Yavrularımız, yüreklerimizde umutla büyüttüğümüz çiçeklerimiz!.. Allah’ın bize sunduğu en büyük nimet ve lütuflardan sadece birisi… Ve ilk hesaba çekileceğimiz âhiret sermayelerimiz…
Nasıl ebeveynin çocuk üzerinde hakları varsa, çocukların da anne-babaları üzerinde hakları vardır. Kendilerine güzel isimler konulması, İslâm’ın güzelce öğretilmesi, helâlinden rızıklarla beslenmesi…. gibi.
Bunların en başında geleni de şüphesiz “din eğitimi”dir. Aslında çocuk anne karnındayken, hatta rahme düşmeden evvel bu eğitim başlamış olur. Anne ve babanın her hâl ve hareketi, psikolojileri, yedikleri-içtikleri, ibâdet ve hayat şartları; doğumdan önceki çocuğun bile dünyasını şekillendirmeye başlar. Hâmilelikte de, annenin psikolojisi, dışardan gelen en küçük sesler bile çocuk tarafından hissedilir ve onu etkiler. Günümüz modern tıbbı da bunu tesbit etmiştir.
Eskiden büyükler, hâmile kadına güzele bakmasını ve sesli olarak Kur’ân-ı Kerim okumasını tavsiye ederlerdi. Bu tavsiyeleri dikkate alan anneler, doğumdan sonra da çocuklarını mümkün mertebe abdestliyken emzirmeye çalışır, yine emzirirken yavrusunun yüzüne baka baka Yasîn-i Şerîfi okurlarmış. Ailece, çocuğun ilk sözünün «Allâh» olmasına îtina gösterilir ve ezberine alacağı ilk şeylerin, günümüzdeki gibi boş ve mâlâyânî şeyler değil, kısa sûreler veya duâlar olması istenirmiş.
Çocukların en verimli ve kalıcı bilgiler öğrenecekleri yaşlar, hayata yeni yeni intibak gösterdiği yıllardır. Nitekim yapılan araştırmalar, 3 yaşındaki bir çocuğun, ayrı dili diksiyonlarıyla beraber öğrenip konuşabilecek zekâ ve hâfıza kuvvetine sahip olduğunu göstermektedir. Bu kabiliyet, zamanla azalmakta ve 20 yaşına ulaşan bir genç, kapasitesinin beşte dördünü kaybetmektedir.
Bu gerçeğin farkında olan ecdadımız, çocuklukta öğrenilenlerin “mermere kazınan yazılar” gibi olduğunu düşünmüşlerdir. Bu sebeple çocukların, 4 yaş, 4 ay, 4 günlük olmalarıyla şenlik edâsıyla dînî bir merâsim yaparlardı. “Bed-i besmele” veya “âmin alayı” da denilen bu merasime, âile ve komşular hep birlikte iştirak ederler ve çocukları büyük bir coşku içinde Kur’ân-ı Kerim ile tanıştırırlardı. Bu özel günde çocukların güzel hâtıralar eşliğinde Kur’ân-ı Kerim öğrenmeye başlaması için âdeta bir seferberlik havası estirilirdi.
Günümüzde unutulmaya yüz tutmuş bu âdeti, tekrar hatırlamanın faydalı olacağını düşünüyoruz.
* * *
Osmanlı’da Mahalle Mektebleri
Müslümanlık, kadın-erkek diye ayırmaksızın herkesi dinini öğrenmeye teşvik ediyordu. Âyetler ve hadîslerle ve diğer şer’i delillerle de te’yid edilen bu mükellefiyet dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu’nda, hemen hemen her câmi ve mescid bitişiğinde veya yakınında yüksek kubbeli tavanları olan mektebler inşâ edildiği gibi, hayır sahipleri tarafından da yâdedilmelerine ve sevâb kazanmalarına vesîle olmaları maksadıyla mektebler yaptırılmış ve bunların hizmetlerini devam ettirmeleri için gelir kaynakları vakfedilmiştir.
Ekseriyet îtibariyle taştan yapıldıkları için “taş mekteb” ismi ile de zikredilen bu mekteblerin daha ziyâde “mahalle mektebi” şeklinde isimlendirildikleri görülmektedir. Nitekim resmî vesîkalarda “sıbyan mektebleri” olarak geçen bu mekteblerin esas gâyesi İslâm dîninin âdab ve erkânını, bu cümleden olmak üzere Kur’ân okumayı, yazı yazmayı, namaz kılmayı ve ilmihâl bilgilerini öğretmekti. İsteyene tecvid de öğretilirdi. Tecvid kitaplarından bugün de halk arasında mû’teber tutulan ve okunan taşbaskı “Karabaş Tecvidi” isimlisi tercih edilirdi.
Mektebe başlayan çocukların sırasıyla halk arasında “supara” da denen Elifbâ cüzü, Amme cüzü, Tebâreke ve diğer bazı cüzler ve bu arada mevlid ve en sonunda da Mushaf “Kur’ân” okutulurdu. Çocuğun Kur’ân okumaya başlaması ayrı bir sevinç vesîlesi olur ve “Mushafa çıkmak” diye isimlendirilirdi.
Hocanın nezâretinde Mushafı sonuna kadar okuyup bitirmeye “Hatim indirme” denir ve bilebildiğimiz kadarıyla sadece kız çocukları için “Hatim Duâsı” yapılırdı. Bu merâsimlere de çocuğun âilesi, komşuları ve hatta mahalle sakinleri tarafından çok ehemmiyet verilirdi ki, bu âdet günümüzde de küçük yerlerde hemen hemen aynı canlılıkla yaşamaktadır. Kız ve erkek çocuklarının mektebleri çoğu defa ayrı oluyor, karışık olarak devam edilen mekteplerde ise kız ve erkek çocukları ayrı birer sıra teşkil ediyorlardı. Çocuklar yere, sıraların veya evden getirdikleri rahlelerin önüne, yine evden getirdikleri minderlerin üzerine oturuyorlardı. Derslerin bir kısmı müştereken, yani bütün çocukların katılmasıyla sesli bir şekilde, bir kısmı da ayrı ayrı yapılır ve okunan dersin sonuna hoca balmumu parçası yapıştırırdı. Ertesi gün tekrar oradan derse başlanırdı. Konuşmamızın kesildiği yeri veya son söylediğin sözü unutma mânâsına gelen “Sen buna bal mumu yapıştır” sözü buradan kalmış olsa gerektir. (…) Bevvab adındaki hizmetli her sabah “Haydi Mektebe!..” dâvetiyle çocukları toplar ve omuzunda taşıdığı uzun bir sırığa yiyecek çantalarını asarak onları mektebe iletirdi. Akşamları da yine aynı şekilde evlerine dağıtırdı. (Daha geniş bilgi için bakınız: Ali Birinci-İsmail Kara, Mahalle Mektebleri, Kitabevi, İstanbul)
Mahalle Mektebine Başlama Merasimi
(Bed-i Besmele)
Mahalle mektebine başlama merasimi âilelerin varlıkalrıyla mütenâsib bir şekilde yapılıyordu.
Orta hâlli ailelerde çocuk giydirilip kuşatılır; erkek ise fesine, kız ise saçlarına süsler takılır, yakın akraba ile mektebe gidilir, derse başlatılarak hocaya duâ ettirilirdi. Bundan sonra çocuklara birer ikişer kuruş dağıtılır, hoca ile kalfaya da mendil ucuna bağlanmış bir kaç mecidiye hediye edilirdi. Anadolu’da ise çocuklara para verilmez, simit ve şeker dağıtılırdı.
Yüksek tabaka arasında “Bed-i Besmele” halk arasında da “Âmin Alayı” diye isimlendirilen bu merâsimler, hâli vakti yerinde âileler tarafından bir düğün kadar ciddiye alınırdı. Âmin alaylarının bazı kaynaklarda “Duâ Alayı” şeklinde de zikredildiği görülmektedir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi bir çocuğun mektebe beşlaması aile, mekteb ve hâttâ mahalle için mühim bir hâdise olarak kabul edilirdi. Evde hazırlıklar yapılır, varsa sandıklardan yeni giysiler çıkarılır veya çarşıya gidilerek satın alınırdı. Yumuşak ve güzel bir minder doldurulur, sâde veya imkânı olanlar tarafından mor kadife üzerine sarı sırma kılâptan işlemeli, “kâr-ı kadîm”, bir cüz kesesi çocuğun sağ omuzundan sola doğru çapraz bir şekilde boynuna asılmak için hazırlanırdı. Yine çocuk için bir elifba cüzü temin edilirdi. Bunların sarı soluk kâğıtlara basılmış olanları da bulunduğu gibi, çocuğu okumaya özendirmek için altın yaldızlı basılanları da olurdu. Bazı âilelerde elifbâ cüzlerinin müzehheb el yazmalarına da rastlanırdı ki, bunlar iyi muhafaza edilir ve nesilden nesile devredilirlerdi.
Merâsimden önce hocaya haber verilir ve uygun bir gün tesbit edilirdi. Bu günün kandil günlerine ve daha ziyâde Pazartesi veya Perşembeye rastlanmasına îtina edilirdi. Mektebin ilâhici takımı haberdâr edilir veya başka mekteblerin daha güzel sesli ilâhici takımları tutulurdu. Çocuk yeni kıyâfetiyle, zihin açıklığını ve hayatının yeni safhasında muvaffak olmasını sağlamak husûsunda himmetlerini istemek için âilesi tarafından evliyâ türbelerine ve bu arada ekseriya Eyüp Sultan’a götürüldü. Çocuk bundan sonra da âilenin büyüklerine, yakın ve hatırlı dostlarına el öpmeye, duâ almaya sevkedilir, nihâyet merâsim günü gelir çatardı.
Merâsim günü çocuklar, o gün için daha çok îtina göstererek giyindikleri temiz kıyâfetleriyle mektebe toplanırlar, önlerinde hocaları, kalfa ve bevvabları olduğu hâlde, ilâhicibaşının idâresindeki ilâhici takımını takib ederek ve işaret edilen yerlerde “Âmin” diye bağırarak çocuğun evine gelirlerdi.
Bu safhadan sonra da merâsimin iki şekilde yapılabildiği görülüyor. Evinin, durumu ve hâli vakti müsâit olanlar merâsimi evde yaptırıyorlardı. Eve gelen mekteb çocukları, yeni başlayacak olan çocuğu alarak tekrar ilâhilerle yola düzülüyorlar ve bu defa âmin alayına daha büyük bir kalabalık katılıyordu. En önde hoca ve başının üzerinde rahleyi taşıyan bevvab yürüyor, rahlenin üzerinde çocuğun minderi ile cüz kesesi bulunuyordu. Bunların yanı sıra erkek misafirler, bir faytona veya iki yanında birer kişinin yürüdüğü midilliye bindirilmiş olan çocuk, peşisıra da bir ilâhici başının idâresindeki ilâhici takımı ve diğer çocuklar yürüyordu. En arkada ise kadınlar gelirdi. Âdet olduğu üzere ilâhilerle şehir içinde karar dairesinde dolaşan alay tekrar eve dönerdi. Burada da ilâhiler okunur ve mekteb gülbankı çekildikten sonra alay sona ererdi. Bundan sonra alaya iştirak edenler minderler ve seccâdelerle döşenmiş, öd ağacı ve buhurlar yakılıp havalandırılmış odada otururlar ve hocanın çocuğa ilk dersi vermesini beklerlerdi. Misafirler arasında ulemâdan birisi varsa ilk dersi vermesi için hoca yerini ona terkederdi. Minderine oturup rahlesinin üzerine elifbâ cüzünün ilk sayfasını açan çocuk eline odun, kemik, pirinç, gümüş veya altından yapılmış “hilâl” adlı çubuğu alarak hocanın vereceği işâreti ve söyleyeceği sözleri beklerdi.
İlk derste çocuğa elifba cüzünün en başındaki duâ kısmı ile bir kaç harf ve çok kere sadece elif harfi okutulurdu. Böylece ders sona erer, bundan sonra da:
“Yarabbi ilmimi ve aklımı ve anlayışımı artır.” mânâsına gelen “Râbbi zidnî ilmen ve aklen ve fehmen” veya “Rabbi yessir...” duası çocuğa tekrar ettirilirdi. İlk ders şu şekilde yapılırdı:
Hoca: Eûzubillâhi mineş-şeytâni’r-racîm.
Çocuk: Eûzubillâhi mineş-şeytâni’r-racîm
Hoca : Bismillâhirrahmânirrahîm
Çocuk: Bismillâhirrahmânirrahîm
Hoca : Rabbi yessir (Rabb’im kolaylaştır.)
Çocuk: Rabbi yessir
Hoca : Ve la tuassir (Fakat zorlaştırma.)
Çocuk: Ve la tuassir
Hoca : Rabbi temmim (Rabb’im tamamlattır.)
Çocuk: Rabbi temmim
Hoca : Bilhayr (hayırla)
Duâyı tâkiben çocuk, hocasının ve diğer misafirlerin ellerini öper, bu esnada hâfız talebeler tarafından Kur’ân okunur, daha sonra hoca veya bir başkası tarafından duâ edilerek merâsim sona erdirilir. Bundan sonra kurulmuş olan sofraların başına geçilerek yemek ve lokma yenilirdi. En sonunda törene katılan bütün çocuklara birer, ilâhicilere ikişer, ilâhicibaşına üç kuruş; hoca, kalfa ve bevvaba münasip miktarlarda para ile mintanlık ve cübbelik kumaş verilirdi.
Merasimin ikinci bir şekli daha vardı ki, bu da evin darlığı veya başka bir mahzûr sebebiyle mektebde yapılanı idi. Mahalleyi dolaşan alayla mektebe gelinir, ilâhiler okunduktan ve gülbank çekildikten sonra içeri girilerek merâsim yapılırdı. Bu sırada davetliler ve çocuğun yakınları da hazır bulunur ve sonunda lokma yenilerek hediyeler dağıtılırdı. (Ali Birinci, “Mahalle Mektebine Başlama Merâsimi ve Mekteb İlâhîleri”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri-IV, Ankara 1982, s: 37-57)
* * *
Evet, muhterem Ebeveynler,
Görüldüğü gibi, Osmanlılar, Kur’ân-ı Kerim’i minicik kalplere böyle sevdirdi. Yüreği Kur’ân ve İslâm sevgisiyle büyüyen çocuklar, dünyada vatanına, milletine, ailesine ve dinine hizmet eden şuurlu birer fert oldular; âhirette de hem kendi kurtuluşlarına vesîle ameller işlediler, hem de ebeveynine “sadaka-i câriye” olacak hayırlar gönderdiler. Biz de ecdadımızın bu güzel âdetlerini yaşatarak, yavrularımızı merasimlerle ve tatlı hâtıralarla yâd edeceği şekilde Kur’ân-ı Kerim’le tanıştırmalı ve onların gönüllerinin derinliklerine bu ulvî muhabbetin tohumlarını ekmeliyiz.
Halime Demireşik
Sıbyan Mekteblerinde Okutulan İlk Harfler
Elif; Oklağaç gibi
Be; Yanı yatık
Te; Ona benzer
Se; Ona benzer
Cim; Karnı yarık
Ha; Ona benzer
Hı; Ona benzer
Dal; Beli bükük
Zel; Ona benzer
Rı: Çengel gibi
Ze: Ona benzer
Sin; Üç dişli
Şın; Ona benzer
Sad; Deve dudaklı
Dad; Ona benzer
Tı; Tavşan kulaklı
Zı; Ona benzer
Ayın; Ağzı açık
Ğayın; Ona benzer
Fe; Kuzu başlı
Gaf; Kadı başlı
Kef; Sındı gibi
Lam; Orak gibi
Mim; Çomak gibi
Nûn; Çanak gibi
Vav; Başı tokmaklı
He; İki gözlü
Lâmelif; Baldır dolaşık
Ye; Yaya benzer
(Çankırılı Hacışeyhoğlu Hasan, “Çankırı’da Ahîlikten Kalma Esnaf ve Sohbet Teşkilâtı”, Çankırı, Vilâyet Matbaası, 1932, s: 166-172)
YORUMLAR