Merhum babam, Osmanlı kültürüyle yetişmiş bir erbâb-ı ilimdi. Çocukluğumuzda kardeşlerimle beraber kıymetini pek bilemediğimiz nice güzel ahlâk ve davranış güzelliklerinin birçoğunu ondan tahsil etmiştik. Şimdi düşündükçe görüyor ve anlıyorum ki, sevgili babam, bunları rûhumuza bir nakkaş mahâretiyle işlemiş. Hele ibadete alıştırma bakımından onun takip ettiği üslûp ve incelik, hâlâ gözlerimi yaşartır. Şöyle ki:
Onbir-oniki yaşlarında idim. Zamânın, çocuk bakışıma göre benim için çok güzel geçtiği bir gündü. Çünkü o gün hava yağmurlu olduğundan çalışmak üzere bahçeye gidilmemişti. Babam, annem ve kardeşlerim hep birlikte evdeydik. Kâh kardeşlerimle, kâh kendi kendimle çeşitli oyunlar oynuyordum. Vakit ikindiye yaklaşırken babam seslendi:
“– Evlâdım! Su getirir misin?”
Aldığımız terbiye dolayısıyla babamızın her isteğini kendimize minnet bilirdik. O bir şey talep edince, kardeşlerimizle aramızda benden istesin diye âdeta gizlice yarışırdık. Buna göre babamın benden su istemesi demek, bana iltifat etmesi demekti. Derhâl mutfağa koştum ve annemden bir bardak su alıp sevinçle babama götürdüm. Onun, suyu alıp da «bismillâh» diyerek ağzına götürüşü, hâlâ gözlerimin önündedir. Fakat tam suyu içmek üzereyken, babam, aklına bir şey gelmiş gibi âniden durakladı; bana, düşünceli ve mânidar bir şekilde bakarak:
“– Evlâdım! Öğle namazını kıldın mı?” diye sordu.
Kıpkırmızı kesildim. Kılmamıştım. Yalan söyleyip kıldım da diyemezdim. Çünkü yalanın kötülüğünü öğrenmiştik. Hem yalan söylersem, babamı daha çok üzmüş olurdum. Üstelik evde olduğu için babam namaz kılmamış olduğumu görmüş de olabilirdi...
Çâresiz, mahcup bir şekilde başımı önüme eğdim, sönük bir sesle:
“– Hayır, kılmadım!..” dedim.
O zaman babam, büyük bir üzüntü ile yüzünü öbür yana çevirdi. Suyu içmekten de vazgeçti. Bardağı bana uzatırken:
“– O hâlde götür bunu! Ben, namaz kılmayan bir kimsenin elinden su içmem!.. Söyle; içeceğim suyu annen getirsin...” dedi.
O an sanki başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Titrek ellerimle suyu alıp anneme götürdüm. Ona, babamın söylediklerini aktarınca, mahcubiyet ve elemim bir kat daha arttı. Zîrâ hatâmı annem de öğrenmiş, o da üzülmüştü...
Yaşadığım bu hâdise, beni öylesine derinden yaraladı ve rûhuma öylesine te’sîr etti ki, o günden sonra ne zaman namaz husûsunda bir ihmâle düşecek olsam, hep bu hisli ân gözlerimin önüne geldi...
Şimdi kavrıyorum ki, meğer babam, o gün bana farkettirmeden beni takip etmiş. Oyunumla, çocukça koşuşturmalarımla ilgilenmiş. Bu arada da ibâdete dikkat edip etmediğimle yakından alâkadar olmuş... Öğle namazını kılmadığımı görünce de beni îkâz için hikmetini ancak bugün farkettiğim çok müstesnâ bir üslûp ve incelik ile annemle de anlaşıp beni istikâmetlendirmiş... Nûr içinde yatsın, mekânı cennet olsun!..
Bu hâtıra vesilesiyle dikkat çekmek istediğim nokta, çocuklarımıza oyun, ahlâk, davranış ve ibâdet eğitiminde riâyet edilecek üslûp ve incelikler, anne ve babalar için bilhassa bugün çok mühim hususlar olduğudur. Çünkü bugünkü çevre, eskiye nazaran; evlâtları, bazen bir anne ve babadan daha çok cezbeden göz kamaştırıcı sayısız zararlı yaldızlar ve mıknatıslarla doludur...
Onun için anne ve babaların, bir yandan gözleri ve gönülleri çocuklarıyla dâima alâkadar olurken diğer yandan da bu alâka esnasında gerekli olan istikametlendirmeyi ihmâl etmemeleri zarûrîdir. Bu çerçevede hâssaten kalıcı bir ibadet ahlâkı ve zevki kazandırmaları, göz bebeği olarak gördükleri yavruları için ebedî seâdet açısından en hayatî bir mes’eledir. Bunun için de elbette câzip ve derin te’sirler bırakacak üslûp ve incelikler ile hareket, hiç şüphesiz en faydalı ve semereli bir yol olacaktır.
Hâsılı çocuklarımızın her türlü eğitim ve terbiyesi hususunda söyleyeceğim son söz şudur:
Binbir şefkat ve meşakkatle, sevgi ve merhametle bir ömür üzerlerine titrediğimiz yavrularımızı, eğitim ve terbiye adına ne frensiz bir araba hâline getirmeli, ne de gaz pedalı ölmüş, hareket edemeyen durgun bir külçeye döndürmeli...
YORUMLAR