Eğlence deyince; belki de birçoğunuzun aklına müzik geliyordur. Hâlbuki eğlence, hoş vakit geçirmeye yarayan şey ya da hoş vakit geçirilen toplantıların genel adıdır. O hâlde piknikler, kamplar, geziler… Kısacası insanı dinlendirip, yaşadığı stresten uzaklaştıran her şey eğlencedir. Sevdikleri ile birlikte bir şeyler yapmak da insanı mutlu eder. Ne yaptığının önemi yok!.. Mühim olan, birlikte güzel zaman geçirmektir.
Dinimizde eğlencenin yeri nedir, Müslüman eğlenmez mi? Tabiî ki, eğlenir. Günaha sebebiyet vermeden, meşrû ortamlarda, vakit israfı olmadan yapılan eğlence; insanın en tabiî hakkıdır. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, terbiyesi altında bulunan bir kızı, Ensar’dan birisi ile evlendiriyordu. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“−Yâ Âişe! Hani sizin def çalacak ve şiir söyleyecek muganniyeniz yok mu? Ensar’ın böyle oyun hoşuna gider.” buyurmuştu.
Gayr-i ahlâkî düğün ve toplantı cemiyetlerine gitmek, isyan içeren şarkılar dinlemek, günah işlemeye sebebiyet verecek şekilde eğlenmek, dinimizce yasaklanmıştır. Zira kalb, âdeta bulunduğu kabın rengini ve şeklini alan suya benzer. Tevbe Sûresi’nin yüzondokuzuncu âyetinde Rabbimiz:
“Ey îmân edenler!.. Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun!..” buyuruyor.
Bu açıdan günah işlenen yerlerde bulunmak ya da apaçık günah işleyenlerle bir arada olmak dinimizce mahzurludur.
Fakat güzel havalarda; bağlık, bahçelik ve çayırlık yerlere, su kenarlarına, kalabalık olmayan ve haram bulunmayan yerlere giderek temiz hava almak ve neşelenmekte bir mahzur yoktur, hatta bu en tabiî bir ihtiyaçtır.
Rabbimiz, En’âm Sûresi’nin 31-32. âyetlerinde:
“Ve onlar günah yüklerini sırtlarında taşırlar. Yüklendikleri yük ne kötüdür!.. Dünya hayatı hiçbir şey değildir. Ancak oyun ve eğlenceden ibârettir.” buyurmuştur.
Bu yüzden; eğlenirken de gâyemiz Mevlâ’nın rızasına muvâfık olmalı!.. İşte bu şekilde düzenlenmiş bir programı anlatacağım.
En çok keyif aldığım; saatlerin, dakika gibi çabuk çabuk ilerlediği bir eğitim kampıydı bu. Kamp dedim ya; aklınıza ormanlık bir alan ve çadırlar gelmesin. Rahat bir ev ortamındaydık. Burada; dinlenirken eğlendik, eğlenirken de kazançlı çıkacağımız şeyler yaptık. Hani derler ya; “Çirkin ile bal yenmez, güzel ile taş taşı!..” O hesap, sevdiklerimin de yanımda olması, işin en güzel tarafıydı.
Eve gelir gelmez, öğretmenimle ve arkadaşlarımla selâmlaştım. Daha sonra greyfurt sularımızı içerken, iki gün boyunca neler yapacağımızı konuştuk. Program çok güzeldi ve hiç boşa giden zamanımız olmadı. Günümüz; kıssaların en güzeli, Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- kıssası ile başladı. Buna o kadar ihtiyacım varmış ki; zihnimdeki bütün soru işâretleri, cevabını buldu. O âyet-i kerîmeler okunurken söylenilenler, âdeta içime işliyordu. Sanki bütün duyduklarım benim içindi ve Rabbim bana sesleniyordu.
Dinlenme vakitlerinde de kaza namazları kıldık. Evde; ezân sesleri dört bir yandan, güçlü bir şekilde duyuluyordu. O an içimdeki coşku ile Rabbimin huzuruna durarak, namazlarımı vaktinde kılmanın hazzını yaşadım. İkindi vaktinde tesbihâtımız oldu. Allah ve Rasûlü’nü anarak kalbimiz huzurla doldu.
Gün batımında terasa çıktık. Tefekkürün lezzetini aldım. Birlikte kararlaştırdığımız bir sûreyi ezberledik. Allâh’ın kelâmını zihnimize nakşetmenin mutluluğunu yaşıyorduk. Günün hâtırası olarak, inşâallâh bir ömür boyu aklımızda kalacak olan Şems Sûresi, gönlümüze güneş gibi doğdu. Rabbimin rızâsına uygun dış kıyafeti bulamadığımız için ve farklı bir çalışma olması hasebiyle pardösü kalıbı çıkardık. Sadece yemek yerken muhabbet ediyorduk.
Zaman zaman tefe’üller yaparak, içinde bulunduğumuz hâl ile ilgili uyarı ve tavsiyeler alıyorduk. Öğretmenimiz ve kardeşlerimizle hem problemlerimizi, hem de bilgilerimizi paylaşıyorduk. Ezberlerimizi tekrarladıktan sonra yatsı namazlarımızı kılıp yattık.
Sabah namazını Fâtih Câmii’nde kıldık. Bu vakitlerde Fatih, ne kadar da güzeldi. Pespembe bulutlar, Mevlâ’yı zikreden ağaçlar, tertemiz bir hava… Mânevî feyizle birlikte içimize dolan ılık rüzgârlar eşliğinde, kalplerimiz duâlarda buluştu.
Öğretmenimiz, “Yavrularım, sizi namaza götürüyorum!” dediğinde; merhametli bir annenin yapabileceği en güzel şey, diye içimden geçirdim. Biraz uyuduktan sonra, güne yine greyfurt suyu ve Hazret-i Yusuf -aleyhisselâm- kıssası ile başladık. Her satırında benim için ayrı bir îkaz vardı sanki… Ezberlerimizi tekrarladık. Öğrenmenin keyfine en çok burada vardım. Daha sonra ömür boyu saklayabileceğimiz ve bu güzel günden hâtıra olarak kalabilecek bir hat çalışması yaptık.
Dolu dolu ve huzurlu olarak geçirdiğimiz otuz bir saatlik birlikteliğimizin sonuna geliyorduk artık... İçime bir ateş çöktü; “Allâh’ım hiç bitmesin!..” diyordum; ama her güzel şey gibi bizim kampımızda sona ermişti. Âdeta rüya gibiydi. Birlikte hareket etmenin güzelliğini, vakti değerlendirmenin hazzını, birbirimizin farklı yönlerini görerek tanımanın ve sevdiklerimizle birlikte olmanın mutluluğunu yaşadık.
Allah Teâlâ’nın rahmet ve bereketi kendi rızası için toplananların üzerine olurmuş ya, bunu her an hissediyordum. Hani gül bahçesine girersin de mis gibi kokulara burnun alışır ya… O hesap.
İşte yirmi dokuz yıllık ömrümde, ilk defa beni bu kadar rahatlatan, mutlu eden, hayatımda iz bırakan, gülümseyerek hatırlayacağım ve en çok keyif aldığım bir program oldu bu…
Ayrıca; yaşadığım bu otuz bir saat içinde, en iyi öğrenmenin, hoş vakit geçirerek yapılan öğrenme olduğunu anladım.
Hazırlayanlardan Allah râzı olsun. Rabbim, onları her dâim hayırlara vesîle kılsın ve ömürlerini hayırlarla doldursun. Cümlemize bu tür programlardan hoşlanmayı ve bunun gibi çalışmalara katılmayı, bizlere de inşâallâh böyle kampların tekrarını nasip etsin. Âmin.
YORUMLAR