Âilelerin en çok şikâyet ettiği durumlardan bir tanesi de “yaramaz” diye tâbir edilen çocuklardır.
Bu durumun çözülmesi için ebeveynlerin yapmadıkları şey yoktur aslında… Medet umdukları büyük psikologlar, gelişim kitapları, hediye vaatleri, haklarından mahrum etme cezaları, türbe ziyâretleri vb. birçok maddî-mânevî yola başvuran çaresiz âileler, bu zor durumu, en kolay yoldan atlatmaya çalışırlar. Buna rağmen başarı, hâlâ onların kapılarını çalmamıştır, bunun sebebini de bir türlü anlayamazlar. Çünkü kaçtıkları bu kâbus, tam da kendileridir, bilmezler.
“Yaramazlık” diye tâbir edilen durumun üzerinde gerçekleştiği çocuklar, ebeveynlerinin onları yetiştirme metotlarından kaynaklı olarak bu duruma gelmektedirler. Aslında yaramazlık tâbiri de çok doğru bir kelime değildir. Çünkü toplumumuzda bir çocuğun gelişme dönemi ile bağlantılı olarak sergilediği davranışlar da kimi zaman yaramazlık olarak adlandırılır, bu da yanlış yönlendirmelere kapı açar.
Olumsuz davranışlar sergileyen çocuklar için uygulanması gereken ilk adım, âilelerinin kişiliklerinin araştırılmasıdır.
Kişilik, çocukluk döneminin ilk yılları olan 0-12 aylarda temelleri atılır ve daha sonra da inşası devam eder. 18-21 yaşlarında artık ergen olan genç, yetişkinlik çağına erişmiş ve bütün kişilik özellikleri değiştirilemez şekilde oturmuştur. Bütün bu aşamaya kadar kişinin yetiştirilmesinde kullanılan metotlar, bundan sonraki hayatının bütün faâliyetlerinde rol oynar. Kişinin yaşadığı olaylara olan yorumları, yaklaşımları, ilgi alanları, hayalleri, arzuları bu hâlin birer parçasıdır.
İnsanın kişiliği oluşurken birinci faktör anne ve babası, daha sonra da yakın çevresi, yani arkadaş ve akrabalarıdır. Bu sıralama, aynı zamanda şahsiyetin oluşumunda en etkin olan kişileri göstermektedir.
Anne-baba, daha ziyade kendi yetiştirilme şekillerine uygun olarak çocuklarını yetiştirirler. Aslında birbiriyle ortak ve farklı yönleri bakımından birkaç grup yetiştirme tarzı vardır. Bunları sınıflandırırsak, şu başlıklar altında toplayabiliriz:
-Baskıcı âile modeli
-Aşırı koruyucu âile modeli
-Destekleyici âile modeli
-Gevşek âile modeli
Bu aile modelleri içerisinde en sağlıklı olanı, kuşkusuz destekleyici âile modelidir. Bu model davranışlarla anne-babalar çocukların olumlu düşünce ve davranışlarını sonuna kadar destekler, olumsuz davranışlarına da göz yummazlar.
Burada “yaramazlık” denilen davranışları gösteren çocuk ve gençlerin, yaş dönemleri çok büyük bir önem arz etmektedir. Şu iki husus, hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir:
Her yanlış davranış, yaramazlık değildir. Yine her yaş dönemindeki yanlış davranışlar, aynı kefede değerlendirilmemelidir.
Yaramazlığa en iyi zemini oluşturan tutum ise, şüphesiz gevşek âile modelidir. Çocuklar, ebeveynlerinin hayatlarının merkezinde kendi cumhuriyetlerini oluştururlar. Çünkü ebeveynler, bütün gündem maddelerini çocuklarına adamışlardır ve onların bağımsız devletlerinin kurulmasına izin vermişlerdir. Bu ortamda yetişen çocuk, her şeyin kendisine göre düzenlenmesi gerektiğini savunarak bitmek bilmeyen isteklerde bulunur. Yemek saatlerine dikkat etmemek, bunun sonucu olarak vakitsiz ara öğünlerle ebeveynlerden sürekli su, yemek vs. gibi isteklerde bulunmak, âilenin düzenlediği sosyal etkinliklerin dışında kendi planlarını yaparak karşı çıkmak, yüksek ses tonunda âile fertlerinin sınıflarına dikkat etmeden konuşmak, buna en büyük örneklerdir. Bu durumda ebeveynlerin dediği ise, sadece tehdid ifade eden:
“-Bunu bir daha tekrar edersen, sana şu cezayı vereceğim!..” gibi cümlelerdir. Bu sözler ve korkutulan cezalar bir türlü gerçekleşmez. Böylece çocuklar, ne yaparsa yapsınlar, anne ve babalarının kendilerini kesinlikle cezalandıramayacaklarını düşünmeye başlarlar.
Bu, çocukları, her yaptıkları hatalarında ağır cezalarla yola getirmeye çalışmak gerektiği mânâsına da gelmez. Bu şekilde ceza ve aşırı kontrol ile kurulan bir disiplin ortamı hiç de sağlıklı olmayan başka bir âile modelini ortaya koymaktadır: Baskıcı Âile Modeli
Bu uç noktalar arasında gidip gelmemek için, anne ve babalar olarak en hassas olmamız gereken konu, “ödül-ceza ilişkisi”dir. Hangi davranışa, ne zaman, ne kadar ve nasıl bir ödül vermeli ve hangi davranışı, ne zaman, nasıl ve ne oranda bir cezayla vazgeçirmeliyiz? Zaman zaman duyduğumuz “orantısız güç kullanımı” tâbiri, tam da bu dengeyi anlatmaktadır. Normalde bir çocuğun yaşı, cinsiyeti ve kabiliyetlerine göre rahatlıkla yapması gereken bir vazifesini, çok büyük ödüllere boğmak, onu şımartırken; en küçük bir hatasına bile müsamaha göstermeksizin en ağır cezaları vermek de onu pısırık ya da âsî yapmaktadır. O hâlde, anne ve babalar, merhamet, insaf ve adâlet prensiplerini, eğitimlerinin odağı hâline getirmelidirler.
Çocuk eğitiminde diğer bir önemli nokta da tutarlı olmaktır. Yani bugün iyi, güzel dediğimiz ve hatta ödül verdiğimiz bir davranışı, ertesi gün sebepsiz yere cezalandırmaya kalkarsak, çocuğumuz ne yapacağını şaşıracaktır. Bir şey, kötü ve yanlışsa, her zaman için öyle olmalı, bizim anlık duygularımıza göre mâhiyet değiştirmemelidir. Meselâ bir gün çocuğumuzun sigara içtiğini görüp kızıp bağırdık. Ardından çok sevinçli veya hüzünlü bir ânımızda tutup kendimiz bir sigara içtiğimizde ya da “İşte şimdi içilir!” dediğimizde, o çocuk için sigara, kötü bir davranış olmaktan çıkmış demektir. Ondan sonra istediğimiz kadar, bunun kötülüğünden dem vuralım, onu bu kötü alışkanlıktan vazgeçirmemiz zor olacaktır.
Çocukların hatalı davranışları, bazen anne-babasından, bazen yakın çevre, komşu ve akrabalardan, bazen yaşıtları ve arkadaş çevresinden kaynaklanmaktadır. Ancak devamlı televizyon başında olan ve farklı sosyal çevrelere girip çıkan çocukların buralardan etkilenmesi de çok kolaydır. Bu yüzden anne ve babalar, kendi davranışlarına dikkat ettikleri kadar, çocuklarının karşılaştığı çevreyi de her an kontrol altında tutmalıdırlar.
Bütün bu söylediklerimizden anlaşılacağı üzere, çocuğun yetişip şekillenmesinde en yakın çevresi olan anne ve babanın söz, davranış, tavır ve tutumlarının çok büyük rolü vardır. Ancak günümüzde, çocuklar maalesef anne-babasından çok, başka insanların elinde yetişmekte ve şekillenmektedirler. Bu yüzden çocuk, girip çıktığı her muhitten birtakım olumlu-olumsuz davranışlar harmanlamaktadır. Anne babalara düşen en önemli vazife, evlatlarını ihmal etmemeleri, kendi güçlerinin tükendiğini düşündükleri anda, evlatlarını iyi ve güzel topluluklar içine sokarak yetişmelerini sağlamalarıdır. Unutulmamalıdır ki, çocuklar, yaramaz doğmazlar. Onlara karşı takındığımız tavır ve onları yetiştirirken yapılan yanlışlar, çocuklarımızın yaramazlaşmasına sebep olur.
YORUMLAR