Anne-baba olduğumuz ilk günden itibaren hayatımızın en büyük hedeflerinden biri, mükemmel evlatlar yetiştirmek oluverir. Bu hedef doğrultusunda rahatımızdan, kendi ihtiyaçlarımızdan fedakârlık ederek her imkânı en iyi şekilde onların hizmetine sunma konusunda diğer ebeveynler ile şuursuzca gizli bir yarışa gireriz. En iyi giysiler, en iyi yiyecekler, en iyi oyuncaklar, en iyi doktorlar, en iyi okullar, vesâire vesâire; liste uzayıp gider. Kendimizi zorlayarak yaptığımız bu fedakârlıklar çok hoş gözükmesine rağmen, döner dolaşır, çocuklarımızın omzuna sorumluluk olarak biner ve istenmeyen birçok durum için uygun bir alt yapı oluşturur.
Bir gün gelip de problemlerle karşılaştığımızda önce reddeder, durum kontrolden çıkınca da panik hâlinde suçlayacak kişiler ararız. Doktorunu, bakıcısını, anneannesini, babaannesini, öğretmenini, hatta çocuğun kendisini suçlamak, bu kadar fedakârlık yapan ve iyi niyet taşıyan kendimizi suçlamaktan çok daha kolaydır.
Bu kısır döngü içerisinde anne, babayı; baba ise anneyi suçlamaya başladığında ebeveynler daha ciddî problemler için gereken zemini kendi elleriyle hazırlamış olurlar. Böylece bir çocuğun en çok ihtiyaç duyduğu huzurlu âile ortamına darbe inmiş olur.
Çocuk yetiştirmek, dünyanın en zahmetli, fakat bir o kadar da rûhu, vicdanı, gönlü tatmin edici işidir. Çocuğun büyüme sürecinde anne-babaları en çok zorlayan durum ise, çocuklar arasındaki ferdî farklılıklardır. İsteriz ki, hepsi her zaman dürüst olsun, hepsi başarılı olsun, bir şeyi bir kerede anlasın, kitap okumayı sevsin, kolay arkadaşlık kursun, sosyal olsun, yaramazlık yapmasın, problem çıkarmasın, iştahlı olsun, vaktinde yatsın, vaktinde kalksın, hastalanmasın, altını ıslatmasın, tırnaklarını yemesin, korkmasın, üşümesin, terlemesin, istemesin…
Çocuklar birçok açıdan birbirine benzerler, fakat onların dünyasına girebildiğinizde görürsünüz ki, her birinin kendine ait bir algı sistemi, değişik fizyolojisi, damak tadı, karakteri vardır ve her çocuk, diğerinden farklı bir ferttir. Bu sebeple çoğu zaman okuduğumuz kitaplardaki uygulamalar her çocuk için geçerli olmaz. Onlar da aynı Ayşe Hanım’ın Fatma Hanım’dan; Ahmet Bey’in Mehmet Bey’den farklı olduğu gibi, komşunuzun çocuklarından, yeğenlerimizden ya da kardeşlerinden farklı olacaktır. Bu farklılıkların içinde hepsi çocuk olduğu için değişik konularda hata yapmakta, değişik konularda zorlanmakta özgürdürler. İşin en başında onların hata yapma özgürlüklerini tanırsak omuzlarına yüklediğimiz sorumlulukları azaltabiliriz.
Yetişkinlerin hatalarını kabul etme konusunda olgun davranabilirken, aynı hassasiyeti ne yazık ki, çocukların hataları ile karşılaştığımızda gösteremiyoruz. Yalan söyleyen bir yetişkinin yalan söylediğini bildiğimiz hâlde sessizce dinlemeye devam ederken, yalan söyleyen çocuğu cehennemde yanmakla tehdit edebiliyoruz. Çekingen tutumları olan yetişkinin “huyudur” derken çocukları “terk etmek”le korkutabiliyoruz. Davranışların uygun biçimde şekillendirilmesi için bu tip yaklaşımların geçerli olmadığını bile bile bu acımasız tavrımızı sürdürebiliyoruz.
Gelişim, ömür boyu devam eden bir süreçtir ve bu süreç içerisinde olabilecek en normal şey, çocukların bazı alanlarda iniş-çıkışlar yaşamasıdır. Bu farklılıkları, “Çocuktur” diyerek hoşgörü ile karşılamak, geçici meselelerin üzerinde fazla durmamak, problemin en iyi ilacıdır.
İstenmeyen durumlarla karşılaştığınızda ilk tepkiyi vermeden önce, anne-babalara en büyük tavsiyem, öncelikle kendi hatalarını düşünmeleri ve bu hatalar için affedilmeye, hoş görülmeye ne kadar ihtiyaçları olduğunu idrak etmeleridir.
Ne kadar iyi niyetli olursak olalım “insan” olduğumuz için hayatımız, eksiklikler ve hatalarla doludur. Ancak bu noksan yönlerimizle barıştığımızda çocuklarımıza karşı hoşgörü kapılarımız açılacaktır.
Rabbinin affından ve merhametinden emin olmayan hangi kul, tevbe kapısına giderdi?
YORUMLAR