Çocuğa Sınırlarını Nasıl Öğretebiliriz?

Sınır ve kurallar, çocuklarımızın hayatını kolaylaştırır. Meselâ “akşam dokuzda yatılmalıdır.” Neden dokuz da, on bir değil? Çünkü çocuğumuzun sağlıklı gelişimi, uykusunu yeterince alabilmesi gibi sebepler yüzünden bu gereklidir. Aksi takdirde uykusunu alamayacak, buna bağlı olarak geç kalkacak, beslenme düzeni bozulacak, huysuzlanacak vs.

Sınırları olan bir âilede çocuk başta olmak üzere, yetişkin, anne-baba, kısacası herkes sorumluluklarını bilir; daha az kavga, stres, tartışma olur. Herkes yerini ve yapması gerekenleri bildiği için, iş ortada kalmaz. Sorumluluk ve yükler paylaşılmış olur. Kimin işini yaptığı, kimin kaytardığı rahatça tespit edilebilir. Bu da gerekli durumlarda müdahaleyi kolaylaştırır.

Anne-baba olarak, çocuklarımıza uygun sınırlar koymaktan korkmayalım. Çocuklarımızın bu sınırlara fizikî ve psikolojik gelişimi ve sosyalleşmesi açısından ihtiyacı vardır. Gerek dînî-millî kültürümüz, gerekse âdâb-ı muâşeret prensipleri, çocuğun gelişiminde önemli sınır noktalarıdır. En basitinden; tuvalette konuşmamak gerektiği, tuvaletten sonra, yemekten önce ve sonra ellerin sabunla yıkaması, izinsiz kimsenin eşyasını almaması, yalan konuşmaması gibi sınırlar; çocuğumuzun şahsiyetinin kilometre taşlarını oluşturur.

Bu basit, ama olmazsa olmaz prensiplere alıştıkça hayat daha çok düzene girer. Bir prensip, bir sonraki prensibi kolaylaştırır. El yıkamaya alışan bir çocukta temizlik duygusu gelişir, banyo yapmak veya temiz kıyafet giymek için zorlu eğitim süreçlerine ihtiyaç kalmaz. Yalan söylemenin kötülüğünü öğrenen kimse, şahsiyetini doğruluk üzerine kurmakta zorlanmaz.

Sınır koyarken, gayemizin net ve doğru olması gerekir. Sınır koymaktan maksat, sadece çocuk üzerinde otorite kurmak, her istediğini yaptırmak değildir. Çocuğu yıldırmak, korkutmak şeklinde de sınırlar konulmaz. Sınırlar; çocuk tarafından anlaşılır olmalı, kesin ve herkes için uygulanabilir ölçüde ifade edilmelidir.

Çocuk, sınırın niçin konulduğunu, kendi yaşına ve zihin seviyesine göre anlamalı ve ikna olmalıdır. Sadece zorlama ve kaba kuvvetle belirlenmiş ve uygulanmakta olan sınırlar, ebeveynin olmadığı zamanlarda çiğnenmeye mahkûmdur.

Sınırlar çiğnendiğinde ise, o sınırın önemi nisbetinde ölçülü cezalar verilmelidir. Çocuğu, öfke, nefret ve hiddet duymadan uyarmalı; “onu hayata hazırlamak ve iyi bir insan olması için elimizden geleni yapmak” dışında bir gayemiz olmadığı vurgulanmalıdır. Çocuk bizim hasmımız veya bilek güreşi yapmak üzere güç mücadelesine girdiğimiz bir rakibimiz değildir, olmamalıdır. O, bize emanettir. Tıpkı hayatın bize emanet olduğu gibi… Onu, hayata hazırlamalı, arkamızda güzel bir iz bırakmak için bütün bilgi, beceri ve maharetimizi kullanmalıyız.

Bütün kurallar, her zaman aynı katılıkta uygulanmamalı; bazen ufak tefek yanlışlar hoş görülmeli, zaman zaman da ufak yollu, esnek tavizler verilmelidir. Ama bu tavizin ve hoşgörünün bir yanlış yola dönüşmesine müsaade edilmemelidir. Bunu da anne-babalar, içinde bulundukları şartlara ve evlatlarının durumlarına göre kendileri rahatlıkla ayarlayabilirler. Meselâ bazı tatil günlerinde geç yatıp kalkmaya, bazı özel günlerde daha rahat yiyecek-içecek almasına müsaade etmek gibi…

Evlâdımızı uyaracağımız zaman da, onun boyu hizasına eğilerek, onunla göz teması kurarak sevgi dolu bir tonla konuşmalı; onu sevdiğimizi, onun mutluluğunu istediğimizi her söz ve hareketimizle belli etmeliyiz. Unutmamalıyız ki, bizim vermek istediğimiz mesaj, çocuğun anladığı kadardır.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle