Çocuk, Oyun Ve Zekâ-1

Çocukluk yıllarına geri döndüğümüzde, hepimizin unutamadığı, o zaman için hayatımızda geniş bir yer kaplayan özel oyuncaklarımız olmuştur. Kimimiz için kırmızı bir araba, arkadaş yokluğunda en iyi arkadaşımız olmuş; kimimiz için oyuncak bir bebek, korkulu gecelerimizde yanımıza uzanıp bize cesaret aşılamıştır, zaman zaman sırdaşımız olmuş derdimizi dinlemiş; zaman zaman bizi kızdırıp dolabın dibini boylamıştır.

Geçen gün “İstanbul Oyuncak Müzesi”ne yaptığım bir gezide, âdeta çocukluğuma geri dönme fırsatı yakaladım. Raflarda duran birbirinden renkli ve nostaljik oyuncaklar, beni gerisin geriye, çocukluk yıllarıma götürdü. Camekânların ardında duran bebeklerin saçlarını taramak, onları koklamak istediğimi hissettim. Birbirinden güzel bebekler, çeşit çeşit arabalar, gemiler, savaşmaya hazır askerler ve kuklalarıyla bu kadar zengin bir koleksiyonla karşılaşmak beni büyülemişti. Müzenin odalarında gezerken kâh kuzenlerimle babannemlerdeki eski oyuncak sepetini eşeledik, kâh ağabeyimle kurduğumuz kuzey kalesinin atları ile gezindik.

Bu gezi, eğitim hayatım boyunca okuduğum oyuncağın, çocuk hayatındaki önemine dâir birçok yazıdan daha fazla farkındalık uyandırmıştı bende… Oyun ve oyuncakların, kendi hayatımdaki yerini çocukluğuma geri dönerek buldum. Bugün beni, ben yapan her şey oyunlarımda gizliymiş aslında; nasıl bir anne olduğum, komşularımla neler konuştuğum, nasıl kek yaptığım, nasıl sorumluluk aldığım; bunları ben, hep oynayarak öğrenmişim. O zamanlar benim için en büyük mutluluk, annemin bebeklerim için ördüğü yeni bir süveter iken; en büyük üzüntü, bebeklerimin açılıp kapanan gözlerinin bozulmasıydı. Oynamaya değmeyecek kadar çirkin gözüküyorlardı gözleri bozulunca…

Hepimizin hayatında bu kadar ehemmiyeti olan, hatırlayamadığımız kadar eskiden oynadığımız oyunlar, şu anda bizlerin olaylara bakış açısına, toplum içinde edindiğimiz yerimize, duygularımıza ve hatta zekâ seviyemize tesir etmektedir.

Çocukluğunu doya doya oyunla, arkadaşla geçiren bir ferdin gelişimi birçok açıdan desteklenmektedir. Oyun; sosyo-ekonomik seviyeye bağlı olmaksızın her çocuğun en doğal hakkıdır. Oynadığı oyunlar sâyesinde çocuk, içinde yaşadığı dünyaya anlam verir. Yaşadığı çevreyi deneme-yanılma metodu ile öğrenir. Oyun oynarken çocuğun hayal dünyası, zekâsı gelişir, dil becerileri artar, duygularını fark eder, fertler arası sosyal ilişkileri daha rahat kavrar, el ve beden kasları güçlenir. Oyun oynarken çocuklar, çok yüksek olan bedenî enerjilerini harcama fırsatı yakalarlar; yoruldukları zaman ise, uyku ve beslenme konusunda daha az problem yaşarlar. Mesela parkta 2 saat oynayan bir çocuk, eve geldiğinde yemeğini iştahla yiyip, uykuya dalmakta sorun yaşamaz. Ama bütün gün evde televizyon başında oturan çocuk; öğle yemeğini yemek istemez, uykuya dalmada güçlük yaşar.

Bunun dışında oyunu, çocuğun kendi iç dünyasındaki arzuları, korkuları, endişeleri, değerleri ve kişisel kompleksleri dilediği gibi yansıtabildiği bir rahatlama şekli olarak algılarsak çocuğun psikolojik gelişimine de ne kadar katkıda bulunduğunu belirtmiş oluruz. Çocuk, içinde barındırdığı her türlü olumsuz duyguyu oyunları ile boşaltma fırsatı yakalar. Kızgınlıklarını, kıskançlıklarını oyun yoluyla atarak rahatlar.

Ayrıca iyi bir gözlemci olan ebeveyn için oyun oynayan çocuğunu izlemek, onu strese sokan dış faktörleri sezebilmelerine de yardımcı olur. Örneğin, kardeş kıskançlığı yaşayan bir çocuğun oynadığı evcilik oyununda anne rolü üstlenen çocuğun, büyük çocukla hiç ilgilenmeyip, sürekli bebekle ilgilenmesi, bu çocuğun kendisiyle ilgilenilmediğini hissettiğini gösterir. Böyle bir durumu net bir şekilde gören anne-babanın, çocuğa yönelik tutumlarını derhal değiştirmesi ve çocuğa daha fazla zaman ayırması mümkün olacaktır.

Çocukluk döneminde oyuna doymayan kişi, ileriki hayatta karşılaştığı sorunlarla mücâdele etmede daha yetersiz kalacak, hayata karşı direnişte daha güçsüz olacaktır. Sosyal ilişkilerde, duygularını kabul etmede, karşısındakilerin duygularını anlamada sorun yaşayacaktır.

Ebeveynlere her zaman tavsiyemiz; çocuklarıyla geçirdikleri zamanın uzunluğuna değil, kalitesine önem vermeleridir. Bir anne-baba için çocuğuyla geçirebileceği en kaliteli zaman ise, oyun oynamaktır.

Çocukla oyun oynamak, kulağa çok kolay bir iş gibi gelmesine rağmen aslında sanıldığının aksine, oldukça zor ve zahmetli bir uğraştır. Çocuklarla oyun oynamak onların zihnî seviyesine inebilmeyi, onlara itaat etmeyi, onların sizi yönlendirmelerine izin vermeyi ve kurduğu hayal dünyası içinde size verdiği rolü istekle canlandırmayı gerektirir.

Onlarla oyun oynadığınız zaman, bırakın oyunu onlar yönlendirsin, bırakın oyun onların istediği gibi şekillensin. Bu ilişki, ebeveyn ve çocuk arasında yakalandığı zaman anne-baba, çocuğu için “iyi bir oyun arkadaşı olma” şansını elde edecektir ki, bu da çocuğunuzun yaşadığı olumlu veya olumsuz her şeyi sizinle paylaşabilmesi için ona bir kapı açmış olacaktır.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle