Dost’tan Dost’a Mektuplar

 

DOST’tan;

“Hâlimi arza kelimeler yetersiz,

Kalem yorgun, kâğıt yorgun, söz yorgun…

Çırpındıkça yutuyor beni bu dehliz,

Yürek yorgun, dilim yorgun, ruh yorgun…”

 

DOST’a;

“Umudunun yelkenlerini suya indirme, Dost! Aç yüreğini de yelkenleri yüzdürecek rüzgârı yakala. Kapat gözlerini, huzur limanının râyihaları kılavuzluk etsin sana. Kapat gözlerini ki, önündeki girdaplar seni yolundan döndürmesin.

Hani var ya, bilirsin sen, Hüsn-ü Aşk’taki gibi…

Kalk, silkelen; atâlet ve umutsuzluk bizim için değil.

Yüzdür, kâğıttan da olsa gemilerini…”

 

DOST’tan;

 “Yüküm ağır, derdim büyük, târifsiz,

Ne yana dönsem, orada bir vurgun…

Her adımda batıyorum çaresiz,

Beden yorgun, elim yorgun, kol yorgun…”

 

DOST’a;

“Deryayı arıyorsan, bırak çamurlu su birikintilerinde oyalanmayı da temizle rûhunu… Gül bahçesine kir-pas içinde girilir mi hiç?

Dertlerin, gamın bırak gelsin seninle. Katığı acı olanın, aşkı büyük olur. Ama sakın feryâd u figân edip derdin için dövünme. Teslim ol, râzı ol, kul ol, ey nefsim!

Acziyetinin farkında olmayanlar, zelîl olurlar.

Âciziz, kuluz, köleyiz, ama yalnız Rahman ve Rahîm karşısında…”

 

DOST’tan;

“Bahar geldi diyorlar, hani nerede nev-bahar

Yağmuru kesilmedi rûhumun, bana hep sonbahar

Gönül bahçeme girilmez her yer târumâr

Çiçek yorgun, ağaç yorgun, dal yorgun…”

 

DOST’a;

“Bahar geldi, ey Dost! Erguvanlar açtı, akasyalar salınıyor dallarda, lâleler rengârenk… Bahar geldi, Dost! Deniz, başka güzel Nisan’da.

Nisan yağmurları düşüyor, dür (inci) taneleri gibi toprağın bağrına, bin bereket için…

Ağaçlar gelin taçlarını takmış… Kuşların dilinde bahar nağmeleri…

Bahar geldi ey Dost!

Bilirim, bu bahar, nadasa bırakılmış yüreğin târumâr... Târumâr, ama yine de şükür var. Unutma şükür hep var.”

 

DOST’tan;

“Bir şehri terk etmek… Yüreğine saplanan acılarını köşe başlarında bırakarak… Sevinçlerini, umutlarını, hayallerini; yarım kalan bütün yanlarını da… Gözyaşlarını içine akıtarak…

Veda etmek… Tanıdığın, bildiğin bütün sokaklara; hâtıralarını emânet bırakarak…

Elinden tutup ağır ağır yükleri, bu yaşında taşıyan küçük bir yüreğin… O küçücük yüreğin de yarım kalanlarını tamamlayabilmek için kocaman yaparak yüreğini… Bir şehri terk etmek…”

 

DOST’a;

“Yurdundan, yuvandan ayırdılar diye mi ağlıyorsun, ey Dost? Asıl yurdunu, bu alçak dûn-ya mı zannediyordun ve yuvanı, o dört duvar? Sırf et ve kemikten, bir tenden ibaretsin, doğru; ayırmışlar seni bütün sevdiklerinden…

Yazık sana!

Yazık, bir rûhun yoksa, ey Dost! Olsaydı bilirdin. O zaten buralarda hep firakta, hep misafir…

Bırak gâfilliği, ey Dost! Bırak da rûhun, kafesinden kurtulsun; bu boşa ağlayış, vuslat sevinciyle son bulsun…”

 

DOST’tan;

“Günler geçiyor; kar yağıyor, duruyor, sonra yağmur yağıyor -toprak kokmuyor buralar-…

Güneş doğuyor, batıyor, o da duruyor, sonra gece başlıyor, sonra….

Sonra sabah…

Acı veren her şey bitiyor,

Yürekte izi de kalmıyor sonra…”

 

DOST’a;

Gördün mü ey Dost! Varmış değil mi, her gecenin sabahı ve her sıkıntının bir felâhı? Sen yeter ki, sabırla beklemeyi bil.

Devran döndükçe elbet güneşe denk gelir. Kara kış biter; karlar erir, ağaçlar yeşerir, rengârenk çiçekler filizlenir. Târumâr kalmaz, hiçbir gönül… Sen yeter ki sabırla beklemeyi bil.

Uzak görünse de bahar, bir gün mutlaka gelir.

Kapatma kapıları, ey Dost!

Karartma umutlarını, külleri alevlendir… Vakit, şükür vaktidir.”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle