Duânın iyileşme sürecine olan tesirleri her ne kadar bilim dünyasının en çok tartışılan konularından biri olsa da bugün pek çok uzman; îman, sabır, teslîmiyet ve duânın hastalığın iyileşmesinde ciddî tesirlerinin olduğunu kabul etmektedir. Bu maksatla, zikredeceğimiz şu yaşanmış hâdise, insana nasıl bakmamız gerektiğini açıklaması bakımından mühimdir. Cerrâhî şeyhlerinden Muzaffer Özak Efendi anlatıyor:
“Bir Cerrâhî şeyhi, Boğaz’da bir yalıda bir sünnet düğününe davet edilmiş. Davette vekil-vükelâ, erkân da var. Ev sahibi, 12-13 yaşlarında, henüz zekâsı gelişmemiş bir oğluna, efendinin duâ etmesini ricâ etmiş. Efendi de çocuğun yaşının ve hâlinin artık geçmiş olduğunu ve duânın fayda etmeyeceğini söylediğinde, bunu zamanın Osmanlı Sıhhat Vekili (Sağlık Bakanı) duymuş. Vekil, Avrupa’da eğitim görmüş bir doktor... Şeyh efendinin duyacağı kadar yüksek bir sesle ev sahibine:
«-Efendim!» demiş, «Artık böyle dert ve hastalıkların duâyla-muayla geçeceğine inanma devri geçti. Şimdi haplar, iğneler var. Böyle şeyleri artık bırakın.»
Şeyh efendi, gururla koltuğuna kurulmuş olan Sıhhat Vekili’ne şöyle bir bakmış ve o da herkesin duyacağı yüksek bir sesle:
«-Behey merkep herif! Süslü-püslü vekil kıyafetine bürünmüşsün, seni gören de insan sanır!» demiş.
Başka bir şey söylemeye lüzum kalmadan Sıhhat Vekili’nin rengi sararır, morarır, hiddetten tir tir titrer, ter döker, konuşamaz, kekeler. Şeyh efendi devam etmiş:
«-Af edersiniz evladım, o kelime size hiç lâyık olur mu! O çirkin kelimeyi şunun için söyledim: Size hap yutturmadık, iğne vurmadık; bakın, bir çirkin söz, sizi ne hâllere soktu, neredeyse bayılacaktınız. Peki, bir “merkeb” kelimesi insanı böyle harap ederse, Allah Teâlâ’nın Esmâü’l-Hüsnâ’sı (Güzel İsimleri) niye bunun aksini yapıp dertlerimize devâ olmasın?» deyince, Sıhhat Vekili kalkıp Şeyh efendinin elini öpüp af dilemiş.”[1]
* * *
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- arasında geçen şu hâdise de, sözün tesirine dikkat çekmesi bakımından zikredilmeye değerdir:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:
“-Safiyye’nin boyunun kısa olması Sana yeter!” dedim.
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Öyle bir söz konuştun ki, denize atılsa, denizi bulandırır ve kokuturdu.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4875; Tirmizî, Kıyâmet, 51)
* * *
Sözün; müsbet ve menfî tesiri bulunmaktadır. Bu tesir, sözün tekrarlanması ile artmaktadır. Konu ile alâkalı olarak artık son günlerde iyice meşhur olmuş Japon bilim adamı Prof. Dr. Emoto’nun su kristalleri üzerinde 12 yıl boyunca yaptığı onbinlerce deneyin neticesi de câlib-i dikkattir.
Sınırlı sayfalarda bu deneyleri açıklamak mümkün değildir, ancak Emoto’nun yapmış olduğu deneyler, bize bütün kâinatın bir dili olduğunu ve cansız zannettiğimiz varlıkların dahî bu dilden anladığını göstermektedir. Suyun orijinal yapısını bozan menfî uyaranlar (kötü sözler) tâbiri-i câizse onu hasta etmekte, onu tekrar fıtratına döndüren müsbet tesirler (sevgi sözcükleri) de iyileştirmektedir.
Su; insanın var oluşunda çok büyük bir rol oynamakta ve hücrenin yarısından çoğunu oluşturmaktadır. İki atomun bir araya gelmesi ile oluşan cansız ve şuursuz bir madde olan suyun bile hâfızası ve hâricî tesirlere verdiği tepkiler varken, son derece karmaşık bir işleyişe sahip olan ve trilyonlarca atomdan meydana gelen insana da sadece maddeden ibaretmiş gibi davranarak, hastalandığı vakitlerde bozulan bir makine gibi tamiratına kalkmak, olsa olsa abesle iştigaldir.
Rahman Sûresi’nde bildirilen ilk âyetler, bize niçin yaratıldığımızı hatırlatmaktadır. “Sözün en güzeli” elbette var edenimize ait olan, türâbî yapımıza üflenen sır ile bize yüklenendir. İnsan rûhu, sevgi diline muhatap olduğunda fıtratını koruyacak, bedeni hastalığa dûçâr olduğunda da bu müsbet tesir, onun iyi hissetmesine, bağışıklık sistemini destekleyerek daha çabuk iyileşmesine sebep olacaktır. Ayrıca kulun Hâlık’ı ile irtibatını sağlayan bir dili olması, onu yalnızlık hissinden kurtaracak, iç huzurunu temin edecek, en zayıf hissettiği zamanlarda ona güç verecektir.
Dünyaya büyük bir acziyet içinde, ağlayarak gözlerini açan bebeğin çığlıkları, annesinin göğsünde sükûn bulmaktadır. Oraya yaslandığında, anne şefkati ile sarılıp sarmalandığında kendini güvende hissedip sâkinleşir bebekler…
Akl-ı selîm ile düşünen her insan; bu dünyada kendini kuşatan hâdisâtın içinde âciz olduğunu, sonsuz bir kudret ve azamet tarafından sarmalandığını hissettiği zaman sükûna kavuşacağını anlamakta gecikmeyecektir.
Hastalık da kulun acziyeti hissettiği hâllerden biridir. Bu durumda; kuvvetli birine dayanmak, onun her an yanında olduğunu ve iyileşmesi için elinden geleni yaptığını bilmek, kişiyi rahatlatacaktır. Hele ki sığınılan, sonsuz ve yüce bir kudret ise, her şeyin sahibi ve var edicisi, hastalıkların şifâ vericisi ise; O’nunla konuşmanın, O’na sığınarak kendini O’na emanet etmenin, bizzat O’nun öğrettiği kelimelerle şifâ dilemenin kişiye nasıl bir ruh hâli kazandıracağını tefekkür edelim.
Duâ, her şeyin sahibi yüceler yücesi Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, yakarışta bulunmak, merâmını vâsıta kullanmadan O’na arz etmek, işlerini O’na havâle etmek demektir.
Tıp dünyasında yapılan objektif araştırmalar, duânın insan psikolojisi ve fizyolojisi üzerinde müsbet tesirler meydana getirdiğini tespit etmiştir. Elbette duânın faydasına inanmak, tıbbî tedaviyi reddetmek mânâsına gelmemektedir. Lâkin “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.”[2] âyet-i kerîmesinde öğretilen hakikat üzere, ilacın tesirini de halk eden, şifâyı da veren Cenâb-ı Hak’tır. Tıp ilmini; Allâh’ın verdiği -başta akıl olmak üzere- pek çok nîmet ile tahsil edip, sonra da hâşâ Allah’sız(!) bir bilim üretip tedavi yapmaya kalkışmak ne büyük hadsizliktir, düşünmek îcab eder.
* * *
Nobel ödülü kazanmış olan cerrah ve fizyolog Alexis Carrel, duânın rûhî ve bedenî tesirlerini değişik hastalar üzerinde incelemiş ve uzun yıllar süren çalışmalarını “Duâ” isimli eserinde toplamıştır. Kitabında, “Duâ, rûhun Allâh’a yükselmesidir. Duâ, kanseri bile iyi eder!” diyen Fransız doktor, “Yarınlara Doğru” isimli eserinde de şu ibretlik hadiseyi aktarmaktadır:
Bir rahip, Alexis’e:
“-Öğrencilerinize duâ etmeyi öğretiyor musunuz?” deyince o şu cevabı vermiş:
“-Ben onlara bütün hayatlarını bir duâ hâline getirmelerini öğretiyorum.”
Eserinde belirttiğine göre, Batı dünyasında duâ ve telkin yoluyla tedavi yapan kişiler ile mukaddeslik atfedilen yerler vardır. Fransa’da Lourdes Sağlık Bürosu, duâ yolu ile şifa bulan hastaların câlib-i dikkat iyileşmesini, doktorların da şahitliği ile bir bültenle yayınlamıştır.
* * *
İnsan en sıkıntılı anlarında kendisini boşlukta hissetmekte ve Yüce Yaratıcı’ya duâ etme ihtiyacı duymaktadır. Böylece bir rahatlık kazanmaktadır.[3] Hattâ inançsız insanların bile başları sıkıştığında duâya yöneldikleri bir hakikattir.
Duâ ile gönül rahatlar; üzüntü, keder ve stres dışarı atılır. Çünkü duâ eden kişi, Allah Teâlâ’nın duâsını kabul edeceğini ümit eder. Nitekim âyet-i kerimede buyrulur:
“(Habibim!) Kullarım, Beni Senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana duâ edenin duâsına icâbet ederim.” (el-Bakara, 186)
Cenâb-ı Hakk’ın duâyı kabul edeceği ümidi, mü’minin üzüntü ve kederini hafifletir. Böylece insan kaygı, keder ve üzüntülerini duâ ile giderebilir.[4]
Son yıllarda Los Angeles’ta 400 hasta üzerinde yapılan bir araştırmada, duâ ve dînî hayatın güçlendirilmesi ile hastaların % 60’ında takıntı-saplantı, aşırı hassasiyet, fobik anksiyete, paranoyak düşünceler, psikotik durumlar ve genel hastalık belirtilerinin azaldığı tespit edilmiştir.
Şizofrenik halüsinasyonlarla duâ ve dînî faaliyetler arasındaki münâsebetin incelendiği başka bir çalışmada, duâ eden ve dînî kitaplar okuyan Suudî hastaların, başka bir metot kullanan İngiliz hastalardan daha mantıklı bir tutum içinde oldukları tespit edilmiştir.
AIDS ve kanser hastaları üzerinde yapılan araştırmalarda, dînî vecîbelerini yerine getiren hastalarda daha az depresyon belirtisi görülmüş ve kanserin tesirinin azalabileceği tespit edilmiştir. Bu tür hastalarda cerrâhî müdahalelerden sonra iyileşme oranı, diğer hastalara nazaran yüksek bulunmuştur. Hipertansif hastalarda yapılan klinik deneyde ise, duânın kan basıncının normalleşmesini sağladığı ve ağrıyı azalttığı görülmüştür. (Devam edecek)
[1] Âdem Ergül, 365 Lider Davranış, sh: 131.
[2] eş-Şuarâ, 80.
[3] Yûnus, 12.
[4] https://katalog.marmara.edu.tr/eyayin/tez/eTez024386.pdf
YORUMLAR