ÇOCUK VİCDAN İLE TERBİYE OLUR -1

Uzunca bir süredir devam eden yazı dizimizde çocukları “ceza” ile terbiye etmeye çalışmanın ne kadar yanlış bir usûl olduğunu örneklerle anlatmaya çalıştık. Çocukların cezâ ile değil aksine, vicdan ile terbiye olması gerektiğini gerek pedagojik ve gerekse İslâmî kaynaklara dayanarak izahını yapmaya gayret ettik.

Bu durumda akıllara gelen ilk soru: “O hâlde vicdana dayalı çocuk terbiyesi nasıl olur?” sorusudur.

 

Vicdan Nedir? Çocuk Terbiyesindeki Önemi Nedir?

Sözlüklerde vicdan; “yanlış ve doğrunun ne olduğunu bildiren duygu ve insanın içinde hissettiği ses” diye târif edilmektedir.

Bir başka deyişle, “kişiyi, kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten güce” vicdan adı verilmektedir.[1]

Vicdan hakkında, bugüne kadar birçok îzahlar yapıldı ise de, günümüz pozitif bilimleri vicdanın insan vücudunun “neresinde” ve “nasıl bir şey” olduğunu izahtan âciz kalmışlardır. Vicdan konusunda yapılan yorum ve tarifler de vicdanın “ne” olduğu değil, “nasıl” işlediği konusunda düşünce açıklamaktan ileri gidememiştir.

Geçen yüzyılın başında, materyalist ve modern psikiyatristlerde vicdana bir “mekân” tayin etme heyecanı uyanmış ve hatta bir kısım psikiyatristler, vicdanın genetik olarak ana-babadan çocuğa aktarıldığı ve genlerle bir ilgisinin bulunduğu yönünde fikirler ileri sürmüşlerdir.[2]

Ancak zaman içinde yapılan araştırmalar ve pratik gözlemler, vicdanın kalıtım olarak nesilden nesle aktarıldığı yönündeki hiçbir teoriyi doğrulamamıştır.

Vicdanı, bir “maddî varlık” olarak ve “gen” ile izah etmeye çalışan bu görüş sahiplerinin aksine özellikle Batılı ilâhiyatçılar, vicdanın, “Tanrının insanın içindeki sesi, insanı doğruya çağıran ilâhî güç” olarak târife yeltenmişlerse de, bu görüş de çok kabul görmemiştir.

Konu hakkında şark dünyası da derinlemesine fikir alışverişinde bulunmuş, özellikle tasavvuf ehli âlimler, insanın mâhiyeti konusunda oldukça kıymetli çalışmalar yaparken “vicdan” konusuna da değinmişlerdir. Yapılan bu izahlar, daha öncekilere nazaran daha gerçekçidir ve modern pedagojiye daha çok yol göstericilik yapmıştır.

Mutasavvıfların bu izahları, Batılı psikolog ve pedagogları da etkilemiştir. Bu doğrultuda görüş beyân eden uzmanların büyük bir kısmı, günümüzde artık, vicdanın her bir insanda anne babasından bağımsız olarak var olduğunu ve “vicdanın eğitilebilir”[3] olduğu konusunda görüşler beyân etmeye başlamışlardır.

Özellikle Alman Psikolog Wilhem Wundt, vicdan eğitimi konusunda anne babanın öneminin üzerinde ısrarla durmuştur.[4]

 

Anne-Babanın Vicdanı, Çocukların Vicdanının Çekirdeğidir

Her ne kadar vicdan “kalıtım” yolu ile nesilden nesle aktarılmıyor olsa da, bir çocukta vicdan oluşumunun, çok erken yaşlarda başlıyor olması, anne-babaların vicdanlarını, çocukların vicdanının oluşumunda bir “çekirdek”, bir “nüve” hükmüne dönüştürecek kadar önem kazanmaktadır.

Çocuk, daha bebeklik yıllarından itibaren karşı karşıya kaldığı anne ve babasının “davranışlarından” ve “konuşmalarından”, kendi içindeki bu vicdan çekirdeğini geliştirmeye başlar.

Çocuk, daha doğduğu ilk günden itibaren özellikle anne ile kendi arasında oluşturmaya çalıştığı “güven bağı” ile hayatın geri kalan kısmında nasıl bir insan olacağının da sinyallerini vermeye başlar.

 

Doğumu Takip Eden İlk Saatlerin Önemi ve Vicdan

Yeni doğan bebekler ve anneler üzerinde yapılan çalışmalar, çocuğun doğumunu tâkip eden ilk saatlerin, insan hayatında oldukça önemli bir yer tuttuğunu gözler önüne sermektedir. Çünkü doğumu takip eden ilk saatlerde, çocuk ile anne arasında sanki büyülü bir şekilde “manyetik bağ” oluşmaktadır. “Güven bağı” adı verilen bu ilâhî bağın ilk tuğlası, anne ile çocuk arasında çocuğun doğduğu ilk gün, ilk saatlerde gerçekleşmektedir.

Şöyle ki; doğumu takip eden ilk dakikalarda, anne beynindeki “Hipofiz” adlı salgı bezinden salgılanan “prolaktin” hormonu, anneyi, aşırı derecede duyarlı hâle getirir. Bebeğini ilk defa kucağına alan anne, işte bu aşırı duyarlı hâli ile o ânda yaşadığı ânın her bir saniyesini “sanki” mekanik bir kameraya kayıt eder gibi bilinçaltına kayıt eder. Bu kayıtta, çocuğunun ilk ağlaması, bebeksi kokusu, teninin yumuşaklığı gibi bebeğe ait her bir özellik, anne zihninde yer alır.

Bu sebeple diyebiliriz ki, bebeğin doğduğu anda anne kucağına verilmesi ve anne ile çocuk arasında bu duygu alışverişinin yaşanması hayâtî önem taşımaktadır.

Her bir annenin hayatının en güzel ve en önemli dakikalarını oluşturan bu an, aynı zamanda anne ile çocuk arasındaki “senkronizasyon” ânıdır.

 

Anne Bedeni Çocuk ile Uyum Hâline Geçiyor

Annenin bebeğine sarıldığı bu ilk dakikalarda aslında “mûcizevî” bir şekilde duygu alışverişi, yani anne ile bebek arasında “duygusal uyum” da gerçekleşmektedir.

Doğumu takip eden bu dakikalar, öylesine önemlidir ki; örneğin, bir anne bebeğini doğumdan hemen sonra kucağına alsa ve bu duygu alışverişini yapsa; öpse ve koklasa, daha sonra bebeğini bir şekilde kaybetmiş olsa ve yıllar boyunca kaybettiği çocuğunu hiç göremese ve yıllar sonra kaybettiği çocuğunu yetişkin olarak sokakta görse, bu anne, o çocuğun kendi çocuğu olduğunu hissedebilir. Çünkü anne, doğumu tâkip eden dakikalarda çocuğunun bütün bilgilerini hâfızasına kayıt etmiştir ve kendisi hatırlamasa da bilinçaltında bir ses, anneye o çocuğun kendi çocuğu olduğunu hissettirmektedir. Böylesi mûcizevî bir kavuşmaya, ister “annelik içgüdüsü” denilsin, ister “kan çekti” denilsin, bilimsel araştırmalar böyle bir olayın gerçekleşmesini, doğumu takip eden günlerde annenin çocuğuna ait verileri bilinçaltına kaydetmiş olmasında aramaktadırlar.

 

Çocuk, Anneye Güvenerek Hayata Güvenir

Nasıl ki, anne doğum ânında mûcizevî bir şekilde kendi bebeğinin bütün bilgilerini bilinçaltına kaydetmekte ise, bebek de doğduğu ilk anda annesinin tenine dokunması ve annesinin sesini duyması ile hayat boyu kullanacağı güven bağını oluşturmaya başlar.

Doğumu takip eden ilk günden itibaren başlayan bu duygusal iletişim, dört yıl boyunca santim santim çocuğun rûhunda gelişecek olan güven duygusunun temelini oluşturacaktır. İleride de izah edeceğimiz gibi, çocuk, anneye güvendiği kadar hayata güven duyacaktır. Anneden ihmale uğradığı kadar hayata güvensizlik duyacaktır. Veya bir başka değişle, annesinden duygusal olarak doyabildiği kadar vicdânı hassaslaşacak, annesinin ihmaline uğradığı kadar da vicdânı katılaşacaktır.

Eğer, doğumu takip eden saatlerde anne, bebeğini kucağına almaz ve bebeğine dokunmazsa, bebek ile anne arasında gerçekleşecek olan ruh uyumunda zedelenme meydana gelir. Böylesi bir zedelenme, ilerleyen yıllarda annenin bebeğinden yorulmasına, bebeğinin isteklerinin anneyi zorlamasına sebep olur.

Sadece doğumu takip eden saatlerde değil, anne ile çocuğu arasındaki duygusal uyum süreci, annenin bebeğini emzirmesi ile de devam eder.

 

Anne Sütü, Vicdanı Besler

Bebek dünyaya geldiği ilk dakikalarda anne ile böylesi esrarlı bir manyetik bağ oluşturur kendine... Ancak bu bağ, doğum ânında yaşanılan olaylarla sınırlı değildir. Anne ile çocuk arasındaki bu mûcizevî bağ, çocuğun doğduğu ilk günden itibaren başlar ve tam dört yıl boyunca devam eder.

Çocuk ile anne arasında oluşacak olan bu bağ, öyle fıtrîdir ve öylesine tabiîdir ki, ne annenin, ne de çocuğun, bu bağı oluşturmak için ayrıca bir çaba sarf etmesine gerek yoktur. Anne, annelik yaptıkça ve çocuğun en tabiî ihtiyaçlarına karşılık verdikçe, bu bağ kendiliğinden oluşur.

Örneğin; çocuk doğduğu anda anne sütüne ihtiyaç duyar. Aslında anne sütü, her ne kadar çocuğu fizyolojik olarak beslese de, çocuk annesinin göğsüne yattığında aynı zamanda huzur da yudumlar. İçindeki huzursuzlukları, korkuları ve heyecanı sâkinleştirir. Annesinden aldığı tesellî ile vicdan hissini yavaş yavaş geliştirir. Yoksa anneyi, çocuğun sadece süt ihtiyacının karşılandığı bir merkez olarak görmek, hem anneye, hem de çocuğa karşı büyük saygısızlık olur.

Zaten, dikkat edilirse, annesini emen çocuk, sadece acıktığı zaman annesinin göğsünü istemez. Aksine, çocuk korktuğu zaman, hasta olduğu zaman, bir yerleri ağrıdığı zaman, kendini tedirgin hissettiği zaman hep annesinin göğsüne sığınır.

Bu yüzden çocuğun anne sütü ile beslenmesi, çocuğun rûhî gelişimi açısından oldukça önemlidir.

Ancak, maalesef “annenin de kendine ait bir hayatı var” ya da “çocuğun her ihtiyacını karşılamak, çocuğu, anneye bağımlı hâle getirir” anlayışından dolayı, günümüzde çocuklar gerektiği kadar annesinin göğsüne yatamamakta, gerektiği kadar annesini koklayamamakta, korkularının tesellîsini annesinden bulamamakta ve bunun tabiî neticesi olarak da hiç kimse fark etmese de çocuklar, katılaşmış bir vicdan ile büyümektedirler.

İşte günümüz toplumunda vicdansız insanların varlığının bir numaralı sebebi olarak anne ile çocuk arasında vaktinde kurulması gereken duygu alışverişinin kurulamamış olması yatmaktadır, diyebiliriz. Zira ilerleyen bölümlerde de îzah edileceği gibi, anne sevgisi ve ilgisinden mahrum, katılaşmış bir vicdanın eğitilmesi, sevgi ve şefkat ile yumuşatılmış hassas bir vicdanın eğitilmesinden çok daha zordur.

 

Devam edecek…

 

[1] Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, 2008.

[2] Bu görüşü, Sigmund Freud ortaya atmış ve kendi talebeleri tarafından benimsenmiştir.

[3] Çocuk Vicdanı ve Biz, Hans Zulleger, Cem Yayınevi, 2005

[4] Wilhem Wundt; formel ve akademik bir bilim olarak psikolojinin kurucusu, Alman psikolog.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle