Teknolojinin gelişmesi, devamlı sûrette yeni çıkan, pahalı cihazlara yetişme gayreti ve bu eşyalara karşı sun’î bir ihtiyaç meydana getirilmesi, insanları, hep daha fazla para kazanmaya ve hırslı olmaya sevk etmektedir.
Çünkü daha dün alınan bilgisayar, bu gün piyasaya sürülen yeni sürümüyle değerini yitirmiş oldu. Cep telefonları, bilgisayarlar, radyolar, ses düzenekleri, buzdolapları, bulaşık makinaları… ve benzeri pek çok teknolojik âletin yenisi üretildikçe bir öncekinin modası geçmiş oldu. Modayı yakalama gayreti, insanı sürekli yenisini alma, daha güzelini elde etme yarışına itti. İnsanlar sosyal kabul görmeyi; elde ettikleri mal, mülk ve teknoloji takibiyle yapar oldular. Yeni model araba, son model telefon, yeni mobilya ve ev eşyaları almayanlar, geri kalmışlıkla yaftalanır oldu. Ancak gözden kaçan husus, bu “sürekli yenisini alma yarışı”nın hiç bitmeyeceği ve sabit ücretli insanların kazancının bu işe yetmesinin mümkün olmadığıydı.
İnsanlar büyük bir küresel yarışın içine çekildi. Herkes, her zaman her şeyin en yenisi almalı, bunun için çalışmalı, gecesini gündüzüne katmalıydı. Şayet evde bir kişinin kazandığı bu yarışa yetmiyorsa, âile fertlerinin hepsi bu “kazanma ve harcama” yarışına iştirâk etmeliydi. Netice itibariyle kadınlar, ekonomik hayatın çarklarına daha fazla girmeli ve yeni roller edinmeliydiler.
Ancak; Allah kulunu en iyi bilendi. Kadın ve erkeğin yaratılış gerçeğine uygun şartlarda yaşaması, mutluluklarının kaynağıydı. Rabbimiz, kadını şefkat sahibi, detayları fark eden, planlayan ve uygulayan bir varlık şekilde yaratmıştı. Erkek ise, tafsilattan uzak, daha genelin peşindeydi. O, âdeta korumak, kollamak ve desteklemek üzere yaratılmıştı.
Daha önceki yazılarımızda daha tafsilatlı şekilde anlattığımız gibi, kadın ve erkek farklı yaratılmış, birbirini hayat içinde tamamlayan güzelliklerdi. Aslâ birbirinin rakibi değildi. Allah ne kadını değersiz yaratmış; ne de erkeği, her şeyin mâliki…
Kadın ve erkek, Allah’ın en güzel şekilde yarattığı, birbirini tamamlayan, birbirine emânet edilmiş iki varlık… İkisi bir araya geldiğinde, “eşref-i mahlûkât” olarak hayatın ve dünyanın mimarı olurlar. Lâkin ikisi birbirinden ayrı, birbirine düşman veya ters davranmaya başladığında, hem âilenin, hem de dünyanın çivisi çıkar. Hayat, insicamını ve düzenini kaybeder. Herkes kendi fıtratına uygun yaşarsa, mutluluk ve huzur gelir. Âile içinde ve toplumda vazife ve roller yer değişirse, dengeler alt üst olur; mutluluklar, göklere çekilir.
Peki, kadının rolü ve vazifesi nedir, erkeğinki ne? Bunu biz kimden ve nasıl öğreneceğiz? En güzel âile ve insan modelleri kimlerdir?
İnanan bir kimse için; saadet reçetesi bellidir. Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerin çizmiş olduğu “örnek insan modelleri”, peygamberler ve elbette “Peygamber Efendimiz”dir. Onlar nasıl bir âile kurmuşlar; çeşitli tabiattaki eşlerine karşı nasıl davranmışlar? Meselâ Hazret-i İbrâhim -aleyhisselâm- hanımları Hazret-i Sâre’ye nasıl davranmış, Hazret-i Hacer’e nasıl davranmış?
En güzel örnek olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kızlarını nasıl yetiştirmiş; hanımlarına nasıl davranmış? Onlara bağırmış, çağırmış, yetmemiş azarlayıp dövmüş mü? Eksiklerini başlarına kakmış, onları incitmiş mi?
Bugün müslümanım diyen herkesin, alışkanlıklarını, öğrendiklerini ve yaşadıklarını, tekrar tekrar Peygamberimizin ölçülerinden geçirmesi gerekiyor. Aksi hâlde o saadet asrının gölgesini bile ummak hayal!.
YORUMLAR