Çocuk, her şeyden önce Yüce Allah’ın anne-babaya verdiği bir nimet ve emânettir. Nimetin kadr ü kıymetini bilmek, emânete sahip çıkmak, anne-babanın en mühim vazifelerinden biridir.
Çocuğun yetişmesi ve terbiyesi, daha doğmadan önce başlar.
Bunun için incelikle eşler arasında nikah akdi tesis edilmiş olmalıdır. Eşler evlilik öncesinde ve nikahtan sonra da, yedikleri lokmaya ve kazandıkları paraya dikkat etmelidirler. Böylece çocuğun mayası “helal lokma” ile tutulur.
Nitekim, helal lokma hakkında şöyle bir hikaye anlatılır:
Sâlih bir anne-babanın altı yedi yaşlarına gelmiş çok haşarı bir evlatları vardı. Bu çocuk, evden çıktıktan sonra adetâ tanınmaz bir hâle gelir ve çevresindeki her şeye zarar verirdi.
Yaşadıkları köy, kurak bir yer olduğu için kağnılarla çevredeki kaynaklardan su temin edilir ve bunlar büyük çömleklere konularak köye getirilirdi. Çocuğun en büyük zararı da işte bu binbir güçlükle getirilen su çömleklerini taş atarak kırmasıydı. Sucular, bu hâle uzun müddet sabretmişler ve salih babasıyla, sâliha annesini böyle bir sebepten rahatsız etmek istememişlerdi. Ama artık canlarına “tak” dedi. Ve istemeye istemeye çocuğun babasına mürâcaat ettiler. Baba kendisine anlatılanları sessizce dinledi ve teşekkür ederek, kendilerinden çocuğu adına özür diledi.
Sonra aceleyle evine döndü. Hanımını çağırdı ve:
“–Hanım, çocuğumuz böyle böyle işler yapmış. Ben eve gelene kadar çok düşündüm. Ağzıma haram lokma koyduğumu hatırlayamadım. Hele sen de bir düşün, belki senin hatırlayacağın bir kusurumuz olmuştur.” dedi.
O akşam ikisi de çocuklarına bir şey söylemeden, kendi hallerinde düşünerek vakit geçirdiler. Sabahleyin hanımı, kocasını telaşla uyandırdı ve:
“–Hatırladım, bey!.. Ben ona hamileyken komşunun evine misafirliğe gitmiştim. Tavanda asılı armutlar, gözüme ilişmiş ve onların tadına bakabilmek için fırsat kollamaya başlamıştım. Komşum, mutfağa gidince elimdeki şişi bir armuda batırdım ve ona damlayan suları emdim. Bundan başka da haram bir şey yediğimi hatırlamıyorum.” dedi. Adam:
“–Evet, hanımım, işte, çocuğumuzun hareketlerinin sebebi budur. Hemen git ve komşunla helâlleş!” dedi.
Kadın, komşusuna gidip, utana sıkıla durumu anlattı. Kendisinden helallik istedi. Komşusu:
“–Ne demek, keşke o zaman isteseydin de armutların hepsini sana verseydim. Helâl olsun!” dedi.
O günden sonra çocuklarından aslâ benzeri bir yaramazlık görülmedi. İleride topluma yön veren, Fatih’in fetih ordusuna katılan, velî-yi kâmil bir zât olacaktır, bu çocuk.
***
Çocuk dünyaya gelince anne ve babasının birinci vazifesi, yavrularına “güzel bir isim” koymaktır. Bundan sonra anne, bebeğini beslerken, besmele çekmeli ve mümkün olduğu kadar abdestli olmalıdır.
Çocuk büyüyüp konuşmaya başlayınca, önce “Allah” lafzı ve “Kelime-i Şehâdet” öğretilir.
Çocuk; dayakla, azarla değil, rıfk ve mulâyemetle, yani yumuşak ve uygun bir dille ikaz edilmeli, yaptığı hataların yanlış olduğu kendisine kabul ettirilerek terbiye edilmelidir. Anne-baba evladını terbiye için her fırsatta döver ve azarlarsa, çocukta onlara karşı bir soğukluk başlar. Büyüklerine karşı sevgi ve saygısı azalır. Bu durum ileride telâfîsi mümkün olmayan problemler meydana getirebilir. Şefkat ve merhametle yaklaşmak, çocukta acıma ve merhamet duygularının artmasını ve gelişmesini sağlar. Dayak ve husûmet de, kin ve düşmanlık duygularını geliştirir. Çocuk yüzsüzleşir.
Evlâdını seven anne-baba nasıl onun dünya işleri ile ilgileniyor, geleceğini düşünüyorsa, âhiretinin de mâ’mur olması için ona iyi bir dini terbiye vermelidir. Kur’ân-ı Kerîm’i okumasını öğretmeli, abdest-namaz gibi dînî vecîbeleri bizzat örnek olarak göstermelidir.
Vatanını, dinini, diyânetini sevdirmeli, büyüklerine karşı saygılı, küçüklerine karşı şefkatli olmaya teşvik etmeli, haramı, helâli öğretmeli, cemiyette muhtaçların bulunduğunu, onlara yardım etmenin her şeyden önce insanî bir vazife olduğunu anlatmalıdır.
Müşfik bir anne-baba elbette çocuğunun azap görmesine, ateşte yanmasına râzı olmaz. “Uykusu bölünmesin” diye çocuğu sabah namazına kaldırmamak, “soğuk havalarda abdest alıp da üşümesin” diye namaz kılmasına mânî olmak en büyük cinâyettir.
Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir hadis-i şeriflerinde:
“–Evladın anne-baba üzerinde hakkı, kendisine güzel isim vermeleri, Kur’an ve ferâiz-i diniyyesini tâlim etmeleri ve evlenme çağına geldiğinde evlendirmeleridir.” buyuruyorlar.
Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:
“Evladınızı üç hasletle terbiye ediniz: Peygambere muhabbet, Ehl-i beytine muhabbet ve Kur’an kıraatı...”
Çocukların terbiyesi hususunda itidalli hareket etmek esastır. Ne fazla yüz verip şımartmalı ne de korkutup ürkütmelidir. Fazla baskı ve korku çocuğun anne-babaya karşı sevgisini azaltır.
İmâm-ı Gazâlî hazretleri, çocuk terbiyesi hakkında şu nasihatlerde bulunur:
“Baba, baba olduğunu, büyüklüğünü hissettirmelidir. Anne de çocuğunu baba ile korkutmalıdır. Gündüz uyutmamalıdır, zira gevşek olur. Yumuşak yatakta yatırmak doğru değildir. Hafif sert yatakta yatırılırsa bedeni kuvvetli olur. Çocuğa fazla baskı yapmamalıdır. Sıkılmaktan ve üzülmekten dolayı kötü huy peydâ eder ve kalbi katılaşır. Herkese karşı alçakgönüllü olmanın faziletini tekrar tekrar anlatmalıdır. Çocuğun kimseden para almamasını, bilakis daimâ para vermesini teşvik etmelidir. Fazla konuşmamasını, kat’iyen yemin etmemesini, sorulmadan cevap vermeye kalkmamasını, kendinden büyüğüne karşı saygı göstermesini ve onun önünden yürümemesini, dilini kötü söz söylemekten, sövmekten ve lânetten korumasını öğretmelidir.”
Anneler ve babalar, her konuda evlalarına örnek olmalıdır. Bir taraftan çocuğa telkinde bulunurken, diğer taraftan kendileri çocuğun yanında yasakladıkları şeyleri yaparlarsa tesirli olamazlar.
Çocukların istikâmet üzere yetiştirilmeleri esastır. Maalesef bazı anne-babalar, çocuklarında hiç kusur görmezler. Hatalı davranışları muallimleri ve komşuları tarafından kendilerine haber verildiği halde, teşekkür etmeleri lazımken bilakis bürûdet (soğukluk) beslerler. Tahrîm sûresinin 6. ayetinde:
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu ateşten (cehennemden) koruyun” buyuruluyor.
Anne-babanın evlâdını cehennem ateşinden koruması, dünya ateşinden korumasından çok daha önemlidir. Çocukları cehennem ateşinden korumak da, onlara îmân telkin etmek, haram ve helâli öğretmek, ibâdete alıştırmak, inançsız ve ahlâksız arkadaşlardan korumakla mümkün olur. Şu husus unutulmamalıdır ki, bütün kötülüklerin başı kötü arkadaştır.
Başka bir âyet-i kerîmede:
“Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir imtihandır.” buyurulmaktadır. Mallarımızın zekâtını vermek suretiyle şükür borcumuzu yerine getirerek, evlâdımızı da güzel terbiye ederek, inşallâh, bu imtihanı kazanır, Rabbimizin rızâsına nâil oluruz.
YORUMLAR