- yüzyılın modern hayat sistemi, Rabbimizle irtibatımızı zayıflatarak dünyada bulunma gâyemizi saptırıyor, değiştiriyor. Bizi yaratan ve terbiye eden Rabbimizle, doğru yolu gösteren Kitabımızla aramıza engel ve bahaneler koyarak birlikteliğimizi azaltırken kalplerimizi ve beyinlerimizi tamamıyla işgal ediyor. Hattâ öyle hızlı ve yoğun bir gündem içerisine itiyor ki; her birimiz günlerin, haftaların yetmediğinden şikâyetçi oluyoruz. Teennî ile okumaya, tefekkür etmeye; daha fazla, daha özel ameller hazırlamaya ömürlerimiz yetmez oldu. Üstelik eski zamanlardaki gibi bağ, bahçe, tarla ve hayvancılık gibi hayli vakit alan, yorucu işlerin olmadığı, aksine makinelerin ve otomobillerin hayatı kolaylaştırdığı modern zamanlarda…
Bilim ve teknoloji adı altında gelen modernizm, hayatımızı kolaylaştırması karşılığında bizden kalplerimizi ve beyinlerimizi satın aldı. Belki kapımıza gelse, sözlerine îtibâr etmeyeceğimiz, evlerimize almayacağımız insanlar/güçler/reklâmlar; bizim nerelerde oturup neleri kullanmamız gerektiğinden, hangi kıyafetleri giyip hangi ürünleri tüketmemize varıncaya kadar her şeyi belirler oldu. Hattâ bunların hepsini bir arada bulabileceğimiz dev alışveriş merkezleri oluşturarak günde beş vakit bizi buralara dâvet etti.
Bizler de bu dâvete icâbet ettik!.. Çünkü insan olarak zorunlu ve temel ihtiyaçlarımızı karşılamakla mükelleftik. Ama eskiden “bir”le yetinir, tek çeşitle ihtiyaçlarımızı karşılarken daha fazlası, daha güzeli, daha kullanışlısı bizleri esir etti. Komşularla tüketimde yarışır olduk, birbirlerimize medyadan daha fazla reklam yaptık. Yeniledikçe yenilemek ihtiyacı oluşturduk. Misafire ikram ve hizmet adı altında sofralarımızı, Allah ve Rasûlü’nün rızâsından uzak Firavun sofralarına benzettik. Modern hayat hoşumuza gitti!..
İşin acısı, bunların her birine kılıflar giydirerek nefsimizi dâimâ haklı çıkardık… Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin kendi asrındaki insanlarla mukayese ederek buyurduğu gibi; Peygamberimiz ve ashâbıyla aramızda fersah fersah farklılıklar/mesâfeler oluştu. Meselâ o günlerde; İslâm âleminin halifesi olan Hazret-i Ali, bir Ramazan günü, kızı Zeynep -rahmetullâhi aleyhâ-’ya iftara dâvetlidir. İran’ın kisraları, kralları altın kaplarda, binbir çeşit yiyeceklerden oluşan sofralarda bulunurken Hazret-i Zeynep, ilmin kapısı olan halife babasına, üç çeşit iftarlık hazırlamıştır: Ekmek, hurma ve tuz.
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ekmek, hurma ve tuzdan oluşan sofrayı gördüğü anda yüzü değişir ve gözleri dolarak:
“-Kızım, helalde hesab, haramda ikâb vardır. Helâlden hesap sorulur, haramda ise azap olunur. Babanı mahşerde daha fazla mı bekletmek istiyorsun?” der.
Hazret-i Zeynep, babasının sofranın çeşidinden rahatsız olduğunu görünce tuzu kaldırır. Hazret-i Ali bunun üzerine:
“-Kızım, sana ekmek veya hurmadan birini kaldırmak yakışmaz mıydı?” der. Hazret-i Zeynep bu sefer:
“-Hurmayı aldım, babam ekmeği tuza batırıp iftarını yaptı.” diye anlatır.
Tercihin Yerini Belirler
Eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insanı diğer canlılardan ayıran, irâdesi ve yaptığı tercihleridir. Allâh’ın yeryüzündeki halifesi insan, hürriyetini dünyevî metâlara; lükse, konfora, rahata teslim etmeyerek nefsini dizginlerse; şeytanını değil, Rabbini râzı eder. Nitekim Allâh’ın kendisi için yaratmış olduğu kalbini yalnızca O’na ayırarak O’nun sevgisiyle beslemeye îtina gösterir. Aksi takdirde nefs ve şeytanın sürekli telkin ettiği tâvizlere kapı aralamış olur. Bu sebeple Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Günahların en büyüğü, dünya sevgisidir.”[1] buyurmuştur.
Aynı şekilde ashâb-ı kirâmın gözdesi Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, kızına helâl olmasına rağmen hesâbının zorluğundan korkarak:
“-Kızım, altın takma, ipek de giyme. Çünkü bunların seni ateşe sevk etmesinden korkuyorum…”[2] diye nasihatte bulunmuştur.
Bu sebeple tâbiînden Bilâl bin Sa’d:
“Rahmân’ın kulları!.. Günahlardan uzak olsanız, Rabbinize karşı hiç günah işlemeseniz, Allâh’a itaati terk etmeseniz ve sadece Allâh’a itaat etmek için çalışsanız bile; dünyaya olan sevginiz size kötülük olarak yeter. Ancak yüce Allah affeder ve bağışlarsa müstesna!..”[3] buyurmuştur.
İhtiyaç mı, İstek mi?
Şeytanın müslümana yaklaşma şekilleri farklıdır. Ona her defasında ibadetleri unutturarak veya haramları hoş göstererek yaklaşmaz. Ama dünyevî istek ve arzuları, lüksü, konforu aslî bir ihtiyaçmış gibi empoze edip kalpleri katılaştırır, ilimden ve ibadetlerden uzaklaştırarak yaklaşır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ifâdesiyle; “Kıyamet yaklaştıkça insanların dünyaya karşı hırsları artar, bu durum onları Allah’tan uzaklaştırdıkça uzaklaştırır.” (Hakîm, Müstedrek, IV, 324) buyurduğu gibi…
İhtiyaçlar fıtrîdir, doğuştan gelir. Bazılarının asgarî ölçüde de olsa, muhakkak karşılanması gerekir. Ama istek ve arzular sonradan öğrenilir; bunları çevrenin ve rekâmın tesirleri belirler. O yüzden istek ve arzulara dayalı ihtiyaçlar sürekli değişir, artar.
Günümüzde bunu, modern hayat adı altında büyük şirketler yapmaktadır ki, ürünlerini pazarlayabilsinler. Bizlere rahatlık, kolaylık ve takdir edilme şartı olarak empoze edilenler, onların kazancını artırırken bizden Allâh’ın nazar kıldığı ve Rabbimize tahsis etmemiz gereken mekânlar olan kalplerimizi çalıp götürmektedir.
Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Dinar, dirhem ve süslü elbisenin kulu olan kimse yerde sürünsün ve baş aşağı yuvarlansın. Vücuduna diken batınca da cımbızla çıkaracak bir kimse dahî bulamasın.”[4]
* * *
Osmanlı Devleti’nin sayılı âlimlerinden ve kadılarından olan Bursa kadısı Aziz Mahmud Hudâyî Hazretleri’nin gerçek zenginlik için malı, mülkü, kadılığı bırakarak kaftanıyla ciğer satması, nefse açılmış büyük bir cihaddır. Hüdâyî Hazretleri, bizlere şöyle nasihat eder:
Yalancı dünyaya aldanma yâhû
Bu dernek dağılır divan eğlenmez
İki kapılı bir vîrânedir bu
Bunda gelen göçer, konan eğlenmez
Bakma bunun karasına ağına,
Gönül verme bostanına bağına,
Benzer heman oğlan oyuncağına,
Bunda akıl olan insan eğlenmez.
[1] Kenzu’l-Ummal, Kitabu’l-Ahlâk, 6071.
[2] Kitabü’z-Zühd, Ahmed bin Hanbel.
[3] Kitabü’z-Zühd, Ahmed bin Hanbel.
[4] İbn-i Mâce, Kitabü’z-Zühd.
YORUMLAR