“Kime uzun ömür verirsek, Biz onun gelişimini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?” (Yâsîn, 68)
Titreyen ellerime hâkim olamadığım zaman, hayatımın geç kalınmış dönemleri için birkaç ılık gözyaşı döküldü gözlerimden... Geri dönüş vaktine girdiğimi anladığımda, âhiret servetimin hesabını bilmediğimi fark ettim.
Güneşin ikindi-üstü, bayat ışıkları loş odama süzülürken, hiç bu kadar sıcak olduğunu düşünmemiştim. Hayatı “yaşamaktan ibâret” sanan hayallerim, beni en acı hâliyle bir kez daha kandırmıştı. Hayat, son vedâya ramak kala, farklı bir yüzüyle çıkmıştı karşıma ve sonra tozlu mâzime bir yolculuğa çıktım, yorgun yüreğimle birlikte...
Küçük bir kız iken, sayfalarının hiç bitmeyeceğini düşündüğüm o büyük kitaplarım; bir gün hazin sonun şâhikalarına varacağımı söyleselerdi, yine de aynı niyetle okur muydum acaba?
Âhiret azığı sıkıntısı çekeceğimi bilseydim, bir başka çevirirdim sayfalarını... Hassaslığına sığınarak kırılmasına dayanamadığım kalbimin acısını, beni yaralayan yüreklerden sonuna kadar çıkartırken, ileride o küçük sevgilere dahî muhtaç olacağımı nasıl bilebilirdim? Kalbim severse sevmiştim, kırılırsa kırmıştım...
Tahta bir tesbih tutuşturulurken yorgun ellerime; canımdan, kanımdan olan çok sevdiklerimin de kaçınılmaz sonumu kabullendiklerini anladım.
Her şeyden bir alınganlık sebebi bulan, gülücük seslerini dahî kaldıramayan, “doyamadım” dediklerine karşı somurtan ben miyim?
Yanımda ikinci bir nefes yokken, bir bardak suya uzanamayacak kadar hasretle bakacağımı söylememişti anneciğim, ben eteklerinin dibinde gülücükler saçarken...
Hani gezmekten bıkmayan ayaklarım, gülmekten kırışan al yanaklarım, tuttuğunu bırakmayan o bükülmez ellerim, şimdi ne hâldeler?
Yorgunluk kelimesini, her bir hücreme kadar, böylesine hiç yaşamamış ve hiç hissetmemiştim...
Düzgün cümleler kurmanın, hesapsızca nefes almanın, canımın her istediğini yemenin, duymam gerekenleri çaba sarf etmeden duymanın, kimseye tutunmadan adım atmanın, ölümü hatırlamadan uyumanın lüks olduğunu fark edememişim meğer...
Buruşmuş yüzüme tutulan aynalar gibi bakmak istemedi gözlerim, geride bıraktığım hesabı zor günlere..
“Kıymetini bilememek böyleymiş” cümlesini ekledim, diğer birçok iç sızlatan itiraflarımın yanına...
Kıldığım namazlarımın, beni o zorlu günde tanımayacaklarından ürkerken; bereketini yaşayamadan tuttuğum oruçlarım geldi aklıma… Seher vakitlerinde uyumaktan gördüğüm rüyalar, kâbus gibi çökerken üzerime; hüzün dolandı rûhumun ayaklarına...
Bir zamanlar yağmurların altında iliklerime kadar içime çektiğim toprak kokusu, şimdi sonsuzluğu hatırlatıyor titrek bedenime…
Yüreğini acıtmaktan bıkmadığım anneciğim gelir aklıma… Arzu ettiği evlât olabildiğimden emin olamadığım babacığım, acaba nerdeler? Çiçeklerin, insanı baharın derinliklerine götüren mis kokusuna hasret yüreğim... Kuşların nârin kanatları, ihtiyar kalbimi taşır mı bilmeden göç edeceğim günü bekledim.
Şimdi pencere kenarından bakarken uzun yollara, hayallerimde varıyorum yolun sonuna...
Anladım hayatı, anlamanın tüm acı ve duygulu heceleriyle… Artık dünya, başka dünya; boyut, başka boyut olacaktı benim için.
Kimin karşılayacağını bilmeden çıktığım bu yeni hayat yolculuğuna; tüm noksan sıfatlardan münezzeh olan, benim ise hatırlamaya dahî üşendiğim, Rabbimin,
Hayatıma “huzur” verecek iken, benim lâyıkıyla tanıyamadığım, Varlık Nûru’m Peygamberimin,
Kıymetlerini bilemediğim âilemin,
Ve çok sevdiklerimin hasretleriyle güzel bir cennet umudu var yüreğimde...
Hoşça kal, tüm varlığım, bu son elvedâ!..
YORUMLAR