Milletler, sâlih erkekler ve sâliha hanımlarla âbâd olur. Bundan dolayı dinin, vatanın ve milletin selâmeti, ancak hayırlı nesiller yetiştirmeye bağlıdır.
Toplumlarda erkeksiz terakkî olamayacağı gibi kadınsız bir terakkîden de söz edilemez. Çünkü kadın, kemâliyle toplumu yüceltir. Kadının alçalması ise, toplumu bir mezbelelik hâline getirir; hayat yollarını cam kırıkları ile doldurur.
Kadın ve erkek, birbirini tamamlayan iki engin âlem gibidir. Ancak bu tamamlamada kadına, Cenâb-ı Hak tarafından daha tesirli bir husûsiyet verilmiştir. Şu ifâde, bu gerçeği dile getirmektedir:
“BİR ERKEĞİ TERBİYE EDİN; BİR İNSANI YETİŞTİRMİŞ OLURSUNUZ. BİR KADINI TERBİYE EDİN; BİR ÂİLEYİ, HATTÂ TOPLUMUN BÜYÜK BİR BÖLÜMÜNÜ YETİŞTİRMİŞ OLURSUNUZ.”
Nitekim sâliha kadın;
– Toplumda şahsiyet ve karakter sahibi bir nesil yetiştiren mektebin muallimidir.
– Âilenin huzurunu temin eden ve gönülleri aydınlatan billur bir avizedir.
– Yine âilesine cennet saâdeti bahşeden hoş kokulu bir çiçektir.
Mü’minin takvâdan sonra sahip olabileceği en hayırlı nîmet, sâliha bir hanımdır. Yine o, Allah Rasûlü’ne Cenâb-ı Hak tarafından sevdirilmiş olan, dünyaya ait üç şeyden biridir.
Umûmiyetle Peygamberlerin, evliyâullâhın ve cengâverlerin arkasında dâimâ sâliha bir hanım vardır. Bu hanım, efendisinin her zaman en büyük yardımcısı ve evlatlarının fazîlet timsâli bir muallimidir. Bu husûsiyetiyle o; ilâhî kudretin genişletilmiş bir rahmet kucağı, âilede saâdet kaynağı, zevk ve safâ ışığı ve âile fertlerinin şefkat odağıdır ki; ömürlük bir teşekküre lâyıktır.
Hatice vâlidemiz, sâliha anne tasavvurunun zirve bir misâlidir. Hazret-i Peygamber r Efendimiz tebliğine başladığında kendisine ilk ve en büyük destek, Hazret-i Hatice vâlidemizdir.
Nitekim Peygamber Efendimiz r Hirâ’dan telâş içinde dönüp:
“–Yâ Hatice! Bana kim inanır?” dediği zaman, o mübârek zevce, Varlık Nûru Efendisi’ne:
“Allâh’a yemin ederim ki, Allah -celle celâlühû- hiçbir vakit Sen’i utandırmaz (mahrum etmez). Çünkü Sen, akrabanı himâye edersin. İşini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire infâk eder, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafire ikram edersin. Hak yolunda zuhûr eden hâdiselerde (halka) yardımda bulunursun...
Ey Allâh’ın elçisi! Sen’i ben kabûl eder, tasdîk eylerim. Bu Allah yoluna önce beni dâvet et!” demiş ve hayatı boyunca Efendimiz’in İslâm dâvâsında sâdık bir müşâviri, dert ortağı, tesellî ve huzur kaynağı olmuştur. Efendimiz r de, engin vefâsı ve yardımları sebebiyle hanımını ömür boyu unutmamıştır.
Zira Efendimiz’in beyânıyla:
“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı; dindar, sâliha bir kadındır.” (Müslim, Radâ, 64; Nesâî, Nikâh, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 5)
Efendimiz, bir âile sohbetinde, Hazret-i Hatice vâlidemizi uzun uzun anlatarak bazı hâtıraları yeniden nakletmiş ve geçmiş günleri yâd etmişti. Hazret-i Âişe c vâlidemiz hayret ifâde eden bir üslupla:
“–Yâ Rasûlâllah, senelerce evvel ölüp gitmiş olan bir yaşlı kadını, bu kadar hatırlayıp yâd etmekte ne fayda var? Allah, size, ondan daha genç ve güzelini ihsân etmiş; ağzında dişi bile kalmamış bir ihtiyar kadın yerine daha gencini vermiştir.” dedi. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 20)
Âişe vâlidemizin bu sözlerine karşı Allah Rasûlü r Efendimiz’in mübârek dudaklarından, Hazret-i Hatice vâlidemizi niçin unutmadığını bildiren şu sözler döküldü:
“–Yâ Âişe! Seneler geçtiği hâlde Hatice’yi unutmayışım, onun dış güzelliğinden değildir. Herkes beni red ve inkâr ettiği zaman, Hatice bana inandı ve tasdik etti.
Etrafımdaki müşrikler bana, «yalancısın» dediği zaman; Hatice bana; «Doğru söylüyorsun, asla çekinme!» dedi.
İnsanlar benden bir pulu esirgediği zaman, Hatice, bütün servetini önüme sererek, «Bunların hepsi emrindedir, istediğin kadar harcayabilirsin.» dedi.
Dünyada yalnız kaldığım günlerde, Hatice benden asla geri kalmadı; «Bunların hepsi geçicidir, üzülme, ileride bu güçlükleri kolaylıklar takip edecektir.» dedi.
İşte ben, Hatice’yi, bu fedâkârlıkları için unutmuyorum!”
Eline aldığı kuru bir hurma dalına dayanarak Rasûlullâh’ın kapısına kadar gelmiş olan yaşlı bir kadın, içeri kabul edilmesini istemişti. Ashâb-ı kirâm:
“–Yâ Rasûlâllah, kim olduğunu bilmediğimiz ihtiyar bir kadın, zâtınızı görmek istiyor.” dediler. Rasûl-i Ekrem r Efendimiz:
“–Müsaade edin, gelsin.” buyurdular.
İhtiyarlıktan âdeta iki büklüm olmuş olan kadıncağız, hurma dalından edindiği asâsına dayana dayana Efendimiz’in bulunduğu odanın kapısından içeri girdi. Bir iki adım ilerlemişti ki, kendisini tanıyan Allah Rasûlü r Efendimiz hemen ayağa kalktılar. Altlarındaki içi hurma lifi dolu minderlerini göstererek oturmasını istediler.
Peygamber Efendimiz’in bu kadına gösterdiği hürmet ve alâka, orada hazır bulunan Hazret-i Ömer’in çok dikkatini çekti. Hattâ kim olduğunu merak ettiği yaşlı kadına gösterilen bu ikrâmı, biraz da fazla bulduğu içindir ki, o yaşlı hanım kalkıp gittikten sonra:
“–Yâ Rasûlâllah, bu kadın kimdi ki, kendisine ayağa kalkacak kadar hürmet ettiniz, minderinizi verecek kadar alâka gösteriniz.” dedi.
Efendimiz’in cevabı tek cümleden ibâretti:
“–Bu kadın, bizim Hatice’nin dostlarındandı!”
Bu hâdise Hatice vâlidemizin Âlemler Sultânı’na göstermiş olduğu fedâkârâne desteklerinden dolayı, vefatlarından sonra da Efendimiz’in ona duymuş olduğu muhabbet ve vefâsının ne güzel bir tezâhürüdür. Yine bu vefâ duygusu sebebiyledir ki Efendimiz r, Hatice vâlidemizin vefat ettiği seneyi “hüzün senesi” ismiyle yâd etmiştir.
Vefâ; peygamberlere, velîlere ve fazîlet sâhibi mü’minlere has bir vasıf olarak beşerî hayatı taçlandıran mânevî bir sıfattır. Vefâ; solmayan bir güldür. Vefânın sonbaharı yoktur.
Gönüllerini vefâ menbaından nasiplendiren mü’minler, iç alemlerini gül bahçesi hâline getirenlerdir. Öyle bir gül bahçesi ki; içinde zikir goncaları, tesbih bülbülleri, amel-i sâlih pınarları, îman, irfan ve ilâhî lutuf çiçekleri vardır. Böyle bir gönlün mükâfâtı Cennet-i âlâ ve Cemâlullah’tır. Allah Rasûlünün vefâ duygusu bizler için bir fazîlet örneği olmalıdır.
İşte Peygamber Efendimiz’in gönlü Hatice vâlidemize karşı böylesine yüksek vefâ hisleriyle doluydu. Bununla birlikte Hazret-i Âişe vâlidemiz de, sahip olduğu yüksek zekâ ve basîret dolayısıyla Rasûlullah r Efendimiz’e her işinde yardımcı olmaya gayret göstermiştir. Nitekim o, ilmî dehâsı sâyesinde zamanının yedi müctehidinden biri olarak Efendimiz’den öğrendiği ilmi, ümmete intikal ettirmiş ve dînin anlaşılmasında yardımcı olmuştur. Husûsiyle hanımlara ait fıkıh, onunla devam etmiştir.
Yine ezvâc-ı tâhirâttan Ümmü Seleme vâlidemizin Hudeybiye günü keskin firâsetiyle bulmuş olduğu çözüm, Rasûlullah r Efendimiz’in mahzun gönlünü ferahlatırken, mühim bir meseleyi de çözüme kavuşturmuştur.
Velhâsıl ezvâc-ı tâhirat vâlidelerimiz, hayatları boyunca Peygamber Efendimiz’e ayrı ayrı birer destek olmuşlardır. Bugünün hanımlarının da, o güzîde ve sâliha annelerimizin mânevi husûsiyetlerinden hisse alma gayreti içinde olabilmeleri zarûrîdir ki “sâliha hanım” fazîletine erebilsinler.
Muhammed İkbal bir şiirinde, kendisine iki Fâtımâ’yı örnek almasını isteyerek müslüman kadına şöyle seslenir:
“Ey örtüsü namusumuzun perdesi olan Müslüman Kadını! Senin yüzündeki nur, îman kandilimizin sermâyesidir. Yaratılışındaki saflık; Hak’tan bize rahmettir, dînimizin kuvvetidir, ümmetimizin varlık esâsıdır. Evlâdımız sütten kesilir kesilmez, ona kelime-i tevhîdi ilk öğreten sensin. Senin muhabbetin, bizim hâlimizi, fikrimizi, sözümüzü, işimizi tanzîm eder.
Toplum fidanının âb-ı hayatı sensin. Ümmetin emanetini koruyan muhafız sensin. Fıtratındaki ulvî hasletleri aklınla keşfet. Hazret-i Fâtıma, senin için bir numûnedir; ondan gözünü ve gönlünü ayırma. Tâ ki, senin dalın da bir Hüseyin meyvesi versin; gülistan, eski mevsimi getirsin.”
İşte müslüman kadının örnek alacağı birinci Fâtıma, İnsan Sûresi’nin 8-11. âyetleri arasında fazîleti, Cenâb-ı Hak tarafından bildirilen Fâtıma’dır. İkinci Fâtıma da, Hazret-i Peygamber r’in canına kastetmeyi isteyip, büyük bir cinayet işlemeye giden Ömer bin Hattab’a mânî olarak, onu hidâyete sevk eden Fâtıma’dır.
Misalleri zikredilen, etraflarına her zaman yüksek şahsiyet ve karakter tevzî eden bu anneler, ümmet-i Muhammed’in annelerine örnek olacak zirve ve âbide annelerimizdir. Kalben ve rûhen böyle annelere yaklaşabilen kimseler için şu şehâdetnâme ne müthiştir:
“Cennet annelerin ayakları altındadır!” (Ahmed bin Hanbel, III, 429)
Rabbimiz bütün yavrularımıza Fâtıma vâlidelerimizin gönül dünyalarından, Hazret-i Âişe vâlidemizin üstün zekâ, basîret, firâset ve iffetinden ve bilhassa Hazret-i Hatice vâlidemizin eşsiz sadâkat ve sonsuz fedâkârlığından hisseler nasip eylesin.
Âmîn…
Hocamız mizanpajın ilk sayfasına canlı bir gül motifi koyup resmin altına büyük harflerle şu ifadeleri yazmanızı istediler:
VEFÂ; SOLMAYAN BİR GÜLDÜR.
VEFÂNIN SONBAHARI YOKTUR.
YORUMLAR