasırlar üzerinde yemek yenirdi. Ekseriyetle ağaçtan yapılmış eşya sandıkları, tabaklar, maşrapa ve diğer mutfak eşyaları kullanılıyordu. Yemekten sonra Peygamber Efendimizin bir tavsiyesi olarak eller yıkanır, kurulamada peçete ve havlu kullanılırdı.
Peygamber Efendimizin Muhtaçlara Çıkardığı Sofralar ve Siyâsî Sofraları
Peygamber Efendimiz, gerek Suffa’da barınan yersiz-yurtsuz fakirleri ve gerek diğer muhtaçları, açları, sadaka ve zekât gibi çeşitli imkânlardan faydalandırıyordu. Bazı durumlarda o garip ve ihtiyaç sahibi kimselerden bir kısmını evine yemeğe götürür ve imkânı olan Müslümanlara da aynı şeyi tavsiye ederdi.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz, ayrıca Nadiroğulları ve Hayber arazîlerinden şahsî idaresine geçen yerlerden sağladığı gelirlerden, elçileri ve siyâsî heyetleri de ağırlıyor ve onlara yemek çıkartıyordu. Hicretin 9. yılından itibaren Medine’ye çok sayıda heyetler gelmeye başladı. Peygamber Efendimiz, bunları misafirhânelerde barındırıyor ve onlara sofra çıkartıyordu.
Heyetlere nelerin ikrâm edildiğini kaynaklardan öğrenebiliyoruz:
Yemâme bölgesinden Hanîfe Halkı heyeti geldiğinde -ki kaynaklarda bunların 10 küsûr kişi oldukları kayıtlıdır- misafirhânede konuk edildiler. Kendilerine akşam-sabah; bazen ekmek ve et, bazen ekmek ve süt, başka bir zaman ekmek ve tereyağı, bazen de hurma ikram ediliyordu. Muhtemelen diğer heyetlere de, imkânlara göre değişiklik gösterse de, buna benzer şeyler ikrâm edilmiştir.
Ebû Hüreyre; akın akın gelenlerin ve misafirlerin çokluğundan dolayı, zaman zaman Peygamber Efendimizin aç kaldığından söz etmektedir. Devlet gelirleri yeterli olmadığından Allah Rasûlü, her yere yardım elini uzatmak zorunda kalıyor ve bu sebeple O’nun sofrası, devlet adına evinin dışına da taşıyordu.
(Bu yazı, Prof. Dr. Celâl Yeniçeri’nin “Peygamber Âilesinin Sofrası” adlı yazısından istifade ile hazırlanmıştır.)
YORUMLAR