Kur’ân-ı Kerim âşığı, müşfik bir babanın, üç hâfız evlâdından biri… Kur’ân-ı Kerîm okutulmasının yasak olduğu günlerde, firâsetli babasının geceleri gözyaşıyla yıkadığı duâlarıyla filizlenmiş bulunan Cumhuriyetin ilk hanım hâfızlarından birisi... Fedâkâr bir hâfız hocası… Kur’ân öğretmeye ve hafız yetiştirmeye adanan bir hayat… Buyurun, Kur’ân’la buluşan, O’nunla yıkanıp paklanan bir gönle misafir olalım bu hasbihâlimizde de…
Kıymetli Kibar Vural hanımefendi, sizi biraz tanıyabilir miyiz?
1937 doğumluyum. İlkokulu dışarıdan verdiğim için, Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenip okuyuşum da seri bir hâle geldikten kısa bir müddet sonra hâfızlığa başladım. Akıl-bâliğ olmadan önce de hâfızlığımı, babamın tedrîsinde bitirdim. Beni hiçbir erkek hocaya dinletmemişti.
Kendisi “sürekçi” (hayvan ticareti yapan kimse) idi. Ticaret vasıtasıyla tanıdığı meşhur Elazığlı Abdullah Nazlı Hoca’ya derin bir muhabbeti vardı. Abdullah Hocaefendi, çok mütevâzi ve ilim ehli bir insandı. Biz üç kardeş, beraberce hâfızlık yapmıştık. Babamız, üçümüzü de Abdullah Hoca’ya teslim etmiş ve dersimizi bir kez de ona verdirerek kuvvetlendirmişti. Hiç aksatmadan, elhamdülillah, hatmimizi bitirdik. O zamanın müftüsüne giderek hâfızlık diplomamızı almak nasip oldu. Âcizâne babamın firâseti ve gayretiyle, Malatya’nın ilk hanım hâfızı olmak bana nasip olmuştu.
Babanız ticaretle meşgul olmasına rağmen sizinle bizzat ilgilenip dersinizi takip ettiğine göre, hakiki bir Kur’ân âşığı olmalı, öyle değil mi?
Evet, gerçekten… Babacığım gerçek bir Kur’ân âşığı idi. Kendisi hâfız olmamasına rağmen Kur’ân’a olan aşk ve gayretiyle bizi âdetâ hâfız olmaya âşık etti. Rabbim kendilerinden binlerce kere râzı olsun, mekânı cennet olur inşâallah!..
Vefat etmeden önce bir müddet hastanede yattı. Hasta yatağındayken başında âileden kim refâkatçi olarak kalırsa, onların ezberlerini dinler, hatalarını düzeltirdi.
“–Şurası yanlış, şöyle okuyun kızım!..” diye yengelerimizi ikaz ederdi.
Son anlarında bile bu hep böylece devam etti. Vefat etmeden kendi ezberlerinin hepsini tekrar etti. Hiç bunamadı. Tam bir Kur’ân âşığı gibi, Kur’ân-ı Kerîm okuya okuya Allah Teâlâ’ya kavuştu.
Hepinizin yaşları çok küçükmüş. Babanız sizleri hâfızlığa nasıl teşvik etti?
Kendileri Kur’ân âşığı olduğu için, öncelikle onun gayret ve isteği bizi şevklendirdi. Ben kız çocuğu olduğum için etraftan, “Hanımlardan hâfız olmaz!” diye menfî telkinler geldiği hâlde o hiç pes etmedi.
Ben, bu menfi telkinlerden çok etkilenmiştim. Herhâlde o zamanlar daha çocuk olduğumdan:
“–Kadından hâfız olmazmış, ben sonra nasıl tekrar ederim?” dediğimde, babam bu telkinlere kulak asmamam gerektiğini söyler ve disiplinle ezberlerimi tâkip ederdi.
Ben böyle tereddüt hâlindeyken bir gece rüyamda Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördüm. Kim olduklarını bilmediğim bir topluluğun içinde Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in oturacağı sırada, altına minder koyduğumu gördüm.
Bu rüya beni çok şevklendirdi. Ve o aşk ve şevkle hâfızlığa başladık. Merhum babam, hâfızlığımızı sağlam yapmamız için de özel bir ilgi gösterirdi. Biz dersimizi geceleri teheccüd vaktinde çalışırdık. Ben sobanın arkasında ders çalışırken babam gözyaşlarıyla teheccüd namazını kılar ve tatlı tatlı Kur’ân okurdu. Babacığıma sabah namazından geldiği zaman da sırayla derslerimizi verirdik. Babamla birlikte câmiye, namaz kılmaya gelenler de bizim eve gelirler, ders verilirken herkes huşû ile Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı dinlerdi. Sonra da uzun kahvaltı sofraları kurulur, hep beraber kahvaltı yapılırdı.
Yaşınız küçük olduğu için hâfızlık yapmak size zor geldi mi?
Hayır, hiç zorlandığımı hatırlamıyorum. Belki yaşımız çok küçük olduğu için zorlanmadım. Bizim çocukluğumuzda, çocukların zihnini meşgul edecek televizyon, çeşit çeşit oyunlar ve renkli dünyalar olmadığı için hâfızlık bize kolay geldi. Âdeta oyun oynar gibi zevkle, şevkle ezberledik.
Şimdi bazı âileler, çok küçük yaşta çocuklarını hâfız yapmak istiyor ve bunun için âilelerinden bir hafta ayrı kalanları duydum. Bu, doğru bir metod mu?
Çok yanlış bir metod. Öncelikle biz evimizde ve babamızda hâfızlık yaptık. Âilemizden gün içinde bile ayrı değildik. İkincisi, az önce anlattığım gibi bizim çocukluğumuzda çocukların hayal dünyalarına hitap eden böyle renkli oyuncaklar yoktu. Şimdiki zamanda olsa, herhâlde ben de küçük yaşta hâfızlık yapamazdım.
Böyle yanlış zamanda, yanlış metodlarla yapılan hâfızlıklar, çocuğu Kur’ân’dan ve İslâm’dan soğutabilir. “Hayır yapıyoruz.” derken, şer yaparız, Allah korusun!..
Bizim zamanımızda ana-babaya tam bir saygı ve itaat hâli vardı. Bizden bir şey istediklerinde “Neden? Niçin?” diye sormadan yerine getirirdik. Onların söylediklerini sorgulamak aklımızdan bile geçmezdi. Ama şimdiki çocuklar, konuşmaya başlar başlamaz “Neden?”, “Niçin?” diyerek her şeyin sebebini sorguluyorlar.
Böyle sorgulayan bir nesle, hele hele küçük yaşta hâfızlığı anlatmak çok güç!.. Bu benim âcizâne fikrim!.. Biraz büyüdüklerinde Kur’ân’ın kıymetini anlayabilecekleri yaşlarda hâfızlık yaptırmak daha uygun gibi geliyor. Bence 7 yaşından önce uygun değil!.. Ondan sonra bizim teşvikimizle onlar da isterlerse yönlendirmeliyiz. Bu yaşlarda hâfızlık yerine kısa sûreleri, sonra da 30. cüzü, Yâsîn, Tebâreke, Âmme cüzü ezberletilebilir, hem bu da hâfızlığa hazırlık olur.
Hafızlığınızı bitirince ne ile meşgul oldunuz?
Babam, ben hâfız olduğum için çok özel ilgi gösterir ve her yere göndermezdi.
“–Sen hanım hâfızsın!..” derdi.
Beni çok severdi, âdetâ cam bir fanusta korurdu. Ağabeyim ve kardeşimi de ilme yönlendirmişti. Birisi Arapça’da derinleşmek istedi. Benim, maalesef böyle bir şansım olmadı. Çünkü hanımlar için öyle İslâmî müesseseler yoktu. Ben de evde annemizden dikiş-nakış öğrendim ve hâfızlığımla meşgul oldum. Sonra da evlendim zaten…
Eşiniz hâfız mıydı?
Âlim bir kimse idi, ama hâfız değildi. Eşimin bir arkadaşı ilkokul öğretmeni idi. Onun vesîlesi ile bir imtihanla ilkokul diplomasını da almış olduk. Sonra yine eşimin gayretleriyle Ankara’da Kur’ân Kursu hocalığı imtihanına girdim. Bizi Tayyar Altıkulaç Hoca imtihan etti. En küçük çocuğum daha kucağımda idi. Onlar biraz büyüdükten sonra da hâfız hocalığına başlamış oldum. Tabiî herkes bir vesîle!.. Bütün bu nîmetler, Rabbimin lütfudur. Yoksa bizde bir şey yok!..
Talebelerinizle iletişiminiz nasıldı?
Talebelerim, benden çok çekinirlerdi. Çünkü ben, Kur’ân üzerine çok titizlenirdim. Başka bir işle meşgul olsaydım, o işi bu kadar ciddi tutmazdım. Ama iş, Kur’ân olunca, o hata kabul etmez. Hele “hâfızın bir nokta, bir harf veya bir med hatası bile olmamalı!..” diye düşündüğüm için çok sıkı takip ederdim.
O zaman belki bana kızarlardı, ama hâfızlıklarını sağlam bir şekilde bitirip diplomalarını alınca hep teşekkür ettiler.
“–Siz disiplinli olmasaydınız, bu kadar başarılı olamazdık!..” dediler.
Hâfız hocalarına da bunu tavsiye ederim. Derslerini ciddî dinlesinler. Ezberde yapılan hatayı düzeltmek çok zor olur. Genellikle de düzeltemezler. Talebeyi seviyorsa, hâfızlık için Kur’ân için sevsinler. Aradaki sevgi ve saygı sınırlarının aşınmamasına da dikkat etsinler.
“En iyi müfettiş talebedir.” denir. Acaba talebeleriniz sizin hakkınızda ne düşünüyorlardı?
Talebeler ciddi hocayı pek sevmezler. Ben çok ciddi bir hocaydım. Kur’ân’ın yanlışlık götürmeyeceği, benim en öncelikli prensibimdi. Bazı talebeler, “Önce ezberleyeyim, yanlışımı sonra düzeltirim!” derdi. Ben sonra onu nereden bulayım?! Yanlış ezberlendikten sonra nasıl düzelttireyim.
(Gelini Ayşenur Hanım, sohbetimizin bu noktasında şöyle bir hâtırasını naklediyor:
“Annemin bir talebesiyle tanışmak nasip olmuştu. O talebe annemden bahsederken, «Benim hocam için Kur’ân birinci sırada idi. Hatta bir gün o kahvaltı yaparken gelmiştim. Muhterem hocam, kahvaltısını yarıda bırakıp hemen dersimi almak için kalktı. Bekle biraz da kahvaltımı tamamlayayım bile demedi!..» demişti. Annemin bu disiplini, talebelerini çok etkilermiş.”)
Ben de şunu söyleyebilirim. İnsanın öz annesi, ona candan yakındır. Annem doksan yaşındayken bizde kalmaya başlamıştı. Hastaydı. Sabah kursa giderken ihtiyaçlarını hazırlar öyle giderdim. Kursa gidince talebelerime ve derslerime kendimi o kadar kaptırırdım ki, akşamüstü kurstan çıkıncaya kadar evde tek başına kalan annem hiç aklıma gelmezdi. Bu belki çok da doğru bir şey değil!.. Ama bir şeye tamamen kendini vakfetmeden de olmuyor. Râm olmadan sahip olunmuyor. İnşâallâh o da, hakkını helâl etmiştir. Gerçi benim, hâfız yetiştirmem onu da çok memnun ederdi.
Bu meşguliyet, sizi evinizi ihmal etmeye mi götürdü?
(Tam bu sırada, sohbetimize kızı Fahrünnisâ Hanım katılarak söz alıyor ve:
“–Müsaadenizle bu hususta ben kendi hâtıralarımı anlatmak istiyorum. Ben küçüktüm. Okula gidip gelirdim. Ama evimiz her zaman derli toplu, yemeklerimiz, kahvaltımız hep vaktinde hazırdı. Bunun için anneme hep hayran ve minnettar olmuşumdur. Hatta Ramazan aylarında, annem, kurstan öğle vakti çıkar, akşam biz eve dönerken evi, yemekleri hep hazır olarak bulurduk. Annem ise, işlerini tamamladıktan sonra oturur, iftar vaktine kadar Kur’ân-ı Kerîm okur ve dinlerdi.” diyor.)
Tekrar Kibar Hocahanıma dönüyoruz:
Kaç hâfız yetiştirdiniz?
Hiç saymadım, ama yaklaşık 17 sene hâfız hocalığı yapmak nasip oldu. Hafızlarımın % 99’u imtihanlarda başarılı olurlardı. Elhamdülillah!
Dediğiniz gibi, talebeler en iyi müfettiştir. Kendi aralarında konuşurken duymuşlar, bazı hocalar, ders dinlerken uyurmuş. Talebe de o sırada ders atlarmış. Sonra ortaya çıktı, ne yazık!..
Kur’ân hocası ne okuttuğunun farkında olmalı... İdarenin de sürekli takibi bulunmalı!.. Aksi hâlde sene sonunda yapılan hâfızlık imtihanlarında kayıp olunca, buna en çok talebe üzülüyor. Çünkü uyanıklık yapmaya çalışırken bir sene kaybetmiş oluyor. Hâlbuki hafızlıktaki en kıymetli şey, zamandır. İnsan, orada zamanla yarışır âdeta… O yüzden hocanın durumu da çok önemli.
Hafızlıkta talebenin rolü ne kadar önemli?
Bu iş, iki taraflı… Talebenin de istekli, azimli ve ezberinin kuvvetli olması lâzım. Zeki olabilirsiniz, ama ezberiniz zayıfsa zorlanırsınız. Fakat gayret ederseniz, zamanla ezberlersiniz. Ama bu bazen çok uzun sürebilir. Buradaki en önemli faktör, aslında sabırlı olmaktır. Talebenin okuyuşunun seri olması gerekir. Okuyuş seri ise, 6 ayda hâfız olur, iki ayda da pişirir, Allâh’ın izni ile...
Çocuklarının hâfız olmasını isteyen ebeveynler nelere dikkat etmelidirler?
Öncelikle ebeveynlerin bizzat kendisi Kur’ân’ı sevmeli, ona hürmet göstermelidir. Daha sonra hâfız olacak çocuğu teşvik etmeli, sabır tavsiye etmeliler… Onun Allâh’ın kelâmıyla meşgul olması sebebiyle her hâliyle daha hassas bir şekilde alâkadar olmalılar… Hocayı da, talebeyi de takip etmeliler… Her vesileyle maddeten ve mânen evlâdının yanında olduğunu hissettirmelidirler.
Hâfız hocaları da ebeveynleri motive etmelidir. Çünkü bu süreç, ebeveyn açısından da çok fedakârlık ve sabır gerektiriyor. Bizler, hocalar olarak, evlatlarını bizim önümüze oturttukları ve Allâh’ın kelâmına evlâdlarını adadıkları için onlara teşekkür etmeliyiz. Onlara minnettar olmalıyız. Eğer onlar, evlatlarını yönlendirmemiş olsalar veya yetiştirmemiz için bize teslim etmemiş olsalar, bizim ilmimizin kime ne faydası olacak?!.
Biz, öğrencilerimize ders verdiğimiz gibi, ayda bir hafızlarımızın annelerine de eğitim veriyorduk. Bunun da çok faydasını gördük.
Hâfızlar bazı sahifelerde çok zorlanıyorlar, bazen şeytanın musallat olmasıyla bırakmak istiyorlar. Böyle durumlarda ne yapılmalıdır?
Bu durumlara hocanın alışık olması, paniklememesi ve panikletmemesi lâzım... Hocanın hâfızlığa tâlip olması ve kendini işine adaması gerekir. Böyle hocalar, çocuğun karakterine göre, bu dönemleri talebeye kolayca atlattırırlar. Hocanın durumu çok önemli...
Biz, böyle dönemlerde hâfızımızı bazen satır satır ezberletip dinlemişizdir.. Sonra da sayfanın tamamını… Nihayet “biraz dinlen, sonra yine gel” diyorduk. Böylece zor zamanları bölüm bölüm veriyorlar, sonra da sahifeleri eklettiriyorduk. 15. cüzü geçince, bu tür problemlerle pek karşılaşılmaz. Bazen de ezberledikleri sahifeleri beş defa yüzüne okuturdum. Böylece geçmiş dersleri hep sağlam olurdu. Bu bunalımın asıl sebebi, yaşın büyük olmasından da kaynaklanıyor. Çünkü zihin dağınık oluyor. Genellikle şimdi liseden sonra geliyorlar. İlkokuldan sonra olunca iyi oluyordu, ama orta öğretimden sonra, tam bülûğ devresi, bunalımları oluyor. Bunlar da en mühim tesirlerden...
Bir de şeytanın ve nefsin tuzaklarını unutmamak lâzım… Meyveli ağaç taşlanır. Şeytan da, bu kadar büyük bir hayır ve fazilet kapısını boş bırakmıyor. Türlü vesveselerle hâfızlıktan soğutmaya çalışıyor. “Bir gün ders vermesin de gerisi kolay!..” gibi yaklaşıyor meseleye… İşte asıl ehemmiyetli nokta burası… Talebenin fire vermemesi gerekiyor. Hocanın tecrübe ve liyâkati de burada ortaya çıkıyor. Kırmadan, dökmeden, soğutmadan talebesinden o dersi almayı bilecek… Bir de nefis var tabiî… Kendi yaşıtları gezip tozup oynarken o, dört duvar arasında ezberle meşgul oluyor. Bu, Kur’ân-ı Kerîm’in ve hâfızlığın kıymetini iyi idrâk etmemiş talebelere, haklı olarak çok zor geliyor. Bu yüzden talebelerin hâfızlığa başlamadan önce, yapacakları işin ehemmiyet ve büyüklüğü husûsunda çok iyi bir eğitim ve öğretimden geçirilmesi şart… Bu da yetmiyor. Hâfızlık müddetince, bazen taltif ve teşviklerle, bazen mükâfâtla tatlı sert bir şekilde disiplinin sağlanması şart… Bu, öğrenciden çok, onun nefsini hizaya sokmak için gerekli… Ama ille de ehliyet, liyâkat, muhabbet ve elbette ihlâs ve samimiyetle…
Hâfızlığın, kişinin ahlâkına ne gibi tesirleri vardır?
Şüphesiz, insanların ahlâkına çok tesiri oluyor. Tabiî, Kur’ân-ı Kerîm’e hürmet ve muhabbet beslediği nisbette… Bu muhabbet de Kur’ân’ı tanımakla, okuduğu âyet-i kerîmelerin mânâlarına vâkıf olmakla ziyadeleşiyor.
Yoksa kuru kuru bir ezber ile, Kur’ân’ı ve onun asıl sahibi Rabbimiz’in azametini görmezse, okuduğu âyet-i kerîmelerden mânevî bir te’sir alması çok zor... Bu tip hafızlara en büyük cezayı da vicdanları veriyor, hiçbir şeyde huzur bulmuyorlar.
Hâfızlık çok önemli… Çok eski bir hocadan duymuştum; Cenâb-ı Hak, meleklerine hâfızları:
“–Bunlar benim hâfızlarım, bunlar benim Ehl-i beytim!..” diye takdim edermiş. Bu ne büyük şeref!.. Bu ne büyük meziyet…
Diğer taraftan âhirette en büyük mükâfatı anne ve babalar alıyor. Kıyamet günü, hâfızların anne ve babalarına nûrdan taçlar giydirilecek, arşın gölgesinde gölgelenecekler.
Çocuklar ve gençler, hâfızlığa teşvik edilmeli mi?
Kesinlikle teşvik edilmeli… Hâfızlık çok güzel, çok tatlı bir şey… Bu vesileyle hâfız kardeşlerime de birkaç şey söylemek isterim. Onlar da evlerine gidince, âilesine zaman ayırmalılar. Gerekirse annelerine ve babalarına yardım etmeliler. Ev içinde bir şeylerle meşgul olurlarsa, zihinleri daha çok dinlenir. Bazen âilelerden duyardım; “kurstan gelince bütün gün boyunca uyuyorlar, siz bunları hiç uyutmuyor musunuz?” diye... Eve gittiklerinde kendilerini böyle dinlendirmeye çalışmak, aslında vücudun dengesini bozuyor, kursa gelince de adapte olmakta zorlanıyorlar. Bu yüzden mümkün olduğunca hayatın dengesini bozmamak gerekir.
Hâfızlığı korumak da çok önemli değil mi?
Hâfızlığı, daha hafız olmadan korumaya başlamak gerekiyor. Bu nasıl olacak? Mahreciyle, tecvidiyle, düzgün ve serî Kur’ân okumalı!.. Hâfız adayının mahreç ve tecvid hatasının olmaması gerekir. Bir sayfayı yüzünden iki dakikada okuyacak serîlikte kıraatini geliştirirse, hâfızlığını daha baştan koruma altına almış olur. Hâfızlık bitince de unutmamak için günde en az bir cüz okumalıdır. Bazen de bir hâfıza dinletilmelidir.
Peki, “hâfız hocası” olmak nasıl bir duygu?
Çok güzel, çok özel bir duygu… Hele hâfızlıklarını bitirdiklerinde, diplomalarını iyi bir puanla aldıklarını görmek, bence dünyanın en güzel duygusu… İnanın, hâfızlarım dersini verince, ben onlardan daha çok sevinirdim.
Bazen iki kişiyi birden dinlerdim. Bazıları, “Bunu nasıl yapıyorsun?” derlerdi. Hiç zorlanmazdım. Çünkü ben âyetlerin içinde olurdum. Zaten yanlış okuyunca, hemen âhenk bozulur. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’e öyle ilâhî bir âhenk yerleştirmiş.
Hatta bir gün, iki kişiyi dinlerken müfettiş geldi. Sandalye koydu o da dinlemeye başladı. İkisini birden takip etmeme çok şaşırmıştı. Sonra da bize teşekkür belgesi göndermişti.
Kur’ân-ı Kerîm’i okurken bazen dünyayı gezerdim âdeta... Dağların kokusunu, suyun akışını görürdüm. Bunları yaşarken ne uyurdum, ne de yakaza hâli idi. Tamamen Allâh’ın lûtfu ve Kur’ân’ın ikramı... Kur’ân’ın lezzeti hiçbir şeyde yok!..
Emekli olduktan sonra günlerinizi nasıl geçirmeye başladınız?
Öncelikle kendi hâfızlığımı ara ara başka hâfız arkadaşlara dinletiyorum. Hanımlardan Kur’ân bilmeyenlere Kur’ân-ı Kerîm öğretiyorum. Kimisinin ezberlerini tekrar ettiriyorum. Hâfızlığını pişirmek isteyenlerin dersini alıyorum.
Kısacası, bu hizmette emeklilik yoktur. Şimdi bazı hoca arkadaşlarla karşılaşıyorum.
“–Aman hocam, bana da talebe bul!” diyorlar.
Diyorum ki:
“–Sizin mahallenizde insan yok mu? Onlara öğretin!”
Bazen yolda komşularımla karşılaşıyorum. Onlara, “Ben evimde Kur’ân öğretiyorum, gelin size de öğreteyim!..” diye bizzat tâlip oluyorum. Hâfız olanlara da, “Gelin, birbirimizin dersini dinleyelim!..” diyorum.
Allah, Kur’ân hizmetinden ayırmasın yavrum. Okumayı da, okutmayı da, dinlemeyi de çok seviyorum. Bu Kur’ân sevgisi, bana babamdan mîrâs kaldı. Allah kendisinden binlerce kere râzı olsun. Anne-babalar, çocuklarının Kur’ân’ı, namazı, İslâm’ı sevmelerini istiyorlarsa, önce kendileri çok sevsinler; sonra da okuyarak, hislenerek örnek olsunlar.
* * *
(Gelini Ayşenur Hanım anlatıyor:)
“Bir gece annemde kalmıştık. O gece çok başı ağrıyordu.
«–Biraz başım ağrıyor, kalkıp iki cüz Kur’ân okuyayım da başımın ağrısı geçsin!..» dedi.
Gerçekten iki cüzü tamamlamadan başının ağrısı geçti. Hasta olunca, ilacı Kur’ân’dır annemizin...
Yine bir gece onu şöyle duâ ederken duydum:
«–Allâh’ım!.. Ömrüm boşa geçti, Sen bana acı, ihtiyarlığıma acı!..» diye inliyordu.
Ben orada mahvoldum. Annem bunu söylerse, biz ne yaparız dedim.
(Kibar Hocahanım müdahale ediyor:)
“–Yok canım! Biz ne olacağımızı bilmiyoruz, kızım!.. Allâh’ın hizmetimizi kabul edip etmediğinden emin değiliz ki…”
Yine dünyaya gelseniz, tekrar hâfız olmak ister misiniz? Kur’ân-ı Kerîm’in mutlaka her sûresini seviyorsunuzdur, ama okuyunca sizi çok duygulandıran husûsî bir sûre veya âyet var mı?
Dünyaya gelsem yine hâfız olurum. Yine hâfız hocası olmak isterim. Yaşımdan dolayı zorla emekli ettiler, yoksa ben ayrılmadım.
Kur’ân-ı Kerîm’de en çok sevdiğim sûre, Nûr Sûresi… Özellikle Hazret-i Âişe annemize iftira atıldığında onu temize çıkaran 11-21. âyetler arası beni çok hüzünlendirir, çok ağlarım.
“–O yaşta, nahîf beden, rakîk bir ruh nasıl dayandı böyle bir iftiraya ahh!” derim.
Ve her okuduğumda, etrafımdaki hanımlara bu bölümün tefsirinden bahsederim. İsterim ki, bütün hanımlar, bu konuyu iyice öğrensinler. Siz de “Mü’minlerin Anneleri” adlı kitabınızda çok derinden anlatmışsınız, Allah râzı olsun..
Bir de Hûd Sûresi’ndeki, Peygamber Efendimiz’in saçlarını ağartan âyet var ya hani “Festakim kemâ ümirte” (Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..) âyeti… En doğru, en emîn olan biricik Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in saçlarını ağarttıysa, biz ne yapalım kızım… (Bu sırada gözlerinden yaşlar süzülüyor...)
Gönül dünyanızı bize de açtığınız, kıymetli tecrübelerinizden bizi de müstefid kıldığınız için çok teşekkür ederiz. Cenâb-ı Hak, cümlemizi Kur’ân’ın şefaat ettiği insanlardan eylesin!
Âmin kızım!.. Biz de çok teşekkür ederiz. Allah söylediğimiz hakikatleri yaşamayı bizlere de nasip etsin. Kur’ân’ın rûhâniyet âleminden bizleri de feyizlendirsin. Âmin.
YORUMLAR