İnsan; kelime olarak iki heceden mürekkep, nisyan ile mâlül, ünsiyeti seven, muammâ bir varlık… İnsan; atılmış bir damla sudan, bir kan pıhtısından müteşekkil, etten kemikten kıyafete bürünerek bambaşka bir güzellikle dünyaya gözlerini açan, acziyet içinde doğan, büyüyüp gelişen ve nihayetinde tekrar acziyete ve zaafa uğrayıp toprağa düşen ebediyet yolcusu…
İnsan; eşref-i mahlûkat, kâinâtın süsü, gözbebeği, özü… İnsan; mükerrem, ahsen-i takvîm üzere yaratılmış, kâinat emrine âmâde kılınmış… Takvâ ile kanatlanan, fücûr ile aşağılara yuvarlanan mahlûk… İnsan; yeryüzünde, en yüce irâdenin temsilcisi, Allâh’ın halîfesi…
Cenâb-ı Hak, Zâriyât Sûresi 56. âyet-i kerîmede; “cinleri ve insanları kendisine kulluk etsinler” diye yarattığını bildirerek, ilk insandan îtibaren gönderdiği peygamberlerin şahsında, arzu ettiği kulluk modelini göstermiştir. Onbinlerce doğru sözlü nebî, yoldan çıkmış kavimleri Hakk’a ve hayra dâvet ederek, bunalmış ruhlara huzûra giden yolları açmışlar; onlara tâbî olan ümmetler, yeryüzünde “halîfetullah” olmanın sırrını idrâk ederek, peşlerinden gelen insanlığa en güzel numûneler olmuşlardır.
Peygamberlerin tamamı ümmetlerini “tevhîd”e davet etmiş, onlara ilâhî emir ve yasaklar doğrultusunda yaşamalarını tebliğ etmişlerdir. Bu emirlerden en mühimi; her peygambere olduğu gibi, Âhir Zaman Nebîsi Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, hicretten 18 ay önce, Mîrac gecesinde emredilerek Ümmet-i Muhammed’e günde beş vakit farz kılınan, namazdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de, “Mü’minler o kimselerdir ki, namazı gerektiği gibi kılarlar...” (el-Enfal, 3) buyurularak, namazın keyfiyetine dikkat çekiliyor.
Yine; “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarından gâfildirler.” (el-Mâun, 4-5) ifâdesiyle, bu husus şiddetle îkaz ediliyor.
Namaz; tesbih, tâzim, hamd, senâ, tevbe, tefekkür… gibi bütün kulluk vasıflarının bir disiplin çerçevesinde toplandığı, yoğunlaştığı bir ibâdet olması hasebiyle, huşû içerisinde edâ edilmesi gereken bir vazifedir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, namazın kul hayatındaki önemi ile ilgili olarak; “Namaz dînin direğidir. Kim onu terk ederse, dînini yıkmıştır.” buyuruyor. (Beyhakî, Şuabu’l-Îman, IV, 300/2550)
Namaz, “mü’minin mîrâcı” olduğundan; kulun Allah Teâlâ’nın huzûrunda olduğunun idrâki, ibâdetin keyfiyetini belirleyecektir. Sonsuz nîmetler ihsan eden sonsuz kudret sahibi Rabbiyle beraber olmak; kula, tarif edilemez mânevî lezzetlerle, her şeyden daha tatlı gelecektir. Her ânını şükürle tamamlamak isteyen Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; farz namazlarının yanında nâfile namazlarla, huzur hâlini devam ettiriyordu. Hele de, çiçeklerin en güzel kokularını saldıkları seher vakitlerinde... Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-, Bedir Gazvesi’ndeki bir hâtırayı şöyle yâd ediyor:
“Bedir günü, O -aleyhissalâtü vesselâm- hâriç, hepimiz uyumuştuk. O ise, sabaha kadar bir ağaç altında namaz kılıp ağlamıştı.” (İbn-i Hüzeyme, II, 52)
Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Namazı benden gördüğünüz şekilde kılınız.” diye emir buyurarak, Ashâb-ı Kirâm’a cemaatle namaz kıldırarak bu ibâdeti öğretmiş; “gözümün nûru” (Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10) buyurduğu namazı, harpte dahî terk etmemiş, ashâbına bilhassa namazlarındaki huşûu ile örnek olmuştur.
Öyle ki, O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ayakları şişinceye kadar namaz kılar, ağlamasından ötürü göğsünden âdeta tencere fokurduyormuş gibi sesler gelir, secde yeri gözyaşlarıyla sırılsıklam olurdu. (Bkz: Ebû Davud, Salât, 157; Nesâî, Sehv, 18)
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz, kendisine sorulan bir soru üzerine, O’nun namazla ilgili ruh hâlini şöyle anlatıyor:
“Rasûlullah bizimle konuşur, biz de O’nunla konuşurduk. Ama namaz vakti gelince sanki bizi tanımıyor gibi bir hâle gelir; bütün varlığıyla Allâh’a yönelirdi.” (Fezâil-i A’mâl, 303)
O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gönül âleminden namazı okuyanlar da bu “ihsân” kıvamıyla yükselmişler; savaşta bedenlerine saplanan okları, namaza durarak çıkarttırıp, yaralanınca koma hâlinde yatarken, “haydi, namaz vakti!” denince, derhal ayılmışlardır. Ordu nöbetinde namaz kılarken, üst üste atılan okları vücudundan çıkararak namaza devam edenler; idam sehpasına çıkmadan önce son arzusunu soranlara, “İki rekat namaz kılmak!..” diyenler; namazdaki huşûun, bu mübârek zevâtı dünyâdan alıp götürdüğünün dâsitânî misâlleridir.
O’ndan -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir kerecik gördüğü namazı, “farz mı, vâcip mi, sünnet mi” diye araştırmadan, ömür boyu ona devam ederek namazla dirilip, arınan, hasta kalpleri şifâ bulan, namazla yüce ufuklara kanat açıp, mîrâca çıkan Sahâbe-i Kiram’ın; yaşadıkları ağır imtihanlarla dolu günleri, rızâ, teslîmiyet ve tevekkülle karşılayıp zirvelere yükselmelerinde; musîbetlere feryât etmeden, sızlanmadan sabırla olgunlaşmalarında ve kaydettikleri bu irtifâda namaz ibâdetinin pek mühim bir yeri vardır!
“Örnek Nesil”den 14 asır uzakta, bugün; gelişmiş onca teknik imkâna, sahip olunan maddî refaha ve nîmete rağmen, insanlar câhiliye karanlığında bunalıyor. Bedenler görünüşte rahat, ama ruhlar mengenede sıkılıyor. Nice genç, eroinin, nicesi fuhşiyâtın, nicesi öfkesinin, kininin kurbanı… Nicesi, âile yuvasını, kayda değer bir sebep olmaksızın yıkıyor, çocukları enkaz altında kalıyor… Hayâsızlık, fitne, fesat, haksızlık, cinâyetler… Hak’tan, hakikatten uzaklaşan insanın işlediği daha nice yüz karası cürümler… Psikologların, psikiyatristlerin kapılarında bekleşen, uzadıkça uzayan kuyruklar… İnsanlar, torba torba ilaçla, âdeta uyuşmuş gibi geziyor. Küçücük çocuklar dahî psikolojik terapilere götürülüyor. Stres ve depresyon, yediden yetmişe her ağzın sakızı… Anne-babalar, öz evlâtlarını bunalıma sokmamak için, onlardan bir bardak su bile isteyemiyor!..
Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in güzîde ashâbının yüzyıllar öncesinden, bugünün depresyondan çıkamayan insanına yazacağı âb-ı hayat reçetesinin en mühim maddesidir, “namaz”!.. Günde beş defa, hattâ bu vakitlerin aralarına serpiştirilen zamanlarda, hayatın her ânında, sevinçte, hüzünde, huzurda, korkuda, sıkıntıda, ferahta olması gereken; kulu Cenâb-ı Hakk’a en çok yaklaştıran ibadettir namaz!..
* * *
Bugün namazla alâkalı olarak yapılmış ilmî çalışmalar var. Kâhire’de bulunan Ulusal Işın Teknolojisi Merkezi’nde yapılan bir araştırma, namazın başta kanser olmak üzere birçok hastalıktan koruduğunu ortaya çıkardı. Secdenin hâmile kadınlar için faydalı olduğunu, ceninin şekil bozukluğuna uğramasını engellediğini, bedenî ve psikolojik hastalıklara iyi geldiğini tespit etti. Işın Teknolojisi Merkezi Bölüm Başkanı Biyoloji Profesörü Muhammed Ziyaeddin Hamid, bu asrın insanının elektromanyetik dalgalara fazlaca mâruz kaldığını, vücutta biriken bu yükün, namazda secde ile boşaldığını ifâde etti. Uzmanların belirttiklerine göre; “İnsan secde edince, elektromanyetik dalgalara daha az mâruz kalıyor, alnın yere değmesiyle yük boşaltılıyor. Yedi âzânın yere değmesi, boşaltımı hızlandırıp yorgunluk ve bazı hastalıklara iyi geliyor.” ( http//www.mumsema.com)
Malezya’nın en büyük üniversitesi tarafından namaz üzerine gerçekleştirilen bir araştırma da; ibâdet sırasında yapılan hareketlerin, sağlığa iyi geldiğini ortaya koydu. Malay Üniversitesi Biotıp mühendisliği bölümü profesörleri; yaptıkları çalışma sonunda; kalp ve omurga sağlığı için, namaz kılmanın birebir olduğunu söylüyorlar. Buna göre, “secde”; beynin ön lobunun kanlanmasını sağlayarak, hâfıza ve dikkat toplama gücünü, merhameti artırıyor. (Frontal loplar, yani beynin ön lopları; plânlama, karar verme, hatırlama, vicdânî muhâkeme ve mücerret düşünme gibi temel vazîfelerden sorumludur.)
Bu çalışmalar, gerçekten de heyecan verici; asrın hastalıklarına karşı reçete edilmesi gereken en tesirli ilâçların başında geliyor namaz ibâdeti… Bugün özellikle psikoterapilerde, hastanın kendine zaman ayırarak içine doğru derinleşmesi ve orada fıtratındaki güzelliklerle buluşmasına çalışılıyor. Namazdaki insan, başka hiçbir işle meşgul olamaz, yemek yiyemez, konuşamaz, kıbleden başka yöne hareket edemez. Namaz; kulun ruh âlemine doğru derinleşip, Rabbiyle buluşması, O’na sığınıp O’ndan yardım dilemesi, her hâlini O’na arz edip O’nunla var olması, güçlenmesidir. Namaz, en tesirli terapilerden daha etkilidir. Zira çeşitli zaaflarla yaratılmış insanı; en kudretli, azametli, hiç ölmeyen, dâimâ diri, her şeyin ve kendisinin de sahibi olanla buluşturan ibâdetlerin özüdür, namaz!..
Namaz kılan; hem kalben, hem de kendisine hayat veren bütün eklemleri ve uzuvlarıyla Hakk’ın huzurunda bulunması sebebiyle; rûhen ve bedenen rahatlar, kanserden korunur, hâfızası güçlenir, merhameti artar. Ama namaz, bu ilmî faydalar hâsıl olsun diye kılınmamalıdır.
İbadetlerdeki hikmetler pek çoktur. Bunların ilmî faydalarından bazıları bugün açığa çıkmıştır. Kim bilir ileride daha niceleri ortaya çıkacaktır. Ancak ibâdetleri sağlıklı olma amacıyla yapmak, onların özünden uzaklaşmaya sebep olur. Namaz jimnastiğe, oruç perhize, hac seyahate dönüşür. İşin özü, kulluğu Rabbimiz emrettiği için yapabilmek, rûhen de ibâdetin içinde olabilmektir. Namaz, kulun Rabb’iyle beraberliğini temin eden en büyük zikir hâlidir. İhlâsla namaza devam eden, ondaki maddî faydalardan da istifâde eder. Ashâb-ı Kirâm, namazın ilmî faydalarının açığa çıkmadığı bir dönemde; bedenine ok gelip saplandığında, kıpırdamadan namazına devam ediyor, yarasından kanlar akarak ibâdetini tamamlıyordu. İdam sehpasına çıkmadan önce namaza duruyor; ayakta saatlerce namaz kılarak Kur’ân’ı hatmediyordu. Namazı Rasûlullah’tan öğrendiği gibi kılıyor ve ardından gelen insanlara en mühim kulluk dersini veriyorlardı.
Kur’ân-ı Kerîm’de; “Elbette namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (el-Ankebût, 45) buyuruluyor.
Bu hususla ilgili olarak Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de; “(Teheccüd) namazı kötülükler için kefârettir. Günahlardan men eder, bedendeki hastalıkları giderir.” buyuruyor. (Tirmizî, Deavât, 112)
Eğer namaz kıldığı hâlde, zaman zaman çeşitli kötülükleri irtikâb eden kişilere rastlanabiliyorsa, bu ibadetin edâ edilişindeki eksikliğe bir işârettir. Rasûlullâh Efendimiz, kendisine bahsedilen bir genç hakkında; “o kişinin namazının, bir gün kendisini münkerden ve fahşâdan koruyacağını” ifâde buyuruyor. Nitekim o genç, daha sonra tevbekâr olarak, iyi bir insan hâline geliyor. Evliyâdan Fudayl bin İyad Hazretleri’nin de, böyle bir bâdire atlattıktan sonra, sâlihlerden olduğu rivâyet ediliyor. Demek ki, günah işlense de namazı terk etmek yok; namaz, er geç insanı bataklıklardan çıkartıp kurtarıyor.
- asrın stres ve depresyondan bunalan insanının bir an önce namazda huşûa ermenin yollarını öğrenmesi ve bunları tatbik ederek dosdoğru namaz kılabilmesi gerekmektedir. Bu, kulluk seviyesinde mertebeler kat edilerek, cemiyet için zulmetten nûra bir geçiş olduğu gibi; âhiret için de bir sürûr olacaktır. Âyet-i kerîmede:
“Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir; onlar ki namazlarında huşû içindedirler.” (el-Mü’minûn, 1-2) buyuruluyor. İşte o zaman; mükâfat olarak, bütün faydalar kendiliğinden hâsıl olur; dünyada ve ukbâda huzura kavuşulur.
YORUMLAR