Rahman olan Allah, dünyada hiçbir fark gözetmeden, herkese nîmetlerini bol bol ihsan etmiş, mukâbilinde bizim şükretmemizi, Yaratıcı’mızı tanımamızı ve O’na itaat etmemizi istemiştir. İnsanı, itaat ve ibadetlerle kemâle erdirerek cennete ehil kılmayı arzu ederken; zekât, sadaka ve öşürlerle de sosyal hayattaki adâlet, yardımlaşma ve sevgiyi tesis etmiştir.
Fakirin rızkını, zenginin malında mahfuz kılarak zengine infak ve ibadet sevabı ikram ederken, fakire rızık vesîlesi kılmıştır. Nitekim infak (zekât, sadaka) dînin direği olan namazla birlikte emredilen en önemli farzlardandır. Namaz, dînin direği kabul edilirken zekât, malı temizleyip arındıran en ehemmiyetli mâlî ibadet olarak belirlenmiştir. Bu sebeple Allah Teâlâ; cennete selâmetle girmenin yolunun, namaz ve infaktan geçtiğini bildirerek şöyle buyurmuştur;
“Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allâh’a güzel bir borç (isteyene, fâizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah’tır. Sadece O’na döndürüleceksiniz.” (el-Bakara, 245)
“Çokça sadaka veren erkeklerle çokça sadaka veren kadınlar için Allah, mağfiret ve büyük bir mükâfât hazırlamıştır.” (el-Ahzâb, 35)
“Şüphesiz sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınların ve Allâh’a güzel bir şekilde borç verenlerin ecirleri, kendilerine kat kat artırılır; onlar için pek bol ve şerefli bir mükâfât vardır.” (el-Hadîd, 18)
“Eğer Allâh’a güzel bir ödünç verirseniz, onu size kat kat artırır ve günahlarınızı bağışlar, Allah yapılan şükrün karşılığını verendir ve cezâ vermekte acele etmeyendir.” (et-Tegâbün, 17)
Peygamber Efendimiz ise, cennete girmeye en fazla vesile olan ibadetin; “Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmek, farz namazı dosdoğru kılmak, akrabalık bağlarını gözetmek ve zekâtı tam vermek” olduğunu bildirmiştir. (Buhârî, Zekât, 1; Müslim, Îman, 12)
Muaz bin Cebel’in, bir namaz sonrası kendisine müracaat edip cennete girdirecek cehennemden uzaklaştıracak ameli sorması üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Andolsun, çok büyük bir şeye dair soru sordun. Hiç şüphesiz bu, Allâh’ın kendisine kolaylaştırdığı kimse için kolay bir iştir. O’na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın Allâh’a ibadet edersin, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Ramazan orucunu tutar, Kâbe’yi haccedersin.” buyurmuştur. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 231)
Başka bir hadîs-i şerîfte ise;
“Sadaka, sadaka sahiplerinin üzerinden kabir sıcaklığını söndürür. Mü’min kıyamet gününde ancak vermiş olduğu sadakanın gölgesinde gölgelenir.” buyurmuştur. (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 110)
Zekât ve öşür; nisab miktarına ulaşan mal ve ziraat ürününden verilirken “Allâh’ın kendisine verdiğini vermek, ikram etmek” mânâlarına gelen infak; “elde bulunan miktar üzerinden” vermektir. İnfakta belli bir sınır; azlık veya çokluk yoktur. İhlâs ve samimiyetle sahip olunanı paylaşmak, bölüşmek esastır. Tıpkı Medîne’de Ensar’ın Mekkeli Muhacirlerle ekmeğini, evini, bineğini paylaştığı gibi… Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Kim helâl bir kazançtan bir hurma değerinde sadaka verecek olursa, Allah onu eliyle kabul eder. Sonra onu sizden birinizin kendi tayını büyütmesi gibi sahibi için büyütür büyütür de hesap vaktinde karşısına Uhud Dağı kadar çıkar.” (Buhârî, III, 290)
Sahip olunan şeylerden infak hususunda Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şunu haber verir:
“Güneş’in her doğuşunda, Güneş’in yanında duran iki melek, insanlar ve cinler dışında bütün mahlûkâtın duyabileceği bir şekilde şöyle seslenirler:
«Ey insanlar! Rabbinize koşun. Az ama yeterli olan rızık, çok olup oyalayan rızıktan daha hayırlıdır.»
Güneş’in her batışında da Güneş’in yanında duran iki melek insanlar ve cinler dışında bütün mahlukatın duyabileceği bir şekilde şöyle seslenirler;
«Allah’ım infak edenin malını artır, cimrilik edenin ise malını yok et.»” (Kitabu’z-Zühd, Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 197)
İslam Dini’nde “veren el, alan elden” dâimâ üstün tutulmuştur. Başta Peygamber Efendimiz olmak üzere Allâh’ı kendisine yegâne dost seçenler, bu konuda çok hassas davranmış, hattâ bütün mallarını dağıtarak âilelerine yalnızca Allah ve Rasûlü’nün sevgisinin bıraktıklarını söylemişlerdir. Bunlardan birisi de bahçesini cennet karşılığında satan Ebû Dahdah ve hanımıdır.
Bir gün Rasûlullâh’ın yanına bir yetim gelerek:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Falancanın bahçesindeki bir hurma ağacı yere yıkıldı. Emredin de o ağacı bana versin, ben de bahçemin duvarına koyayım.” demişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- adamı çağırıp:
“-Ağacını şu yetime verirsen ben de sana cennette bir hurma bahçesi verileceğine kefil olurum.” buyurdu.
Ama adam bu teklifi kabul etmemişti. Bunun üzerine Ebû Dahdah, adama:
“-Ağacını bana ver, ben de sana bahçemi vereyim.” dedi.
Adam, bunu memnuniyetle kabul etti. Sonra Ebû Dahdah, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e giderek:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben o adamın ağacını, hurma bahçem karşılığında satın aldım. Sana veriyorum, sen de o yetimi çağırıp ona ver.” dedi.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Ebû Dahdah’ın bu hareketine o kadar sevindi ki, üst üste:
“-Ebû Dahdah, cennette nice büyük ve değerli hurma ağaçlarına sahip oldu.” buyurdu.
Daha sonra Ebû Dahdah bahçesine gitti ve hanımına:
“-Bahçeden çık. Ben bahçeyi cennette bir ağaç karşılığında sattım.” dedi. Hanımı bunun üzerine:
“-Ne kadar kârlı bir alışveriş yapmışsın, mübârek olsun.” cevabını verdi.” (Mecmau’z-Zevâid, 10/3242)
Dünya hayatında bekçiliğini yaptığımız/sahip olduğumuz her şey, Allah Teâlâ’nın bizlere vermiş olduğu emânetlerdir. Bunları tekrar Allah için vermekte cimrilik etmek, hem büyük züldür, hem de böyle yapanların âkıbeti hakkında şiddetli ikazlar yapılmıştır. Hattâ Peygamber Efendimiz’in hizmetini görüp misafirlerine ikram eden Bilâl -radıyallâhu anh- dahî bu konuda uyarılmıştır. Bir gün Peygamber Efendimiz, mescidin kenarında hurma biriktirildiğini görmüş ve mübârek sîmâlarının rengi değişerek Bilâl -radıyallâhu anh-’a:
“-Bu nedir, ey Bilal?” diye sormuştu. Bilâl -radıyallâhu anh-:
“-Âniden gelen misafirlerinize ikram için saklayıp bir kenara koyduğum hurmadır, yâ Rasûlallah!” deyince Peygamber Efendimiz:
“-Cehennem ateşinin senin için hazırlanmış buhar olmasından korkmuyor musun? Onu hemen infâk et, ey Bilâl! Arş’ın sahibinin seni yoksul bırakmasından endişelenme!” buyurmuştur. (Mecmeu’z-Zevaid, III, 129)
Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “cömertliği, dalları dünyaya uzanan cennet ağaçlarından bir ağaç olarak tarif etmiş; kim onun dallarından birine tutunursa, bunun o kimseyi cennete götüreceğini bildirmiştir. Cimriliği ise, dalları dünyaya uzanmış cehennem ağaçlarından bir ağaç olarak tarif etmiş, kim de onun dallarından birine tutunursa, bunun da onu cehenneme çekip sürükleyeceğini” haber vermiştir. (Bkz: Beyhakî, Şuabü’l- Îman, VII, 435)
Rabbimiz, cümlemizi, cennet dallarına tutunup hem cennete, hem cemâline, hem de rızâsına ulaşanlardan eylesin. Âmîn.
YORUMLAR