İnsan vücudundaki önemli sistemlerden biri, endokrin sistemidir. İç salgı bezleri olan hipofiz, epifiz, tiroid, paratiroid, böbrek üstü bezleri ve pankreastan oluşan bu sistem, salgıladığı “hormon” adı verilen kimyevî maddelerle daha çok sindirim sistemi ile alâkalı faaliyetlerin, düzenli ve birbiriyle bağlantılı olarak devam etmesine yardımcı olurlar. Karnın tükürük bezi olarak da bilinen pankreas bezinden salgılanan insülin ve glukagon adlı iki önemli hormon, kan şekerini düzenlemekle görevlidir. İnsülin kan şekerini düşürürken, glukagon yükseltir.
İmsaktan iftara kadar yaklaşık 17 saat yeme-içmeden uzak duracağımız bu Ramazan ayında, kan şekerimizin nasıl dengede olacağı, şeker (diyabet) hastalarının bu uzun açlığa ve susuzluğa nasıl tahammül edeceği, hakikaten merak konusu... Belirli bir zamanla sınırlı da olsa, açlık ve susuzluk hâli olan orucun, vücudumuzdaki pek çok sistemden biri olan iç salgı sistemine tesiri olduğu muhakkaktır. Özellikle “şeker hastalığı” olarak bilinen diyabetin oruçla doğrudan alâkası bulunmaktadır. Orucun, salgı sistemine tesiri nasıl olmaktadır?
Ramazan orucundaki açlık müddeti, endokrin sisteminin parçaları olan salgı bezlerinin ifraz ettiği hormonların kan seviyesini değiştireceği kadar uzun değildir. Oruç tutarken kan hormon düzeylerinde küçük değişiklikler meydana gelmekte, ancak bunlar dâima normal hudutlarda kalmaktadır. Bazı hormonların yaratılıştan gelen gece ve gündüz farklılıkları vardır. Ramazan ayında oruç tutanların normal uyku ritmi değiştiğinden, buna bağlı olarak hormon salgılanma ritimleri de değişmektedir. Fakat bu değişim de normal sınırlarda kalmakta, Ramazan ayından sonra da tekrar eski ritmine dönmektedir. İnsan vücudunda hassasiyetle korunarak dengede tutulan yüzlerce değerden sadece biri olan kan şekeri ve insülin hormon seviyeleri, Ramazan ayında ufak-tefek değişiklik gösterse de bu değişim normalin dışına çıkmamaktadır.[1]
“Şeker hastalığı” ya da “diyabetes mellitus”; kandaki şeker/glikoz seviyesinin yüksekliği ile kendini belli eden, müzmin bir metabolizma hastalığıdır. Kan glikozu, hücre içine insülin hormonu vasıtasıyla taşınır. Şeker hastalarında, ya insülin hiç yoktur ya da ihtiyaç miktarından azdır veya normal miktarda olsa bile görevini yerine getiremiyordur. Bu sebeple şeker, hücre içine alınamaz ve kanda birikmeye başlar, kan şekeri yükselir. Fazla şeker, idrarla atılmaya başlar. Beraberinde sıvı atılımı da arttığından sık idrara çıkma, atılan sıvıyı vücut yerine koymaya çalıştığından çok su içme görülür. Kandaki şeker kullanılamadığından enerji açığını kapatmak için iştah artışı, yedekteki depolar yıkıldığı için artmış iştahına rağmen kilo kaybı olur. Deri ve idrar yollarında iltihaplanmalar meydana gelir. Tedbir alınmadığında zamanla, kalp, gözler, böbrekler ve dolaşım sisteminde, bilhassa damarlarda tahribat ortaya çıkar. Şeker hastalarında kendini iyi hissetmeme, hâlsizlik, kaşıntı, bulanık görme gibi şikâyetler vardır.
İki tip şeker hastalığı vardır:
- Tip; İnsüline bağımlı, diyabet (şeker hastalığı): Genellikle çocuklarda ve genç insanlarda görülür. Pankreas bezinde insülin yapılamadığından, her gün iğne ile insülin hormonu almak zorundadırlar. Bütün diyabet vak’alarının % 10’unu oluşturur.
- Tip; İnsüline bağımlı olmayan diyabet (şeker hastalığı): Genellikle yetişkin ve şişman kişilerde görülen, yetişkin çağı diyabeti olarak bilinen ve en sık görülen diyabet tipidir (% 90) Bunların pankreasında insülin yapılır, ama ihtiyaca kâfi gelmez. Bu hastalar, uzun süre perhizle insüline ihtiyaç duymadan hayatlarını sürdürebilirler. Kan şekeri kontrol altına alınamadığında, kan şekerini düşüren ilaçlara ve insüline ihtiyaç duyabilirler. Son yıllarda obezitenin çocukluk çağında giderek artması sebebiyle, 2. tip diyabetin görüldüğü yaş aralığı da gençleşmektedir.
Her yıl dünyada 8-14 milyon insan, diyabet, kalp-damar hastalıkları, kanser ve kronik solunum yolu hastalıkları gibi kronik hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetmektedir. Yapılan çalışmalar, diyabetlilerin üçte birinin hastalığının farkında olmadığını ortaya koymuştur. Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun verilerine göre, Türkiye’de 2 milyon 650 bin diyabet hastası bulunuyor. 2 milyon 850 bin kişi de risk grubunda yer almakta... Giderek daha şişman bir toplum hâline gelmemiz, bu hastalığın da görülme sıklığını artırmakta… Diyabet, önemli bir sağlık problemini oluşturmaktadır.
Şeker hastaları oruç tutabilirler mi?
Birçok şeker hastası, hastalığını düşünmeden ve tereddüt etmeden orucunu tutar. Hekimlere bu konuda sual sorulduğunda, oruç tutmamanın mânevî mes’ûliyetini bilip bilmeme durumlarına göre farklı cevaplar alınabilir. Ağır şeker hastaları, oruç tuttuklarında riskli durumlarla karşılaşabilirler. Bununla beraber Ramazan ayında oruç tutmanın verdiği mânevî haz, kişiyi sâkinleştirdiğinden ve stresi azalttığından bu durum kan şekerine olumlu tesir göstermektedir.
Oruca bağlı olarak vücut kitle indeksinde düşüş, karaciğer yağlanmasında ve bel çevresi ölçümlerinde azalma görülmektedir. Oruç süresince oluşan etkili yağ yakımı ile iç organların çevresinde bulunan yağ yıkılmakta, bu da diyabetik hastanın insülin direnci ve kalp hastalığı açısından olumlu bir tesir oluşturmaktadır. (Vücut kitle indeksi: vücut ağırlığının boy uzunluğunun metre cinsinden karesine bölünmesiyle elde edilen değerdir ve artışı, obeziteyi gösterir.)
- tip şeker hastalarının büyük kısmı, insüline ihtiyaç duymadığından, beslenme ve tedavilerini doktorları ile görüşüp, Ramazan ayına göre belirlenmiş, kalorisi ayarlanmış bir beslenme programıyla oruçlarını tutabilirler. Bu hastaların oruç tutarken, kan şekerleri yakından izlenmeli, tokluk kan şekerini kontrol altında tutan ve yiyeceklerdeki karbonhidrat emilimini yavaşlatan ilaçlarla gerekli doz ayarlaması yapılarak, ilâçlarını sabah yerine, akşam iftardan sonra alacak şekilde tedavileri düzenlenmelidir.
Ramazan ayı, bolluk ve bereket ayıdır ve bu durum, iftar sofrasına çeşit çeşit yemeklerle yansır. Kişi başına düşen yemek miktarı, bir kişiye yetecek olanın en az 2-3 katıdır. Bu durumda şeker hastasının gereğinden fazla kalori ve karbonhidrat alması riski vardır. Aynı zamanda iftardan sonra yenilen tatlılar, basit şeker tüketimini artırmaktadır. Bunlar, sağlıklı şahıslar için bile risk oluşturmakta olduğuna göre şeker hastalarının, iftar sonrasında hekimlerine ve kendilerine verdikleri “prensipli yeme” sözünü tutmaları gerekmektedir.
İftarda çok yemek yememeli, iftar ve sahur arasında öğünleri bölmelidir. Yağlı, tuzlu, şekerli gıdalarla, ekmek, pide, hamur işleri, pirinç pilavı, makarna, patates gibi yiyeceklerin tüketimi sınırlanmalıdır.
Ramazan ayı yaz mevsimine denk geldiği için, oruçlu kalınacak süre biraz uzundur. Bu sebeple şeker hastası olan kişi sahur yapmalı ve sahurda; uzun süre tokluk sağlayan, yavaş sindirilip emilen; kahverengi ekmek, bulgur, kuru fasulye, nohut, mercimek gibi gıdalar tüketmeli, iftarda; çorba, sebze ve zeytinyağlı yemeklerle, ızgara tavuk, yoğurt, zeytin, domates, salatalık tercih etmelidir. Porsiyonlar tek seferlik ve büyük olmamalıdır.
Şeker hastalığı, böbreklere zarar verdiğinden, uzun günlerdeki susuzluğa karşı bu organları korumak için iftar ve sahur arasında 2-2.5 litre su içilmelidir. Su, birden bire ve hızla değil, oturarak ve yudumlayarak içilmelidir. Şişkinlik ve hazımsızlığa sebep olacağından, yemek sırasında ve yemeğin hemen sonrası fazla su tüketiminden kaçınılmalıdır. Şeker hastaları, özellikle iftara yakın saatlerde aşırı fizikî aktiviteden kaçınmalı ve uyku düzenine dikkat etmelidir.
Şeker hastası, oruç tutarken hekimin önerdiği sayıda gün içinde şeker ölçümünü mutlaka yapmalıdır. Parmaktan alınan kanla oruç bozulmadığından bu testi rahatlıkla yapabilirler. Kan şekerinin belli değerlerin altına inmesi ya da çıkması riskli olabilir. Bu durumla ilgili olarak hastalar, hekimleriyle temas hâlinde olmayı ihmal etmemelidirler.
Oruç tutması tavsiye edilmeyen şeker hastaları kimlerdir?
Kontrol altında olmayan ve perhize cevap vermeyenler, sıkça hipoglisemi (kan şekerinde büyük inişler) atakları geçirenler, son 3 ayda şeker komasına girmiş olanlar, ağır işte çalışanlar, kalp krizi, inme, kangren gibi damarlarla ilgili büyük bir rahatsızlık yaşayanlar, diyalize bağlı olanlar, beraberinde yüksek tansiyon, kalp damar hastalığı, böbrek taşları, gibi ikinci bir ağır hastalığı olanlar, şeker hastalığına bağlı göz, böbrek, sinir tutulumu olanlar, hamile veya emziriyor olanlar, ilâç kullanmasını gerektirecek iltihabî bir hastalığı olan şeker hastalarının oruç tutması tavsiye edilmemektedir.
Netice olarak; şeker hastaları oruç tutup tutmamaya hekimlerine danışarak karar vermelidir. 1. tip şeker hastalığı olup insülin kullananların bile tedavileri oruç tutabilecekleri şekilde düzenlenebilmektedir. 2. tip şeker hastalarının çoğu, insülin kullanımına ihtiyaç duymadığından, ağızdan alınan ilâçların desteğinde, düzenli bir beslenme programıyla oruçlarını tutabilirler.
Oruç tutan şeker hastaları kendilerinden istenilen aralıklarla kan şekerlerini ölçmeli, hipoglisemi/şeker oranının düşmesi ve hiperglisemi/şeker oranının yükselmesi durumunda ne yapacakları konusunda hekimleriyle temas hâlinde olmayı ihmal etmemelidirler.
[1] Bu konuyla alakalı çalışmalar için bkz: Azizi F: “The blood glucose in health and diabetes during Ramadan. Proceedings of the 2nd international congress on health and Ramadan” P.40, İstanbul, 1997; Din ve Bilimin Işığında Oruç ve Sağlık, Prof. Dr. Alparslan Özyazıcı, DİB Yayınları, 2004 sh.135-150.
YORUMLAR