Çok eşle evlilik, hemen hemen her toplumda ve tarihin her devrinde yaşandığı gibi günümüzde de yaşanmaktadır.
Âilede yaşanan problemlerin çözümü için yapılan “çok eşle evlilik” bir problemi çözerken, beklenmeyen binlerce problemi de beraberinde getirmektedir.
Problemler başladığı yerde biter ve insan düştüğü yerden kalkar. Ama tabî hâdiselere Nasreddin Hoca gibi çözüm bulmak isteyenler de olabilir. Hani Hoca yüzüğünü kaybeder. Bahçede Hoca’nın bir şeyler aradığını görenler sorar:
“-Hocam ne arıyorsun?”
“-Yüzüğümü!..”
“-Peki nerede düşürdün?”
“-Evde…”
“-Niçin orada aramıyorsun?”
“-Ev çok karanlık da!..”
Karanlıkları lamba yakarak aydınlatmak yerine aydınlığa koşmak, şâhit olduğumuza göre; birçok yeni probleme kucak açmaktan öte gitmiyor.
İki insan evleniyor. Onlar râzı. Biz neden rahatsız oluyoruz ki?
Neden mi?
Çünkü mutsuzlukla çarpan kalplerin varlığı; ilgiden, sevgiden, maddî imkânlardan mahrûm kalan kadınlar; üstelik anne-babaları varken yetim ve öksüz kalan çocukların içinin sızısı, gözyaşı, bizleri, yani toplumun diğer duyarlı insanlarını, geleceğimizi etkiliyor da ondan!..
Sizlerle paylaşmak istediğimiz konu, Kur’ân-ı Kerîm’in sınırlı ve zarûretleri gereği yapılmasına izin verdiği, aynı anda birden çok kadınla yapılan evliliklerdir. Yoksa, günü birlik yaşanan, kadın ve erkeğin birbirine karşı hiçbir sorumluluk duymadığı, faydacılığa dayanan, taraflarca istendiği anda bitirilen sorumsuz hayat tarzları değildir. Zaten burada sorumluluk ve haklardan söz etmek de söz konusu değildir.
Nedense bir çok insan, toplumu yıkan bu yaşama tarzıyla değil de, nikâhla uzun süreli birlikteliklere karşı çıkmaktadır. Bu itirazlardaki maksat; nikâhın sadece vicdanları rahatlatmak için yapılması ve nikâhın gereği olan şeylerin yerine getirilmeksizin “sözde kalması” ve nihâyet dînî kuralların hafife alınması ise, onlarla hemfikiriz demektir. Bu durumda da nikâha karşı çıkmak değil, nikâhın içinin boşaltılmasına karşı çıkmak gerekir.
Yok amaç; nikâhı bırakıp gayr-i meşrû bir hayat yaşamak ve böylece “haramı, helâle tercih” ise, bu onların tercihidir.
Demir Leblebiyi Yutmak :
Birden çok eşle aynı anda evliliği sürdürmek ya da bu istekte olmak; üç taraf için de yutulması zor, acı ve parlak, demirden bir leblebiyi çiğnemek ve yutmaya çalışmak gibidir. Dışı parlak ve albenilidir. Ağzınıza aldığınız anda, acısını tâ yüreklerinizde hissedersiniz.
Yanıldığınız, yanlış yaptığınız fikri benliğinize (egonuza) ağır gelir. Mutlaka içi tatlıdır der, ısırmaya çalışırsınız, genelde dişleri kırılan da çok olur. Kimisi vazgeçer, ama ağzındaki acılık yıllarca gitmez.
Kimisi ısrarcıdır, demiri eritecek çâreler arar. Kimi zaman, eritme bedeli, demir leblebinin bedelini kat kat geçer. İçinden ne çıkar? Deneyenlere sormak gerektir.
Yaratan ilâhî bir kanun koymuştur: “Aralarında adâlet sağlayabilirseniz…”
Ama hemen ardından da yarattığı kulların, kadınların rûhunu bildiği için:
“Ama tek eşle evlenmeniz, sizin için daha hayırlıdır!..” buyurmuştur.
* * *
Hanımlar; nâzik, latîf şekilde, merhamet yüklü yaratılmışlardır, ama eğer bir gün, bir demir leblebiyi ağızlarına alırlarsa, işte o zaman eşi için, zor günlerin zamanı gelmiş demektir. Hanım, ilk anda büyük bir şaşkınlık yaşar, depresyona girer ve sonrası hayat, iki taraf için de yaşanması zor bir hâl alır.
Kadın, ağzıyla görünüşte “bu hâle râzı olduğunu” söylüyor da olsa, bunu kabullenmek çok zordur. Sadece eğer arada sevgi bitmişse, ya da eşi tarafından yıllarca bezdirilmiş, mânevî yıkıma uğramışsa, işte o zaman, yıllardır yaşadığı hayal kırıklığına bir yenisinin eklenmesi onu etkilemeyebilir. Hatta o zaman belki de “Kurtuldum!” sevinci yaşayabilir. Bu da zaten “lafta var olan bir yuva”dan, kadının ayrılışı için haklı bir sebep olmaktan öte gidemez.
NİÇİN ÇOK EŞLİLİK?
1-Neslin Devamı İçin:
Her insanda farkında olmadığı bir “ebedîleşme duygusu” vardır. Bu duygunun etkisiyle de bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve istekler…
İnsana verilen müddeti belirsiz, ama isteklerini gerçekleştirmek için az gelen ömrü, evlatlarının olmasıyla sanki, “ömrüne ömür eklenmiş gibi” insanı rahatlatır. Elbetteki evliliğin tek amacı nesil emniyeti değildir. Bu sadece sebeplerden bir tanesidir.
Rasûlullâh’ın Hazret-i Âişe ile evliliğinde çocuğunun olmaması ve bu evliliğin hikmetleri, evliliğin diğer gâyelerine dikkatimizi çekmek için kâfî değil midir? Mal ve evlatlar dünya imtihanı olduğuna göre, bu imtihanda kadını yalnız bırakmak ne kadar doğrudur?
2-İlk Evliliğin Sevgisiz Yapılması:
Yozlaşma sürecinde çok kullanılmaya başlanan bir tâbir var: “Eğlenilen kızlar, evlenilen kızlar” diye.
Gençler kuralsızca, kız-erkek ilişkileri sürseler de evlenecekleri zaman ailelerinin uygun gördüğü, âile kültürlerine uygun, nesillerini kendi âile örf ve kurallarına göre devam ettirecekleri kızlarla; yani anne-babalarının gelin adaylarıyla evlenirler.
Evliliklerinde mutlu olsalar bile uyulan kurallar, getirilen sınırlar, bazı erkeklerde önceki tarz yaşantılarına dönme isteği oluşturabilir.
Bir de erkeklerin, anne-babasının koyduğu kurallar karşısında kendisini ezilmiş hissetmesi, anne-babasına karşı duyduğu başkaldırma isteği ve “onların gelinini” reddetmek şeklinde tezahür ederek erkeği, “anne-babasının baskısının olmadığı” ikinci bir evliliğe yöneltebilir.
Orada kurallardan uzak olma ve kendi gücünü ortaya çıkarma isteği; erkeğin kendisini güçlü hissetmesini sağlar. Mesele, hanımının beğenilmeyen özellik sergilemesi değil; içindeki, “güçlü ve ben bilirim!..” tarzı erkeği ortaya çıkarma isteğidir.
3-Kadının Evlilikte Yaptığı Hatalar:
a-Anne Olunca Eşi Unutmak:
Genelde farkında olunmadan yapılan bir hatadır.
Bir kadın, sanki anne olmak için yaratılmıştır. Kadınlar, neredeyse daha bebeklikten itibaren anneliğe hazırlanırlar. Evlenip hâmile olunca, Allâh’ın nesli korumak adına anneye verdiği “Prolaktin-Annelik hormonu”nun da etkisiyle, bebeğiyle eşsiz bir duygusal bağ oluşur. Göbek bağı kesilse de yürek bağı ölünceye kadar devam eder. Ve kadın, başka hiçbir sevgi ve ilgiyi aramaz.
Bir anda “minicik bir dev” olan kendi bebeği tarafından tahttan indirilen baba, kendisini dışlanmış hisseder.
Eğer hanım, eş olduğunu kısa sürede hatırlamazsa, erkekler hanımlarının tahtına başkasını, yani ikinci eşi oturtuverirler.
Bazı evliliklerde kadın; anne olunca, hele de ikinci ve üçüncü çocuğu olunca; annelik duygusunu ve pozisyonunu öylesine benimser ki, hatta eşine bile çocuğu gibi davranmaya başlar. Farkında olmadan yapılan bu sevecen ve aşırı merhamet içeren davranışlar sonucu; eşi için iyi bir anne gibi olmaya başlar. Bu durumda erkek, eşine rahatlıkla:
“-Anne beni eversene!..” diyebilir.
“Eş olmak” aynı zamanda, arkadaş, sırdaş olmak demektir. Evlilikte paylaşımlar arttıkça, muhabbet ve mutluluk artar. Yemek lokantalarda, giyecekler mağazalarda bulunabilir. Evlere huzur ve güzel sohbetler girmezse, eşler de zamanla evde bulunmak istemeyebilir.
Kadınların dikkat etmesi gereken hususlardan biri de âile sırlarını korumalarıdır. Erkeklerin özellikle üzerinde durduğu bu konu, eşine duyduğu güvenin sarsılmasına ve aile bağlarının kopmasına sebep olabilmektedir.
b-Kadının Sürekli Şikâyet, Sitem ve Tartışma Durumunda Olması.
Kadınların isteklerine kavuşmada, “duygularını ifade etmek yerine sitem etmesi”, eşini “sürekli eleştirmesi” ve tartışarak yuvayı zindana çevirmesi en istenmeyen, ama çok yaşanan bir durumdur.
Bu zindanda bekçi olmak da, mahkûm olmak da aynı havayı paylaşmaktır ve mutsuzluk oluşturur.
Yuvada, “ben” yerine “biz” duygusu hâkim olmazsa, yani “bir kaybeden varsa hiç kazanan yok” demektir.
Az ve seviyeli olması gereken tartışmalarda sarfedilen hakaretler, kadına geri adım attırsa bile erkekte direnç oluşturur. Askerde bu sebeple erkeklerin direncinin artması için sert ifadeler kullanılır. Erkekler tartışma sırasında, kadının “Yapamazsın!” dediği her şeyi yaparak tehditlerden korkmadığını ispatlamaya çalışır. Yani tartışan kadın, üslubunu bilmiyorsa, kaybeder. Çünkü “üslûb-i beyân, aynıyla insan”dır. Ve saygının ortadan kalkması, evliliği temelinden sarsar.
Bir de yapılan sitem ve şikâyetler erkeğe “âciz ve güçsüz” olduğu duygularını yaşatır. Her erkek, “güçlü ve önemli” olduğu duygusunu yaşamak ister. Oysa sitem ve şikâyetler, onun karısı için öylesine bir değerinin olmadığını ifade ederek erkeği evden kaçırır ve bu duygusal açlığını giderebileceği başka bir kadına yöneltir. Dikkat edin; ikinci eşler genellikle erkeği böyle onore eden (teşvik eden, yüreklendiren) söz ve fiilleri sergilerler.
Tartışmaları unutmak için yeni heyecanlar arayan erkek, evliliklerinin ilk zamanlarındaki mutluluğu yakalamak adına yeni arayışlara yönelebilir.
Merhamet ve sevecenlikle birleşen “hilm” kadını güzelleştirir, ama öfkeyle birleşen “inat ve kavga” kadını çirkinleştirir. Kadına yumuşaklık, verici olmak (fedâkârlık) yakışır ve daha faydacıdır. Suç işleyen çocuklardan %75’inin annesinin otoriter olması sebebiyle suç işlemeleri de dikkat çekicidir.
Kadınların istekleri çok olabilir. Ama bunlara sınır getirmesini ve “israfta hayır, hayırda da israf olmadığını” bilmelidir.
Evliliklerde kadın, eğer duygusal tatmine ulaşmazsa, doyumu maddî tatminde arayabilir. Çünkü kadınlar; alış-veriş ederek, konuşarak streslerinden kurtulurlar.
Bir de sevgimizi ifadelendirmede çok cömert olmamız gerektiğini özellikle unutmamalıyız.
c-Kadının Aşırı Kıskançlığı ve Eşine Güvensizliği:
Sevgi belirtisi olarak başlayan, şakalarla devam eden bu durumun (kıskançlığın), sürekli gündemde tutulması, beyinlere bu konuyu yerleştirir. Hiçbir ağaç, diğerinin gölgesinde büyümez. Kumları bir arada tutan içindeki sudur. Kumları elinizde sıkarsanız, sular damlar ve kuru kum taneleri avucunuzdan dökülmeye başlar.
Evliliklerde de eşlerin özellikle hanımların; beylerinin hak ve özgürlüklerini kısıtlaması, onların ilgi alanlarını daraltma çabası, gerçekte olmayan problemlerin oluşumunu sağlar. Bu da hanımına kızgın olduğu bir anda erkeğin; ondan intikam almak için yöneleceği bir yol olabilir. Şakalarla yapılan:
“-Gittiğin arkadaşların güzel miydi?” vb. ifadeler sonra gerçekleşen hâdiselere dönüşebilir. Bir de kadının aşırı kıskançlığını dile getirerek beyinin iş ilişkisi olan, telefonunda yer alan her bayan ismiyle ilgili olarak tartışma çıkarması, karşı tarafla gereksiz polemiklere girmesi, eşini zor duruma düşürüp, mazlûm durumda kalmış kadına da yöneltebilir.
d-Kadının Kendisini Yetiştirmemesi:
Evliliklerde “denklik” denilen şartlar vardır. Eşler birbirine fiziksel, kültürel, ekonomik açıdan denk olurlarsa daha mutlu olurlar.
Ülkemizde genç yaşlarda yapılan evliliklerde eşler, özellikle erkekler, eğitimlerini tamamlamadan evlenirler. Daha sonra hanım çocuklarıyla, eşiyle ilgilenirken, erkek; kültürel ve ekonomik anlamda, sosyal statü konusunda kendisini geliştirir. Ve yeni statüsünün çok gerisinde bir eşi ya evde tutar ya da yeni statüsüne uygun yeni bir eş ona eşlik eder.
Çünkü erkek, hanımından yaptığı işi anlamasını, zaman zaman paylaşmasını ve takdir etmesini beklerken, eşinin gündemi çok farklıdır ve paylaşım noktaları yoktur.
Ya da tersine, erkek ticârî meşgalelerle uğraşırken; kadın kendini kültürel açıdan yetiştirir ve eşiyle arasında uçurum meydana gelir.
Bir de kadın:
“-Sen yanlış yapıyorsun, şöyle olacak, ben biliyorum!..” gibi bilgisini, üstünlük aracı olarak câhilce kullanırsa, eşini yeni arayışlara itebilir. Kadın bilgisini “bilgece” kullanmalı:
“-Şöyle de olabilir, sen ne dersin?” şeklinde ifâdelerle eşine söz hakkı tanımalıdır.
Evliliğinde aradığı takdiri bulamayan erkek, yeni arayışa yönelebilir.
Toplumsal ifadesiyle, kuması olan kadına sorulur:
“-Kimmiş, güzel mi, genç mi?”
Sanki her yönüyle ilk hanımdan üstün olursa bu davranış mâkul karşılanacakmış gibi. Oysa ikinci ya da çok evliliğin; kadının güzelliğiyle, becerikli ve kültürlü olmasıyla ilgisi yoktur. Öyle olsa dünya güzeli olan kadını, eşi aldatmazdı. Mesele giderilmesi gereken psikolojik ihtiyaçlar ve kişilik meselesidir.
DİĞER SEBEBLER
1-Yeni Neslin Değişen Anlayışı:
Yeni yetişen neslin çoğu, kolaycılığı ve maddeyi ön planda tutmaktadır. “Ben” duyguları çok gelişmiştir.
Böyle olunca, kariyer ve maddî imkânlar açısından gelişmiş olan; kendisinden çok ileri yaşlardaki erkeklerin, “ikinci de olsa”, “eşleri olmayı” rahatlıkla kabul edebilmektedirler. Çünkü erkekler yaşları ilerledikçe vericilikleri artar ve kadınlara karşı daha anlayışlı ve merhametli olurlar. Erkeklerde temel iki içgüdü vardır:
“Baba” vasfıyla “koruma içgüdüsü” ve “eş” olarak “güçlü olma içgüdüsü”.
Baba vasfıyla hanımının ve çocuklarının isteklerini karşılama durumunda olan eş;
-Kendi ihtiyaçlarını, kendisi karşılayabilen güçlü bir kadınla evliyse ya da
-Eşi ve çocukları için onların gelecekleri adına tüm maddî ihtiyaçlarını sağlamışsa,
-Evde kendisine ihtiyaç duyulmadığını hissettiği sırada mağdur bir hanımla karşılaşırsa, “merhamet ve koruma içgüdüsü” ile bu kadına yakınlık hissedebilir.
Burada “ön planda olan içgüdü babalık”ken; mahremiyet yasakları çiğnendikçe “eş”liğe dönüşebilir. Bu sebeple kadınlar güçlerini evleri dışında göstermeli ve evde eşine her zaman ihtiyaç hissettiğini ve onu çok önemsediğini hissettirmelidir.
Bu durum kadının, kadına yaptığı bir eziyetten başka bir şey değildir.
Kadının çalışma hayatında daha fazla yer alması ve mahrem ortamların azalması, ikinci evlilikleri kolaylaştıran ve artıran diğer bir unsurdur.
Evleri, erkeklerin cenneti ve en mutlu olduğu mekânlar olmalıdır. Bu konuda kadın, beyine misafirlerinden daha fazla özen göstermeli ve kendini câzibe merkezi hâline getirmelidir. Çünkü “erkeğini, haramdan korumak” kadının, Allâh –celle celâlühû- katındaki en temel ve vazgeçilmez görevidir. Oysaki hanımların çoğu, süslü ve albenili kıyafetlerini misafirlerine ve dışarıya karşı; dizlenmiş eşofmanlarını ve dağınık kıyafetlerini de eşleri için giyerler.
Özenle hazırlanan, en süslü sofraları misafirlerine; kalanları rastgele bir şekilde eşlerine sunarlar. Misafirlerin daha değerli olduğunu gören bey de; bu evde misafir olmayı tercih edebilir.
2-Dul Kadının Çaresizliği ve Tek Kurtuluşu:
Bir çok kadın, ekonomik bir geliri yoksa ve hayatı boyunca dâima bir erkeğin himâyesinde yaşamışsa, uygun bir çalışma ortamı bulamadığında tek çâre olarak evliliği seçer.
Bu durumda % 95 oranında kadının, kendisinden “yaşça çok büyük” biriyle ve “ikinci eş” olarak evlenmesi, kadının çâresizliğinin göstergesidir.
Ancak ekonomik kaygısı yoksa da “dul kadın”; toplumun ona bakış açısının olumsuzluğu sebebiyle de evlenmeyi seçebilir.
3- Bazı Kültürel Sebepler:
Çok eşle evliliğin; “erkeğin gücünü ve otoritesini gösterdiğine” inanılan kültürel yapıların olduğu bölgeler de vardır. Bu bölgelerde çok eşi olmak, zenginliği ve gücü gösterdiği için, bu takdiri kazanmak üzere evlilikler gerçekleşmekte, kadınlar da bu duruma boyun eğmek zorunda kalmaktadırlar.
4- Kişiliğinden Dolayı:
Bazı kişiler, yaratılışları gereği, tek insanla doyumlu ilişkiler yaşayamayıp, sürekli eş değiştirebilirler. Çok eşle evlenebilirler. Psikologlara göre, burada, genelde yetişirken anne-babasından sevgi görmemiş, rûhundaki boşluğu dolduramamış, bedenen büyüdüğü hâlde ruhu gelişmemiş ve hayata anlam katamamış kişilikler söz konusudur.
5- Ekonomik Düzeyin Yükselmesi:
Maddî olarak doyuma ulaşan erkekler, hayatlarında sürekli yeni heyecanlar aramak ve gençleşmek ister. Bundan dolayı doyumu, yeni evliliklerde arayabilirler.
6- Topluma Örnek Olan Kişilerin Tavrı:
Toplumun örnek aldığı gazeteci, yazar, düşünür ve benzeri toplumu etkileyebilecek kişilerin çok evlilik tarzında hayat sürmesi ya da bu görüşü desteklemesi, bazı erkekleri çok evliliğe itebilir. Özellikle içinde bulunduğu grup arkadaşları tarafından dışlanmamak, onlara uyum sağlamak amacıyla çok evliliği tercih edebilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, birden çok evliliğe; zarûretler ortaya çıkınca ve kadınların haklarının korunması şartıyla izin verilmiştir.
Her insan, kalbini ve âilesinin sırlarını kendisi bilir. Bize düşen onları yargılamak değil, sadece bir konuya dikkati çekmektir.
Hiç şüphesiz ki, evlilik iki tarafın maddî ve mânevî tatmini ile devam etmektedir. Yuvayı, elbetteki dişi kuş yapar. Ama “almadan vermek”; yalnızca Allâh’a mahsustur. Kadın, beyi tarafından mutlu edilmezse ne verebilir ki? Üstelik:
“İki mazlûmun hakkını almaktan Allâh’a sığının. Kadının ve yetimin!.. Zira onların koruyucusu Allâh’tır.” hadîs-i şerîfi yürekleri ürpertir.
Evlilik müessesesi; cemiyetin bozuk tesirlerinden en çok zarar gören ve ihtimamla korunması gereken, toplumun temeli sayılan bir kurumdur.
Çok evliliği, bir “sünnet” olduğu için “dînî” bir gâye ile icrâ ettiklerini söyleyenleri; gerçekten bir vicdânî muhâsebeye dâvet etmek istiyorum. Bunun için şu soruları düşünebiliriz mesela:
Neden binlerce “sünnet” içinde özellikle bu “sünnet”i ihyâ etmek istiyorlar? Gerçekten farzlara ilâveten bütün sünnetleri îfâ ettiler de mi sıra buna geldi?! Eğer niyetlerinde samimi iseler, Peygamber Efendimizin sünnetini işlerken niye kendilerinden yaşça büyük, mazlûm ve çâresiz ve hatta çocuklu dul kadınlarla evlenmiyorlar? Tabiî ki böyle yapanları (eğer varsa) tenzih ediyorum!
Nikâhımız, Allâh -celle celâlühû- rızâsı için mi, yoksa başka rızâlar adına mı?
Bir eğitimci olarak, yıllardır pek çok öğrenci ve velisiyle görüştüm. Donuk bakışlı mutsuz öğrencilerin çoğunun âile mutsuzluğunun; onların öğrenme ve başarısını engellediğine şâhit oldum. Çoğu çocuk, içlerinde kendileri ile birlikte bir “kin” büyütüyor. Büyüdüklerinde bu kin, merhametsiz tavırlar şeklinde insanlara yönelebildiği gibi âilesinin kutsal saydığı ve önemsediği değerlere düşmanlığa da dönüşebiliyor. Âile, dini mukaddes sayıyorsa dinsizliğe, nâmusu kutsal sayıyorsa nâmus dışı davranışlara meyledebiliyor. Bu şekilde âilesinden intikam alıyor.
Dr. H. Kalyoncu’nun dediğine göre: “Günahları, Allâh –celle celâlühû- affediyor, ancak sinir sistemimiz affetmiyor.”
Hiçbirinizin gözünde ve gönlündeki mutluluk ışığının sönmemesi duâlarımla... Allâh’a emânet olun!..
NOT: Gerçek mutluluğun yakalanması ve yaşanması ile ilgili olarak İslâm’ın koyduğu âile hukûkunu en güzel şekliyle anlatan Hocamız Osman Nûri TOPBAŞ’ın “Saâdet Damlaları” Kitabı’nın 315. sayfasından başlayan “Nesil Emniyeti I-II” yazılarını ve “Huzurlu Âile Yuvası” adlı yeni neşredilen kitabını, özellikle okumanızı tavsiye ediyorum.
YORUMLAR