Dua Gibi Silahımız Varken

Günümüzde sık sık şâhid olduğumuz bazı hâdiseler, içinde bulunduğumuz mânevî boşluğun derinliğini fazlasıyla ortaya koymaktadır. Bu öyle bir derinlik ki; âdeta inançlarımız sarsılmış, en ufak sallantıda yıkılmaya mahkûm durumdadır.

Çevremizde hep duyarız:

“-Oğlum iş bulamadı, falanca türbeye gidip bozuk para attım. Kızımın kısmeti kapalı, filanca türbeden taş topladım. Çocuğum olmadı, bilmem hangi türbeye bebek patiği bıraktım. Ev almak istiyorum, bir evliyânın mezarına anahtar sürdüm…”

* * *

Günümüzde oldukça yaygın olan bir şey daha var. Özellikle küçük çocuklara, nazar değmesin diye “mavi boncuk” takarlar. Kul yapısı bir boncuktan ne beklenir ki? Varlıkları, asıl sahibinden daha iyi, kim muhafaza edebilir? Hem Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de nazar, büyü, sihir… gibi kötülüklerden nasıl korunacağımızı bildirmiyor mu? Yüce Kitabımızda “muavvizeteyn” (Felak-Nâs) sûreleri yok mu? Bize gelecek fenalığı engellemek, bir boncuğa mı kaldı? Hem Rabbimiz, Zümer Sûresi’nin 38. âyetinde:

“Andolsun ki onlara: «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorsan, «Elbette Allah’tır.» derler. De ki: «Öyleyse bana söyler misiniz? Allah, bana bir zarar vermek isterse, Allâh’ı bırakıp da taptıklarınız, O’nun verdiği bir zararı giderebilirler mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun verdiği bu rahmeti önleyebilirler mi?» De ki: «Allah bana yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar.»” diye buyurmuyor mu?

Ayrıca son dönemlerde de çok yaygınlaşan bir şey daha var. “Bir duâ yazıp, sonuna da bu duâyı dokuz kişiye gönderirsen, akşama kadar dileklerin gerçekleşecek veya sevinçli bir haber alacaksın…” gibi e-mail ya da mesajlar gönderiyorlar. Nerden biliyorsun ki? Bunu, ancak Rabbim bilir! İşimiz, bir mesaja mı kaldı? Toplumumuzda bu tür şeylere olan rağbetin artışı, inanç dünyamızdaki noksanlıkların göstergesidir.

Üstelik abdest alıp namaz kılan, dinimizi yaşama gayreti içinde olan kişiler de böyle hatalara düşebiliyorlar. Peki, nerde kaldı, Rabbimize namazlarımızın her rekâtında:

“İyyâke na’budü ve iyyâke nesteîn”

(Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Sen’den yardım dileriz.) diye seslenişimiz!...

Bir mezar taşı, türbeye bıraktığımız herhangi bir şey veya oradaki evliyâ, kendi başına ne yapabilir ki? Rabbimin izni olmadan, yaprak bile kımıldamaz. Hem “Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Sen’den yardım isteriz.” deyip hem de niye Allah’tan başkasından medet umuyoruz ki? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu derler ya, o hesap!

“Allah dostları hürmetine” yine Rabbimizden isteyip, hâlimizi O’na arz ettikten sonra; dinimizde türbe-kabir ziyaretlerinin bir mahzûru yok. Bunun hâricinde yapılan her şey, kabirdekilerden bir şeyler istemek, onlara adak adamak, mum, çaput vs. bağlamak… hep bid’at ve sapıklıktır.

Bir de bu tür hatalar yapmadığı hâlde bid’at sahiplerini uyarmayıp, yanlışlarını görmezden gelen müslümanlar var. Onlar, bu kişilere:

“-Yok kardeş, ben Allah’tan isterim, öyle şeylere aklım ermez, onaylamıyorum; ama saygı duyarım, o senin düşüncen!..” gibi şeyler derler.

Müslüman vakarlı olmalıdır. Allâh’ın rızasına uygun olmayan hiçbir şeye saygı gösterilmez. Birileri, bir yerde yanlış yapıyorsa, buna göz yummamalı, en azından hatalı olduğunu dile getirmeliyiz. Rasûl-i Ekrem -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“Bid’at sahibini red ve inkâr eden kimsenin kalbini, Allah Teâlâ emniyet ve îmanla doldurur. Bid’at sahibine ihânet eden kimseyi, büyük korku gününde Allah Teâla emin kılar. Bid’at sahibine karşı yumuşak davranıp, ona ikramda bulunan ve güler yüz gösteren kimse, Allah Teâla’nın Muhammed aleyhisselam’a indirdiğini istihfaf etmiş (hafife almış) olur.” buyurmuştur.

Her türlü bid’at ve hurafeden uzak durduğumuz gibi, bilerek veya bilmeyerek bid’at işleyen kimseleri de tatlı bir dil ve münâsip bir lisân ile ikaza çalışmak lâzımdır. Eğer bid’at sahibi, öğüt kabul etmezse, biz üzerimize düşen “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” (iyiliği emredip kötülükten vazgeçirme) vazifemizi yapmış oluruz. Din kardeşimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmiş sayılırız. O ikazımıza rağmen, yine bid’at işlemeye devam ediyorsa, ondan yüz çevirmek de müstehaptır.

Şiddetle takbih edilmeyen (çirkinliği ortaya konmayan) bid’atler, kolaylıkla insanlar arasına yayılır ve kötülüğü herkese sirâyet eder. Bilmeyen insanlar da, bu bid’atlerin dînin bir gereği zannederler.

Müslüman, akıllı ve firasetli olmalıdır. Bizim duâ etmek gibi güzel bir nimetimiz var. Duâ, mü’minin silahı, her kapının anahtarıdır. Yüce Rabbimizin “Kulum, Ben’den iste ki, vereyim.” diye bir vaadi var. O hâlde neden saçma sapan şeylere ihtiyaç duyuyoruz ki?

Bir derdiniz, bir murâdınız mı var? Kalkın gecenin seherinde, çok değil, iki rekât “Hâcet Namazı” kılın; açın ellerinizi Allâh’a, içten gelen samimi duygularla ve ağlayarak yalvarıp, O’nun bitmez tükenmez hazinesinden isteyin. Zira gözyaşı, rahmeti celp eder. Cenâb-ı Hak, Furkan Sûresi’nin 77. âyetinde:

“Rasûlüm de ki: Kulluk ve yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?!” buyuruyor.

 Câiz olan bütün arzularınız için meşrû yollardan, sebebine müracaat ettikten, yani fiilî duâmızı da yerine getirdikten sonra, Rabbimizden isteyin. Biricik Yaratanımız, sahibimiz O değil mi! Niye âciz varlıklardan medet umuyoruz ki?

* * *

Duâ, her ân edilir, vakti zamanı olmaz; ama daha makbul olduğu muhtelif zamanlar vardır ki; o vakitleri iyi değerlendirmek lâzımdır.

Bir de duâsı, Allah katında, geri çevrilmeyecek insanlar vardır; onların da duâsını alma gayreti içinde olmalıyız. Yani bu konuda biraz fırsatçı davranmalıyız. Hem Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz, sâlih kullarının dilinden hayırlı evlat, helâl rızık, ilim talebi… gibi çeşitli duâ ayetleri öğretiyor, hem de her türlü hastalığın şifâsı için okunabilecek şifâ âyetleri var. Ayrıca Rabbimiz güzel isimleri olan “Esmâü’l-Hüsnâ”yı da duâlarımıza eklememizi istiyor.

Önemli olan, istemesini bilip âdâbına uygun hareket etmektir. Hak Teâlâ, bir kulunun murâdını gerçekleştirmeyi dilerse, çeşitli vesîleler verir. Öyleyse esas olan vasıtalara takılıp kalmamak, her türlü sebep ve vesîlenin gerçek sahibi Rabbimize, O’nun râzı olduğu şekilde yönelmektir.

Sık sık duyarım:

“-Ben duâ ediyorum; ama duâm bir türlü kabul olmuyor!..” diye...

Bu, oldukça yanlış bir düşünce... Bir kere duâmızı, kabul olacağına inanarak etmeliyiz. Allah Teâla:

“Ey benim meleklerim!.. Kulumun ısrarla yaptığı duâyı kabul ettim ve istediğini verdim. Çünkü bir kulumun uzun uzadıya duâ edip inlemesinden utanır, haya ederim” buyuruyor. O hâlde duâda ısrarcı olmamız elzemdir.

Bazen Cenâb-ı Hak, duâmızı kabul eder; fakat istediğimiz şeyi vakti gelince verir. Olaylara Hızır -aleyhisselâm- gözüyle bakmalıyız. Bazen hakkımızda şer olabilecek bir şeyi istiyor olabiliriz. Bunu biz bilemeyiz, ancak Rabbimiz bilir.

Zamanın birinde bir padişah varmış. Çocukluğundan beri yanından hiç ayırmadığı arkadaşını kendisine vezir yapmış. O arkadaşı, yaşadığı her şeye:

“-Var bunda da bir hayır!..” dermiş. Bir gün iki dost avlanmaya gitmişler. Vezir, tüfeği hazırlayıp padişaha veriyormuş. Kurşun geri tepip padişahın parmağını koparmış. Vezir, her zamanki gibi:

“-Var bunda da bir hayır!..” demiş.

Bu duruma çok sinirlenen padişah, onu zindana attırmış. O olaydan bir sene sonra, padişah adada yamyamlara esir olmuş. Onların inançlarına göre ise; bir uzvu eksik insanı yemek uğursuzlukmuş. Parmağı olmadığı için padişahı serbest bırakmışlar. Hatasını anlayan padişah, hemen zindana attırdığı vezirine gitmiş ve özür dilemiş. Arkadaşının cevabı yine her zamanki gibi:

“-Var bunda da bir hayır!” olmuş. Padişah:

“-Bir sene boşu boşuna zindanda yattın, bunda ne hayır olacak yahu?!” demiş.

Vezir:

“-Eğer zindanda olmasaydım, senin yanında olacaktım ve o zaman da yamyamlar beni yiyecekti.” diye cevap vermiş.

Rabbim, bizlere de şerlerdeki hayırları görmeyi nasip eylesin!

Açıkça haram olan bir hususu arzu etmedikçe Allah’tan ısrarla isteyin, inanın ki, boşuna değildir. Zira Rasûl-i Ekrem -sallâllahu aleyhi ve sellem- :

“Herhangi bir müslüman; günâhla, akrabalığı kesmekle ilgisi olmayan bir duâ ederse, Allah ona üç şeyden birini verir:

1- Ya duâsını dünyada kabul eder.

2- Veya âhirette sevabını hazırlar.

3- Yahut istediğinin misli olan bir fenâlığı kendinden giderir.”

Cenâb-ı Hak, cümlemizi âciz varlıklardan medet ummak sûretiyle sapıklık ve bid’atlara düşmekten korusun. Son nefesimize kadar îmânımızı sıdk ile muhâfaza buyursun. Ömrümüzü, Kur’ân ve Sünnet ışığı ile aydınlatsın. Bizleri fiilî ve kalbî duâlarımız sayesinde kendisine yakın olan kullarından eylesin!.. Âmin!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle