Dokunan İçimize

-dostların kederli yüzlerine-

 

“O gelecek!” diye gönlünü “hüzün”le temizleyip bezeyen biri var gönlümde… Akşamdan ağlarını atıp bekliyor sessizce, kıyıda. Hüzün…

“Denizleri aş da gel kurbanın olam

Kurtar beni buralardan ne olur”1

Hacca gidiyormuş. Ramazan’a denk gelmiş yolun denizden gidilen kısmı… Gemide, her gün bir cüz ezberler, akşam teravihte okurmuş. Mübarek…

Allah onlardan râzı olsun; şu kul sahrasında ne bereketli vahalar olmuşlar. Suyu tâ derinlerden toplamışlar istinbat ile, yeşermişler azimle, gayretle… Gayretkeş ve çilekeş olmuşlar; gayret ve çile, iki kanat olmuş onlara… Mevlâ yağmur dolu bulutlar göndermiş vahalarına, rüzgârın önüne katıp... Gayretlerine bereket, çilelerine suhûlet yağdırmış.

Günahta aşırı gidenlere mukabil, hayırda yarışan bir topluluk hep olmuş; Nemrut, Firavun, Ebû Cehil bir yanda iken İsmail’i vermiş Allah Teâlâ İbrahim babamıza, Mûsa’ya Harun’u -aleyhimüsselam-, Peygamberimize -sallallâhu aleyhi ve sellem- Ebu Bekr’i -radıyallahu anh- vermiş.

-Sen benim kimimsin, ben senin neyinim?

Bir şeyim misin, bir kimsem misin;

Ben senin?-

“Ümmetimin velileri Benî İsrail nebileri gibidir.” buyurmuş ya Efendimiz -aleyhi efdalüssalâti vetteslîmât-, ümmet de Benî İsrail gibi olacak demek midir bu? Kur’ân’da anlatılan tüm o kıssalarıyla… Onlar gibi küstah, onlar gibi vefasız, onlar gibi kaypak, onlar gibi ahmak… “Eûzü billâhi en ekûne minel câhilin…”2 Câhillerden olmaktan Allah’a sığınırım…

Ama kara câhilim işte!.. Bu öğrenme hızı, ömrümün hızı ile aynı değil… Ben kaplumbağa yürüyüşüyle adımlıyorum marifet yolunu, ömrüm ise, bir tavşan çevikliği ile aşıyor mesafeleri ve hayır, ne yazık ki, hızına güvenip beni küçümsemek gafletine düşmüyor, oyalanmıyor, yolundan bir adım geri kalmıyor!

* * *

-Öfkem gözlerimi bürüdüğünde alnımın çatına vuruyor kaşlarının altından bakışının aksi… Yutkunup sakinleşiyorum…

-Hep mi diyorum, hep böyle olursa imtihan nerde?

-Olur mu diyor, bazen ödül oluyor, bazen daha büyük bir imtihana hazırlık, bazen de sâfî lütuf!.. (Çok büyük haksızlığa uğradığımda meselâ…) Eğer dikkate almazsam uzunca bir süre göremiyorum. Yahut kokusu doluyor içime sık sık (gözleri doluyor), kelimenin tam mânâsıyla hasretiyle kavruluyorum, tam bir imtihan oluyor. Görememek kadar görmek de imtihan, duyamamak kadar duymak da… Bir daha nasip olacak mı endişesi ile tir tir titriyor insanın kalbi, elleri, ayakları -olur olmaz yerlerde, otobüsten inerken meselâ, diz üstü düşüp kalıyorum kaldırımlara-. Hem normal hayata devam etmek, dengeyi bozmamak da var işin içinde ve ağyara renk vermek de…

-Neden diyorum, izin ver anlatayım, bilsin âşıkları!

-Olmaz diyor, en çabuk harcanan şey olağanüstü olanlardır. Sağlamasını yapma, kontrol etme imkânı yok çünkü… «Likâ»yı arzu edenler için örnek oluşu3 da bundan… Birçok evde Hilye-i Şerif var, ne değişiyor, ne kadar değişiyor, düşün…

-Of, diyorum, of! Dolap beygiri gibi dön dön, yürü yürü!

-Lâkin o ne mübarek hayvandır ki, yürümese dolap dönmez, sular dolup boşalmaz, enerji açığa çıkmaz, biz de faydalanamayız… Her dönüş böyle bereketli olmuyor ki, Tih Sahrası’ndaki dönüşler gibi…

-Sen, dedim, benim bağrımı dil-hûn eyledin!

-Keşke, keşke! Kanın tadını alınca, aslına dönen ehlîleştirilmiş vahşî hayvanlar kadar olabilseydi nefislerimiz; nerden üflendiğini hatırlayınca esip gitseydi yurduna… Yazık ki, pek az nefis öyle, kaplan tabiatlı; iflah olmuyor bir daha!.. Çokları ise tilki gibi kuyruğunu kıstırıp sıvışıyor…

-Çirkin…

-Ben en çok hangilerini seviyorum biliyor musun, dedi birden coşkuyla, ceylanlara benzerler… Onların, kan pıhtılarını karınlarında biriktirip miske dönüştürdükleri gibi tevbelerini biriktirirler sînelerinde, Hak Teâlâ miske dönüştürür onları… Ceylanların su içerken ney sesiyle avlandıkları gibi bir mânevî mecliste dalarlar o âleme... Av olurlar can u gönülden o dilâver avcılara… Ceylanların, insanların diktiği çalılara misklerini döküp gittikleri gibi insanların verdiği sıkıntılara karşılık güzellik saçarlar etraflarına…

“Bugün size kınama yok”4

“Rahman’ın kulları, yeryüzünde vakarla yürürler

ve cahiller kendilerine bir laf attığında «selâm» der, geçerler.”5

-Korkuluklar…  Kimisi tutunur ki düşmesin, kimisi de tutunur ki, tırmanıp çıksın…

“Onlar (cennet) bahçelerinde (oturarak) soracaklar günahkârlara:

«-Sizi bu cehennem ateşine sürükleyen nedir?» Berikiler:

«-Biz» diyecekler, «Ne namaz6 kılanlardan idik, ne de yoksulları doyururduk ve kendilerini günaha kaptıran (diğer) günahkârlar ile birlikte günaha dalmış ve Hesap Günü’nü yalanlamıştık, (ölüm ile) her şey açık-seçik ortaya çıkıncaya kadar…” 7

-Sen hangi rolü hazırlıyorsun?

“Sizi bu Saqar cehennemine sokan nedir?” diyenlerden mi olacaksın, bak tekstlerine, yoksa “namaz” diyenlerden mi, “infak” diyenlerden mi, “gaflet” diyenlerden mi olacaksın? Neyi tercih edeceksin? Tutun da düşme!

Dedi, “Düşüyorum, elimden tutacak mısın?!” diye çırpınan bana… “Tutun ve çık! Bilinçli kulluk, infak, teyakkuz...”

… … … ...

Sen bana “Yüzünü yüzüme tut,” dedin Ecem, “Beni düşünürken başkasına bakma!”

Derisi yüzülmüş bir kalbim var, gamzeye takati yok!

Nesim-i seher gibi dokunsa ürkekliğimin goncasına Cenab-ı Gafûr, handan olsam, şâdumân olsam; eser kalmasa gamından!

Benim gönlüm gül müdür, sen seher yeli misin? Ki sert estin de dağıttın yapraklarımı… Şimdi bir yüzüm yok ki, tutayım yüzüne!

Sessizce kıpırdanıyor gül yaprağı misali varlığım, sen estikçe; usulca dokun ki, uzak düşmeyeyim güzergâhından… Güzergâhından… Güzergâhından… Sâhib-kırân!8

“Yüzünü yüzüme tut, beni düşünürken başkasına bakma!” dedin, gamzeye dahî takati yok artık, derisi yüzülmüş kalbimin… Kirpiklerin değerse diye bu sakınış, bu hazer…

 

Dipnotlar:

1 Bir şarkı sözü. “Hasretim”.

2 el-Bakara, 67.

3 el-Ahzab, 21: “Kesin olan şu ki, sizin için, Allah'ın huzuruna çıkmayı umanlar, ahiret gününe inananlar ve Allah'ı çok çok zikredenler için Allah'ın Rasulü güzel bir örnektir.”

4 Yusuf, 92: “Kale la tesrîbe aleykümü’l-yevm, yağfirullâhü leküm ve hüve erhamü’r-Râhimîn"

5 el-Furkan, 63: “O çok merhametli Allah’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve câhil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) «selâm» derler (geçerler).”

6 Bu ilk dönem sûresi nâzil olduğu sırada namazın mü’minlere henüz farz kılınmamış olmasından dolayı, bu terimin, en geniş anlamında, yani Allah’a bilinçli kulluk anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz.

7 el-Müddessir, 41-46.

8 Arapça-Farsça birlikteliği. Her zaman zafer ve üstünlük kazanan hükümdar… Güneşle Zühre yıldızı bir hizaya gelir ve tam o anda bir padişah tahta çıkarsa, bu padişaha “sâhib-kırân” denirmiş eskiden… Fatih Sultan Mehmet gibi.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle