Büyükşehirlerde yaşamak, çocukları tabiî ortamlardan biraz uzaklaştırıyor galiba… İnsanların birbirine yabancılaşması neticesinde sosyal hayatları ya sınırlı oluyor ya da sun’î (yapay) bir hâl alıyor. Anneler, ilk çocukluk yıllarının yaşayan yavrularının sosyalleşebilmesi için güvenli sokak, çevre, akraba ortamı bulamadıklarından ya da yeni şeyler öğrenmelerini istediklerinden veyahut çalıştıklarından kreşlere yöneliyorlar. Şimdi bir de “sıbyan mektepleri” var. “Madem yavrum bir kreşe gidecek, hiç olmazsa mânevî şeyler de öğrensin!” diye düşünülebiliyor. Bu çok da tabiî aslında...
Fakat atlanılan bazı gerçekler var. Şöyle ki, ilk çocukluk dönemindeki bir çocuğa neler öğrettiğinizden çok ne hissettirdiğiniz önemli olacaktır. Meselâ kısa sûreleri ezberletirken çocuklara nasıl bakıldığı, nasıl bir ses tonu kullanıldığı bile önemlidir. Eğer çocuk baskı altında, aşağılanarak, diğer çocuklarla kıyaslanarak, kendi öğrenme hızında değil de zorlanarak, hızlandırılarak vs. kısacası olumsuz birtakım hislerle öğreniyorsa, bu ezberden çok şey beklememek lâzımdır belki de... Veya âile, çocuğunu böyle bir okula gönderiyor diye “Bütün mânevî sorumluluğum bitti!”, zannına kapılmamalıdır.
Aslında bir insan ve annelik hissiyatıyla bu yazının yazılmasına vesile olan, büyük oğlum için gittiğim bir sıbyan mektebinde gördüklerimdi. Ben oğlumla girişte oturuyordum. Yemek saatiydi. Yanımda görevlilerden biri vardı. Minik bir çocuk, koşarak yemekhaneden çıkıyordu ki, yanımdaki hanımı görünce aniden durdu.
“-Ben yemeğimi bitirdim öğretmenim!” dedi. “Aferin!” dedi yanımdaki hanım... Ardından koşarak öğretmeni geldi. Yine yanımdaki hanıma hitap ederek:
“-Hocam, Ahmet yemeğini bitirmedi.” diye şikâyet etti.
“-Öyle mi, bak bir de bana yalan söylüyor. Hadi çabuk bitir bakalım!” diyerek çocuğu yemekhaneye geri gönderdi.
Bilmiyorum, siz bu olayda ne düşünürdünüz?! Varsayalım ki, burada çocuğa yemek âdâbı, nimetin değeri, israf gibi değerler verilmeye çalışılıyor, olsun. Peki, böyle bir ortamda çocuk bunları alabilir mi? Bir kere yalan, zaten çoğunlukla baskı ile doğan bir şey!.. Üstelik bir yetişkin, çocuğu anlamak yerine bir de yalancı etiketi yapıştırıp onu mahcup ediyor. Aslında mahcup edilen her çocuk, adım adım mahcup olma özelliğini kaybediyor.
Ve çok önemli bir husus daha var ki, çocuklar daha ortama alışmadan, kendilerini güvende hissetmeden, anneden ayrılabilme bağımsızlığını kazanmadan “alışır sonunda” diyerek anneden zorla, bağıra çağıra kopartılıyorsa, çocuk sınıfa sokulup kapı üzerine kapatılıyor ve çocuk kapıya yapışarak dakikalarca ağlıyorsa, kimse kusura bakmasın, ama orada mânevî bir eğitim yoktur. Orada bana göre ya cahillik vardır, ya ticaret… Ağlatarak “sonunda alışır” dediğiniz çocuk, sadece içindeki acıya, içindeki boşluğa ve güvensizliğe karşı duyarsızlaşır. Ve Allah aşkına söyleyin, çocuk kendini güvende hissetmiyorsa, hangi öğrendiğini olumlu hislerle öğrenir?
Sizi bir gün hiç bilinmeyen bir âleme götürseler, çevrenizdeki bütün eşyalar farklı olsa, hiç tanımadığınız kimseler etrafınızda dolaşsa ve yanınızda sığınabileceğiniz kimse olmasa ne hissedersiniz? Varsayalım, siz bu ortamda sûreleri öğrenmeye çalışıyorsunuz, Allah diyorsunuz, edep-âdâp öğrenmeye çalışıyorsunuz. İleride her Allah dediğinizde, öğrendiğiniz sûreleri okuduğunuzda, içinize dolacak olan hisler o ortamda ne hissettiğiniz olmayacak mı? Evinde sadece biri öldüğünde Kur’ân okunan minik bir kızın, Kur’ân okunduğunu duyduğunda ürkmesi bunun canlı bir misâlidir.
Bize emanet edilen çocuklarımızın kalpleri de Allâh’ın elindedir. Yani çabalarımız bir yere kadardır. Ama bizler de elimizden geleni yapmak zorundayız. Çocuklarımızın ne ezberlediğinden ziyâde ne hissettiğine bakmalıyız ve ruhunun ne kadar huzurla dolduğuna... Rabbim, evlatlarımızı bütün olumsuz tesirlerden korusun. Âmin.
YORUMLAR