Bir anne-baba için dünyanın en kıymetli varlığı, göz nûru olan çocuklarıdır. Çocuklar, maddî-mânevî birçok bağımızın bulunduğu, dünyaya gelmelerine vesile olduğumuz, âdeta şahsî hayatımızı büyük nisbette kendilerine göre tanzim ettiğimiz ilâhî emanetlerdir.
Çocuk, dünya hayatının süsü, anne-baba için umut ve gelecek demektir. Çocuklar, insanlık adına her zaman mâsumiyetin sembolü olmuşlardır.
Her medeniyet, her kültür ve her din çocukların korunmasına (velayet), geçimlerinin temini ve sağlıklı bir karakterle yetişmelerine ehemmiyet vermiş, anne-babaları bunun ilk sorumlusu olarak görmüştür. Çocukluk ve gençlik devresi bitip yetişkinliğe geçince, onlar da her fert gibi kanun karşısında eşit hak ve sorumluluklara sahip olurlar. O zamana kadar ise, büyükleri tarafından devamlı sûrette himaye ve desteğe muhtaçtırlar.
İnsanın fıtratı itibariyle muhabbetinin aktığı, kendisini bağladığı varlıkların başında çocukları gelir. Çocuklarına karşı içten gelen bu muhabbet, Allâh’ın insanın kalbine yerleştirdiği ve neslin muhafazası için gerekli olan bir duygudur. Dolayısıyla çocuklara karşı duyulan muhabbet, sonradan kazanılan bir duygu değil, tabiî olarak var olan ve ilâhî bir ikram şeklinde verilmiş bir duygudur.
Anne-babayı bir taraf, çocukları da bir taraf olarak düşünürsek; bu iki taraf arasında karşılıklı münasebetlerin en sağlıklı ve en doğru şekilde, hangi zeminde ve hangi ölçülerde sürdürülmesi gerektiği üzerine biraz kafa yormamız gerekir. Başlangıç itibariyle kendimize şu soruları soralım:
“Çocuklarımızın bize karşı hak ve sorumlulukları nelerdir, şahsiyetlerinin mükemmel şekilde gelişmesi için hürriyetleri nasıl olmalıdır?”
“Sevgi ve fedâkarlık, tek taraflı olabilir mi? Eğer tek taraflı hâle dönmüşse bunu nasıl değiştirebiliriz?”
“Çocuklar, ebeveynlerinin şefkatini istismar ederler mi?”
“Ebeveyn, kendi eksiklerini kapatmak için çocukları üzerinde zorbalık boyutunda bir baskı kurabilir mi”
“Çocuklarımıza farkında olmadan sınırsız haklar mı veriyoruz, yoksa onların en temel haklarını dahî kısıtlıyor muyuz?”
“Geleneksel ebeveyn-çocuk münâsebeti doğru ve isabetli midir, yoksa modern, her şeyde serbest bırakan bir ilişki tarzı mı? Eğer ikisinde eksik ve hatalar bulunuyorsa, bunları nasıl değiştirip telafi edebiliriz?”
Bütün bu sorular, bugün ebeveynlerin çocuklarıyla ilişkilerini belirleyici sorulardır. Şunu biliyoruz ki, tarih boyunca çocuklar, ebeveynlerinin hem sevinci hem de kederi olmuşlardır. Peygamberler, liderler, toplumda öncü insanlar; bazen çocuklarıyla iftihar etmiş, bazen de çocukları ile ağır imtihanlar yaşamışlardır.
Günümüzde çocuk-ebeveyn ilişkileri maalesef oldukça karmaşık bir hâl almıştır. Çoğu zaman ebeveynler, kendi çocukluklarında yaşayamadıkları bazı duygu ve hayallerini çocuklarında görmek istiyorlar. Bazen sevgilerini onların kaldıramayacakları nisbette kontrolsüz ve ölçüsüz bir şekilde gösteriyorlar. Bu da çocuğun, anne ve babasının aşırı sevgisi altında ezilmesine ve duygu dünyasında birtakım kırılmalara, bozukluklara veya başıboşluğa sebep olabiliyor. Ya da anne-baba çeşitli sebeplerle çocukları kendilerinden uzak tutuyor, sonra da onun gönlünü almak ve oluşan bu boşluğu kapatmak için sayısız maddî hediyelere boğuyorlar. Duygu ve zaman bakımından meydana getirdikleri boşluğu, maddiyatla kapatmaya çalışıyor.
Her türlü imkânı çocukların önüne sermek, her istediklerini yerine getirmek, bir zaman sonra âiledeki dengelerde “yöneten tarafın” çocuklar olmasına sebep oluyor. Hâlbuki çocuk, tecrübe ve bilgi noksanlığı sebebiyle, anne ve baba tarafından en güzel ve en doğru bir şekilde eğitilmeli, dengeli bir karakter kazanması için azamî derecede hassasiyet gösterilmelidir.
Bugün anne ve babaların belki de en büyük vazifesi, çocuklarına sahte ebeveynlik yapan sanal dünyadan uzak tutmak olmalıdır. Bunun için de anne-babalar, çocukları sosyal hayatın içine sokmalı, en başta evde, sonra da mahalle, okul ve arkadaş çevresinde beşerî/insânî ilişkilerini canlandırmalıdır.
Çocukların ebeveynlerle ilişkisinde en mühim hususlardan biri de, annelik ve babalık duygusunun istismar edilmesidir. Çocuk bunu yaparken bazen farkında olamayabilir. Çocukluk içgüdüsü ile annesinin ve babasının kendisine karşı merhametini kullanabilir. Çoğu defa anne-baba, çocuğuna kızıp onu uyarsa da nihayet merhameti ağır bastığı için bazı yanlışlara müsaade eder ve neticede çocuk gâlip gelebilir. Ancak çocuğa merhamet sebebiyle müsamahamız, devamlı sûrette çocuk tarafından kullanılmaya başlanmış ve sûistimale dönmüşse tavrımızı değiştirmemiz gerekir. Bu, onlara sevgi ve merhametimizin bir îcabı olmalıdır. Zira yeri geldiğinde çocuğun karakterini korumak ve geliştirmek adına, merhametin maraza yol açmayacağı prensipli ve tavizsiz bir tutum takınmak gerekir.
Yüce Rabbimiz, çocukların anne-babalar için ne ifade ettiğini beyan sadedinde şöyle buyurmaktadır:
“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihan sebebi (fitne)dir ve büyük mükâfat, Allâh’ın katındadır.” (el-Enfâl, 28)
Çocuklar ve sahip olduğumuz mal-mülk, tek başına “hayır” veya “şer” değildir. Onlar, bizim duygu, düşünce ve meyillerimizi ortaya koyan birer imtihan vesîlesidir. Mal ve çocuk sahibi olmak başlı başına bir “hayır” olmadığı gibi, bunlardan mahrum olmak da “hayırdan nasip alamamak” ya da “şerli olmak” değildir. Aynı şekilde her bir çocuk da “hayır” veya “şer” olamaz. Onlar dünyaya tertemiz gelirler. Onların hamuruna büyük nisbette anne-babalar şekil verir. Ebeyveynin çocuklara göre tavrı, onlarla olan irtibat ve bağı, onlara olan sevgi ve mesafesi, bu imtihanın rengini belli eder.
Bizi üzen, keder yaşatan çocuğumuz “imtihanımız” olduğu gibi, belli imkânlara veya dünyalık kariyere sahip ve nimet olarak gördüğümüz çocuğumuz da ayrı bir imtihan vesîlesidir.
Bir başka âyet-i kerimede Rabbimiz:
“Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Ölümsüz olan sâlih ameller ise, Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha layıktır.” (el-Kehf, 46) buyurmuştur.
Demek ki, insanın sahip olduğu dünyevî imkânlar ile evlatları, fânî dünyaya âittir ve burada kalacaktır. Bizimle ebediyete gelecek olan ise, mal ve evlatlarımızla ne yaptığımız, onları sâlih ameller işlemeye vesîle kılıp kılmadığımızdır.
Son olarak hatırlayacağımız şu âyet-i kerime ise, mal ve evlatların bir mü’mini Allâh’ı zikretmekten alıkoyma potansiyeli taşıdığını haber vermesi bakımından çok önemlidir:
“Ey îman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız, sakın sizleri Allâh’ı anmaktan alıkoymasın. Her kim böyle yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanlardır.” (el-Münâfikûn, 9)
Netice olarak çocuklara karşı aşırı muhabbet beslenmesi, fıtraten var olan sevginin mecrâsının farklı yerlere kaymasına, çocuklarımıza iyilik yapalım derken onlara haksızlık yapmamıza vesile olabilir. Onlara karşı aşırı derecede ilgisiz ve lâkayt olmak yahut onların eğitim, terbiye ve kulluk şuuru ile yetişmesiyle ilgilenmemek de ayrı bir vebal ve imtihan sebebidir.
Evlatlarımızın dünyada rahat içinde yaşaması için büyük fedakârlıklar çekip âhiretleri ile ilgili hiçbir endişe ve kaygı duymamak, gerçek anne-babalık değildir. Çünkü dünya hayatı, er-geç biten sayılı günlerden ibarettir. Âhiret ise, bitmeyecek sonsuz bir hayattır. Âhirette evlatlarımızın yakamıza yapışmaması ve bizden davacı olmaması için burada onlara olan sevgi ve ilgimizi de Allâh’ın rızâsı istikametinde şekillendirmeliyiz.
YORUMLAR