Ulvî mânâsıyla bayram, ruhlara lutfedilen mânevî kanat. Çilelerden huzura uzanan semavî bir sırat. Ölümün, sonsuz diriliğe çevrildiği ân-ı vuslat. Şimdiki tecellîsi itibarıyla Hüsn-i Mutlak’ın cemâl ufkunda geçen ve fânîlik perdelerinin ötesinde yaşanan bir müjde-i hayat. Bu mâverâî anlar, Ravza-i Mutahhara’da olursa daha engin ve daha âlâ bir mânâ kazanmakta. Zira Hazret-i Peygamber’in bayram meclisine dâhil olmak, şimdiden cennete girmek kadar büyük bir nimet. Bu da, Rahmeten li’l-Âlemîn hürmetine bizlere sunulan ilâhî merhamet. Âdeta sonsuzluk âlemindeki hakikî bayramlara ışık tutan bir ayna… O aynada görebildiklerimiz, gözlerimizin istiâb ve kabiliyeti kadar. Fakat görünenler, öz ve gözdeki kabiliyetimizin idrak sınırlarından öte. Yani Ravza-i Mutahhara’daki bayramlar, her türlü tarifin çok çok üstünde eşsiz bir değere sahip. Çünkü buradaki bayramlar, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in asr-ı saâdette hem maddî, hem mânevî; bugün ise, mânevî olarak bizzat şereflendirdiği bayramlar. Bu sebeple Ravza, bambaşka bayram tecellîleri ile dolu. Bugün bu tecellîlerin câzibesi içerisinde insan anlıyor ki, asr-ı saâdetteki bayram tecellîlerini hayal etmek bile güç. Fakat bir o kadar da mest edici. Bu itibarla Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in maddî olarak iştirak ettiği son Ramazan Bayramı, gönlümdeki tefekkür dünyasında beni aldı, o günlere götürdü. İlham meleği de, tarihin perdelerini araladı. Böylece Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in ve mübarek evliyâsının da himmet ve bereketiyle Devr-i Saadette Ravza’daki Son Ramazan Bayramı’nı aşk iklîminde şebeke-i Nebî’den yüreğime akan şu mısralarla tasvîr etmek nasîb oldu:
Devr-i Saadette
Ravza’daki Son Ramazan Bayramı’nı Tasvîr
Cihanda Devr-i Saâdet ki başka bir demdi,
O dem bu yeryüzü, cennet misâli âlemdi…
Nebîmizin hele gül Ravza’sında bayramlar,
O dem semâları meczûb ederdi Arş’a kadar…
Rasûl’ü tebrik için süsleyip Süreyyâ’yı,
Sunardı Ravza’ya gök, en ışıklı mahyâyı…
Hilâl o anları hâlâ bin iştiyakla anar,
Güneş, o demlere hasret çekip, yanar da yanar…
Coşardı aşk ile bayram sabâhı yer ve felek,
Akardı Ravza’ya bir sel misâli ins ü melek…
Sarardı gönlü Bilâl’in yanık ezânı bütün,
Bütün yüreklere artık düğün olurdu o gün!
O gün, o denli huzûr, andırırdı rü’yâyı,
O Can Rasûl’e selâm doldururdu dünyâyı,
Muhammedî nefesinden eserdi meltemler,
Elinden aşk u muhabbet içerdi âlemler...
Yüzünde nûra dalan, derdi derhâl; «Âmennâ!»,
Bulut olurdu gönüller, pınar olurdu O’na...
O Varlığın Gülü teşrîf edince mihrâbı,
Bütün sabahları aydınlatırdı mehtâbı,
Dönüp de kıbleye tekbîr alırdı heybetle,
O an, Medîne’nin olmazdı farkı cennetle…
Sükût ederdi bütün kâinat, sesiyle O’nun,
O’nun sesiyle bu âlem olurdu rahmete nûn...
İmamlığında O En Şanlı Seyyid’in her an,
Yaşardı bir yeni mîrâcı nûr içinde cihan…
Yedinci kat göğü, makbûl olup aşardı namaz,
Selâm verince O, başlardı yerde gökte niyaz…
Çıkınca minbere bir başka tat verirdi kelâm,
Bitince hutbesi, çağlardı her tarafta selâm…
Koşup huzûruna bayramlaşırdı Cebrâil,
Salât selâm ile tebrîk ederdi cân u dil.
Ulaştırırdı Hüdâ’nın özel selâmını hem,
Ve hem de derdi ki: «Emrindedir bu müstahdem!»
Ve sonra cümle melekler selâmlar eylerdi,
Cihan bağında o demler ne tatlı demlerdi...
Dolup taşardı Harem, enbiyâ selâmı ile,
Bilen bu hâli bilir evliyâ kelâmı ile…
Görenler anlatamaz; görmeyen, hiç anlatamaz,
O günkü bayramı tasvîr için, ne söylesem az!
Hayâl edip dalalım şimdi bir tefekküre ki,
Alıp da cânı götürsün bugün, o günlere ki,
Rasul’le son Ramazan Bayramı’nda bir olalım,
O’nun bu Ravza’da aşkıyla mest olup dolalım…
O tatlı an, düşünün: İşte yer ve gök coştu!
O’nun huzûruna âlem, gönül gönül koştu..
Deniz de, çöl de, gülistan da, gül de etti selâm,
O gün sabah yeli, hiç durmadan iletti selâm…
Kanaryalar, kuzular, selviler, tomurcuklar,
Papatyalar, kelebekler, akan şu içli pınar,
Galaksiler, gezegenler, fezâda her yıldız,
Selâm edip salevatlar getirdi bin bir ağız…
Sahâbe coştu o an, dalgalandı tüm saflar,
O’nun huzûruna bir bir yöneldi etraflar…
Susuz zamanda, O’nun, tertemiz sular serpen,
Serin, mübârek elinden tutup da, tâ içten,
Ebûbekir dedi hürmet içinde: “Ey Levlâk,
Ebî fedâke ve ümmî fedâke, nefsi fedâk,
Buyur; bu can da fedâ, ten de, yâ Rasûlâllah,
Anam, babam da fedâ, ben de, yâ Rasûlâllah!
Ebûbekir Sana kurbân olup merâm eyler,
Ne söylesen onu tasdîk edip selâm eyler!..”
Bu sözle başladı tekrâr eden salât ü selâm,
Huzurda âşığa az geldi türlü türlü kelâm…
Bu kez Ömer dedi hürmet içinde: “Ey Levlâk,
Ebî fedâke ve ümmî fedâke, nefsi fedâk,
Buyur; bu can da fedâ, ten de, yâ Rasûlâllah,
Anam, babam da fedâ, ben de, yâ Rasûlâllah!
Garîb Ömer, Sana kurbân olup merâm eyler,
Büyük hidâyeti îlân edip selâm eyler!..”
Selâma durdu bulutlar, selâma durdu pınar,
Selâma durdu muhabbetle kavrulan kumlar…
O an koşup, dedi Osmân edeple: “Ey Levlâk,
Ebî fedâke ve ümmî fedâke, nefsi fedâk,
Buyur; bu can da fedâ, ten de, yâ Rasûlâllah,
Anam, babam da fedâ, ben de, yâ Rasûlâllah!
Gönül gönül Sana Osman, neler merâm eyler,
Edep-hayâ ile Kur’ân okur, selâm eyler!..”
Selâma durdu güneşler, selâma durdu hilâl,
Selâma durdu Süreyyâ, selâma durdu cibâl…
Bu kez Alî dedi hürmet içinde: “Ey Levlâk,
Ebî fedâke ve ümmî fedâke, nefsi fedâk,
Buyur; bu can da fedâ, ten de, yâ Rasûlâllah,
Anam, babam da fedâ, ben de, yâ Rasûlâllah!
Kapındadır Sana âşık Alî, merâm eyler,
Seninle Hayder-i Kerrâr olup selâm eyler!..”
Selâma durdu bütün yeryüzünde mü’minler,
Güzel adıyla Rasûl’ün donandı gök ile yer!...
Selâm, salât ile arz oldu gül muhabbetine,
Cihân, O’nun, yaratılmıştı çünkü hürmetine…
Eğildi yerlere gökler huzûra cân atarak,
Dokuz lisânına binlerce merhabâ katarak…
Neler yaşandı o bayramda sığmıyor bu dile,
Neler yaşandı ki bilmez gönül kitâbı bile…
Selâmı bir verenin ecri on selâm oldu,
Ve bir salât edenin gönlü on salât doldu.
Gönülde böylesi ikrâma çağlamaz mı selâm?
Bakın; felek felek âlem, devamlı Ravza’ya râm...
Selâmla taçlı yeşil kubbe, her sütun ve duvar,
Selâmla taçlı demâdem ayak öpen halılar...
Alır «Selâm Kapısı»ndan gıdâ-yı nûru bütün,
Güneş, Rasûl’ü selâmlar da devreder her gün.
Hilâl de Nûr’a her akşam selâm verir de doğar,
Edeple her gece bekler eşikte fecre kadar…
Ufuk ufuk O’na yâr olmayan fezâ yoktur,
Kimin içinde O var, âkıbet cezâ yoktur…
O’nunla son Ramazan Bayramı’nda sır buydu,
O ân içinde, o gün, bitmeyen asır buydu!
Visâl O’nunla gönül gönle burda bin devlet!
Bunun için bize lâkin, gerekli bin gayret!
O’nunla Ravza’da bayram, semâ semâ yücedir,
Bu lutfa, madde ve mânâda hâlimiz nicedir?
Ne kaldı bizlere el-ân, o günkü bayramdan?
O günkü hâli temâşâ, nasîb olur mu şu an?
Gariplerin yüzü gündüz misâli aydın mı?
Yetimlerin başı dimdik mi, yoksa baygın mı?
Çoluk-çocuk mütebessim mi, ağlamakta mıdır?
Melâli hastaların, kalbi dağlamakta mıdır?
Elem ve dert dolu mâtemlerin yanında mıyız?
Kimin civârına pervânedir gönülde nabız?
«Duyun, duyun bizi!» feryâdı, titretir mi dizi?
Kırık kanatları sarmak, çeker mi kalbimizi?
Sevip Nebîmizi, uyduk mu emr-i sünnetine?
Neler götürmeli bayramda Ravza cennetine?!.
Neler götürmeli, fark et ki, ey gönül dolalım,
Büyük şefâate mahşer gününde yüz bulalım…
Bu cânı kurtaracak sır, O’nun yolunda hayat,
O’nun yolunda hayat, her nefeste bin salevat…
O Can Muhammed’e ey dil, bu aşkı aşk ile yor,
Bu cümleler ne ki; Allah, salat-selâm ediyor!..
İşit de âyet-i Mevlâ’yı, öyle Ravza’ya gel,
Salat-selâm ile tebrîk-i Ahmedî’ye yücel…
Eşik öpüp; de ki bayramda sen de: “Ey Levlâk,
Ebî fedâke ve ümmî fedâke, nefsi fedâk,
Buyur; bu can da fedâ, ten de, yâ Rasûlâllah,
Anam, babam da fedâ, ben de, yâ Rasûlâllah!
Bu ümmetin Sana âmâdedir, merâm eyler,
Ezelden aşkına pervânedir, selâm eyler!..”
Şu mum misâli bu Seyrî, Sen’in kapında köle,
İnâyet eyle, medet yâ Nebî, kerem eyle!
Yetiş bu ümmete imdâda yâ Habîballâh,
Şefâat et, iki dünyâda yâ Rasûlâllah!..
Kapındayız; gözümüz nemli, gönlümüz gamlı,
Bu cânımız, tenimiz, hasretinle ihramlı.
Kapındayız Sana pervâne, ey Gönül Nûru,
Ayırmasın bizi Sen’den, kıyâmetin buhuru...
Kapındayız; n’ola mahşer gününde gölgene al,
Kerem kılıp bizi rahmet mekânı meskene al!..
Elem, keder dolu bîçâreyiz, günahkârız,
İnâyet eyle, kerem kıl ki, yoksa biz yanarız...
Rauf, Rahim’sin Efendim, kapındayız her gâh,
Kapındayız; n’ola reddetme yâ Rasûlâllah!
Kapındayız iki âlemde, el-medet, ne olur,
Şefâat et bize ey Kân-ı Merhamet, ne olur!..
Vezni: Mefâilün / feilâtün / mefâilün / feilün
YORUMLAR