Önceki ayki yazımızda, Allâh’ın Rab ismi ile insanları terbiye ettiğine ve bazen doğru yoldan çıkmak üzere olan kullarını “Şefkat tokadı” ile ikaz ettiğine değinmiş, “Şefkat Tokadı”nın pedagoji literatüründeki karşılığının “Pedagojik Tik” olduğunu söylemiştik.
Ayrıca şefkat tokadının veya “pedagojik tik”in bir ceza olmadığını, şefkat içerikli bir refleks davranış olduğunu yazımıza not düşmüştük. Ve konuyu daha anlaşılır hâle getirebilmek için; bir annenin, ateşe doğru elini uzatan çocuğunun eline, “Aman oğlum, elin yanacak!..” diyerek âniden vurmasını örnek göstermiş ve annenin bu davranışına, ne şiddet, ne de ceza olarak bakılabileceğini ifade etmiştik.
Burada dikkat edilecek ince ayrıntıyı ise şöyle vurgulamıştık: Eğer elini ateşe doğru uzatan çocuğun annesi, çocuğunun eline vururken «Bıktım artık senin bu yaramazlıklarından!..» diyecek olursa, o anne bu davranışı ile çocuğuna karşı ânî bir reflekste değil, şiddette bulunmuş olur. Çünkü çocuklara uygulanan “Ceza”, “Şiddet” ile “Şefkat” içerikli davranışlar arasındaki ince ayrıntı “niyet”ten kaynaklanır.
Bir davranışın ceza mı, şefkat mi, şiddet mi içerdiğinin nasıl analiz edileceğini de bu ayki yazımızda inceleyeceğiz.
Şefkat-Şiddet Dengesi
Vicdanı ölmemiş hiçbir anne-baba “bilinçli” olarak çocuklarına karşı şiddet kullanmaz. Ama yapılan araştırmalar gösteriyor ki, çocuk terbiyesinde en çok başvurulan yöntem, yine de “şiddet”tir. Ve “Şiddet nedir?” diye analiz edecek olursak görüyoruz ki, şiddet, cezanın ikiz kardeşidir. Birbirlerine o kadar benzerler ki, şiddet ile cezayı ayırt etmek için ya konunun uzmanı olmak, ya da çok bilinçli bir anne-baba olmak gerekir.
Burada “bilinçli” kelimesinin özellikle altını çizmekte fayda var. Zira anne-babalar çoğu defa çocuklarına karşı davranışlarının “şiddet” içerdiğini fark edememekte, çocuklarına duydukları sevgi ve şefkatten dolayı, kullandıkları yöntemleri daha çok “şiddet” değil, “cezâ” olarak târif etmektedirler. Ve çocuklarına uyguladıkları şiddet ve cezalarda kendi vicdanlarının sesini susturabilmek için birtakım bahanelerin ardına gizlenmektedirler. Zira çocuğa verilen ceza ya da uygulanılan şiddet karşısında anne-baba vicdânî birtakım bahaneler üretemez ise, çocuklarına yaptıkları eziyetten dolayı vicdan azabı duyacaktır. İşte bu vicdânî rahatsızlığı yaşamamak için, anne babalar -çoğu defa bilinç dışı olarak- kendilerini avutmak için birtakım gerekçelerin arkasına sığınırlar.
Çocuklarına şiddet uygulayan veya ceza ile çocuklarını terbiye edeceklerini düşünen anne-babaların kullandıkları bahanelere bakılırsa, bu bahanelerin çoğunda “çocuğumun iyiliği için” ifadesinin kullanıldığını görmekteyiz. Bir başka deyişle, “Çocuğuna neden şiddet ya da ceza uyguluyorsun?” sorusuna birçok anne-baba, “Çocuklarını çok sevdiklerini, onların gelecekte yanlış yollara gitmelerini istemediklerini” belirterek bu şekilde davrandıklarını izah etmeye çalışmaktadırlar. Yani, çocuklarına duydukları aşırı sevgi ve şefkat, bir süre sonra çocuğa yönelik şiddete dönüşebilmektedir.
Şiddet ve Ceza ile Çocuk Terbiye Etmeye Çalışanların Bahaneleri
Çocuğunu cezalar ile terbiye etmeye çalışan bir anne-baba, kendi vicdanlarını birtakım bahanelerle susturmaya çalışır.
Örneğin, bayılıncaya kadar çocuğunu döven bir anne-babaya, “Neden bu çocuğu bu kadar dövdün?” diye sorsanız, alacağınız cevap, her zaman hemen hemen aynıdır:
“Bir daha yanlış yapmasın diye dövdüm.”
Peki, bu cevap ne kadar doğrudur? İşlediği bir suç karşısında dayak yiyerek terbiye edilmeye çalışılan bir çocuk, sağlıklı bir çocuk olabilir mi?
İlerleyen satırlarda, ceza ve şiddetin, çocuğun ruhunda açtığı yaralara tek tek değineceğiz. Ancak, daha önce, anne-babaların çocuklarına ceza verirken ya da onlara şiddet uygularken kendi vicdanlarını nasıl tesellî etmeye çalıştıklarını, vicdanlarının sesini nasıl susturmaya çalıştıklarına bir göz atalım.
- Biz de çocukken çok dayak yedik, cezalar aldık, ne olacak ki yani?
Çocuklarına karşı şiddet içerikli cezalar veren anne-babaların en başta kullandıkları bahane, kendi çocukluk dönemlerinde kendilerine uygulanılan şiddeti örnek göstermeleridir.
Ve çok defa, “Eğer şiddet uygulanan çocuklarda anormallik olsaydı, biz çocukluğumuzda daha çok dayak yedik, daha aşırı cezalar aldık, biz niye anormal değiliz o zaman?” diyerek kendilerini savunmaya ve vicdanlarını rahatlatmaya çalışmaktadırlar.
Hâlbuki böylesi bir savunma yanlıştır, mantık dışıdır. Kendisi çocukluk yıllarında dayak yiyerek büyüyen anne-babalar, kendi çocuklarına şiddet uygulamaktadırlar da farkında değildirler. Geçmişte ceza ve şiddet ortamında büyüdüğü için, bu gün kendisi de kendi çocuklarına karşı şiddet uygulamaktadır... İşte cezanın asıl yıkıcı tarafı budur, ceza alan ceza vermeyi öğrenir.
“Biz de ceza alarak büyüdük.” bahanesine sığınan anne-babalar, kendi çocukluk döneminde şiddeti tatmamış olsalardı, muhtemel ki, bir çocuğa şiddet uygulayan birisi ile karşılaştıklarında, böylesi birine “normal” biri olarak bakmayacaklardı. Hâlbuki kendi çocukluğunda şiddet yaşadığı için, “şiddeti uygulamak kendisi için gayet tabiî ve çocuk terbiyesinde olması gereken bir yöntemmiş hatası”na düşmektedir.
Evet, şiddetin en önemli özelliği “transjenerasyon”[1] olmasıdır. Yani şiddet, bir önceki nesilden bir sonraki nesle aktarılarak nesilden nesle bulaşıcı bir hastalık gibi devam eder gider.
Bu itibarla bakıldığında, çocukluk yıllarında devamlı ceza ve şiddetle büyümüş bir kişi, kendisi çocuk sahibi olduğunda, kendi anne-babasından gördüğü şiddeti kendi çocuğuna uygulayacaktır.
Nesilden nesle aktarılarak giden bu şiddet kısır döngüsü, artık bir nesilde durmazsa, böylesi bir âileden dünyaya gelen torunlar ve onların torunları, kendileri de anne-baba olduklarında kendi çocuklarına (ve çevrelerine) karşı şiddet uygulayacakları kesindir.
2- Buna “Dayak” diyerek abartmamak gerek, çok acıtmayacak kadar hafif ve etli yerlerine vuruyorum, ceza verirken acı vermemeye özellikle dikkat ediyorum.[2]
Fiziksel ceza veya şiddetin oluşturduğu tahribâtın büyüğü, çocuğun fiziğinde değildir ki, çocuğa fiziksel ceza verildiğinde canının çok acımadığı bahanesine sarılınsın.
Fiziksel ceza ve şiddetin asıl tahribâtı, duygularda oluşur. Böyle bir durumda çocuğun izzet ve gururu zedelenir. İster çocuk el tersi ile kenara itilmiş olsun, ister acıtmayacak kadar etli yerlerine vurulmuş olsun, yahut da çocuk acımasızca tekme-tokat dövülecek olsun... Bütün bunlara mâruz kalan çocuğun, asıl tahrip olan bölgesi, iç dünyasıdır!.. Çocuğun vicdanının tahrip olmasıdır... Çocuğun izzet ve gururunun kırılmasıdır... Çocuğun kendini kişiliksiz hissetmesidir... Ve şiddete mâruz kalan çocuklar, çok defa canları yandığı için değil, iç dünyaları bu şekilde tahrip olduğu için ağlarlar ve izzetlerini korumak için daha çok hırçınlaşırlar... Daha çok hırçınlaşan çocuk, daha çok ceza alır ve bu kısır döngü de böylece devam eder gider...
Çocuğun mâruz kaldığı böylesi bir ceza veya şiddetin, çocuğun duygularında oluşturacağı yıkımı anlayabilmek için, karı-koca arasındaki aynı türdeki şiddetle kıyas yapmakta fayda vardır.
Düşünün ki, eşine karşı şiddet uygulayan bir koca, eşine dönse ve:
“–«Dayak» yedim diyerek ne abartıyorsun?! Ben, senin canının yanmayacağı etli yerlerine vuruyorum... Ağlayıp sızlayarak olayı abartma!..” dese, ne kadar zavallı duruma düşer değil mi?
İşte bu örnekte olduğu gibi, çocuğuna karşı uyguladığı şiddetin ve fiziksel cezanın acısını çocuğun bedeninde yaşayacağını düşünmek de o derece yanıltıcıdır... Ceza alan çocuğun asıl yıkımı ruhundadır.
3- Gücümü böyle göstermezsem, yarın yanlış şeyler yapabilir
Anne-babalar bazen, çocuklarına duydukları sevgide o kadar ileri giderler ki, ya çocuklarının her an yanlışa düşeceğinin endişesi ile ya da çocukları üzerinde kurdukları hâkimiyetin yavaş yavaş ellerinden kaçtığı düşüncesi ile hırçınlaşabilir ve çocuklarına karşı şiddete başvurabilirler. Bu düşüncede olan anne-babaların bahanesi “Gücümü böyle göstermezsem, yarın yanlış yola girebilir.”dir.
Ancak bu şekilde düşünmek de gerçekçi değildir!.. Çünkü insanları yanlış ve anormal davranıştan alıkoyan şey, karşıdakinin gücünden korkması değil, kendi vicdanının rahatsız olmasıdır. Örneğin, hırsızlar her zaman polisten korkar ve kaçarlar. Fakat şimdiye kadar hiç bir polisiye tedbir, hırsızı yapacağı hırsızlıktan vazgeçirmemiştir. Polis ne kadar tedbir alırsa, hırsızlar o kadar farklı yöntemler geliştirirler. Çünkü yanlış davranışın düzeltilmesinde güç kullanmak ve şiddet uygulamak çözüm değildir. Bir çocuğun davranışını değiştirmesi, ancak o çocuğun vicdanına hitap edilmesi ile mümkün olur, yoksa güç gösterisi ile olmaz.
O yüzden anne-babaların; “Çocuğa gücümü göstermezsem yanlış şeyler yapabilir.” düşüncesi yanlıştır. Çocuk eğer korkacaksa, anne-babasının şerrinden değil, kendi vicdanından korkmalıdır.
4- Annem-babam da bana dayak atardı, ama onlar kötü insan değillerdi.[3]
Bir çocuk için en ağır duygu, anne-babasını suçlu olarak görmektir. Bu çocukluk yıllarında da böyledir, kendisi yetişip anne-baba olmuş biri için de böyledir. Kişinin kendi anne-babasını “kötü insan” olarak görmesi kadar çocuğa ağır gelebilecek duygu çok nâdirdir.
Çocukluk döneminde anne-babasından şiddet içerikli cezalar almış birisi, her ne kadar anne-babasının kendisini dövdüğünü, ağır cezalar verdiğini itiraf etse de, konuşmasının devamını “ama” ile sürdürerek vicdanını rahatlatmaya çalışırlar:
“–Evet, küçükken annem-babam beni çok dövüyordu, «ama» ben de çok yaramazdım, canım!..”
Böylesi bir anne-babaya, şiddetin kötü bir davranış biçimi olduğu ve bir annenin çocuğuna şiddet uygulamaması gerektiği söylendiğinde, (vicdanında kendi anne-babasını yargılamamak için) şiddetin kötü bir şey olmadığını, hatta bazen gerekli olduğunu savunacaktır.
Kendi çocukluğunda şiddet görmüş biri, eğer “Evet, şiddet kötü bir davranıştır.” diyecek olsa, vicdanında kendi anne-babasını da suçlu îlan edeceğinden dolayı, ceza ve şiddetin “anormal” bir davranış olduğunu kabullenmekte zorluk çekecektir. Ancak, burada unutulmaması gereken ince ayrıntı şudur ki; şiddet ve ceza ile çocuğunu terbiye etmek isteyen kişi kötü niyetli olmayabilir, fakat “şiddetin kendisi” kötüdür, yanlıştır...
5- Her şeye rağmen ben çocuğumu seviyorum[4]
Şiddet uygulayan anne-babanın en çok sığındığı bahanelerden biri de, “Ne kadar çocuğuma vurursam vurayım, ne kadar ceza verirsem vereyim, o benim canımdır... Ve ben çocuğumu çok seviyorum.” bahanesidir.
“Ben her şeye rağmen çocuğumu seviyorum.” bahanesi mantıklı bir bahane değildir. Çünkü şiddete mâruz kalan kişi, çocuğun kendisidir, anne-baba değildir ki, “Ama ben hâlâ çocuğumu seviyorum.” diye bir şey söylensin. Bu durumda söz hakkı çocuğundur. Çocuğa sormak gerek, “Her şeye rağmen anne-babanı seviyor musun?” diye... Cezayı alan kişi çocuk olduğu hâlde cezayı uygulayan kişinin “Her şeye rağmen çocuğumu seviyorum.” demesi, ciddî bir mantık hatasıdır.
Aynı durumu şöyle düşünebiliriz. Bir erkek, eşine karşı şiddet uygulasa ve sonra kendisine “Neden böyle bir şey yapıyorsun ayıp değil mi” diye soranlara da “Olsun, ben her şeye rağmen eşimi seviyorum.” dese, bu söz ne kadar mantıklı bir söz olur ki?
6- Bir ben değil ki, herkes çocuğuna ceza veriyor, yanlış olsa kimse vermez!
Eğer bir anne-baba vicdanına karşı, “Nasıl olsa herkes yapıyor bunu…” gerekçesine sığınarak çocuğuna karşı şiddet uyguluyorsa, böylesi bir düşünce çok yanlıştır. Yanlıştır, zira günümüz toplumlarının en büyük problemi, zaten şiddet değil midir? Etrafımıza her bakışımızda bizi hayattan bıktıran şey, insanların acımasızca birbirlerine karşı uyguladıkları şiddet değil midir?
Siz çocuğunuza karşı biraz şiddet uyguluyorsunuz... Bir başkası daha çok... Diğer bir başkası da daha fazla… Ama üzerinde şiddet uygulanılan bu çocuklar değil midir yarınki toplumu yaşanmaz hâle getirenler? Ya da bugünkü toplumu yaşanmaz hâle getirenler de dünkü şiddet altında büyümüş çocuklar değil midir?
Bütün bunların karşılığında, ortalığı şiddet alanına çeviren birisi, “Bir ben değilim ki, herkes yapıyor, yanlış olsa kimse bunu yapmaz!..” dese ne kadar doğru olur? Tıpkı bunun gibi, çocuğuna şiddet içerikli cezalarla terbiye etmeye çalışan bir anne-babanın başkalarının yanlışından destek alarak, “Yanlış olsa kimse yapmaz.” demesi doğru değildir.
7- İstesem ceza vermeden de çocuğumu yetiştirebilirim
Birçok uzmanın gözlemlerinden elde edilen sonuç ortada. Şiddet, öyle sanıldığı kadar kolay vazgeçilebilecek bir alışkanlık değildir.
Şiddet uygulayan anne-babalar, uyguladıkları şiddete son vermek istediklerinde, işte o an gerçeklerle yüz yüze gelmektedirler. Ceza ve şiddetle çocuğu terbiye etmeye çalışan bir anne-babanın kazandığı alışkanlığı terk etmesi, öyle sanıldığı kadar kolay değildir. Ceza ve şiddet kullanmaya alışmış anne-babalar, bu alışkanlıklarından vazgeçmeye çalıştıklarında, o zaman kendilerinin acziyete düştüklerini hissetmektedirler. Ceza silahı elinden alınan anne-babalar, ortada çaresizce kala kalmaktadırlar.
Şiddete alışmış bir anne-babanın “İstemesem ceza vermeden de çocuğumu yetiştirebilirim.” düşüncesi, ceza vermeye alışmış bir anne-baba için gerçekçi değildir. Böylesi bir anne-babanın, uzman yardımı almadıkça yahut çok ciddi bir bilinç sergilemedikçe kullandığı ceza yöntemlerinden vazgeçmesi kolay olmayacaktır.
8- Birçok uzman cezayı bir terbiye metodu olarak tavsiye ediyor.
Evet, ne yazık ki, birçok uzman şiddeti kınadığı ve şiddet ortamından uzak durulmasını tavsiye ettiği hâlde, cezaya sıcak bakabilmekteler. Hâlbuki ceza, şiddetin ilk basamağıdır.
Çocuk terbiyesinde “materyalist” metotlar üzerinde yoğunlaşan psikolog ve pedagoglar, çocuk terbiyesinde cezanın olması gerektiğini savunmaktadırlar. Çünkü materyalist düşünceye göre, “Hayvanlar ile insanlar aynı nesilden gelmektedir. Hayvanlar üzerinde ceza, olumlu etkiler oluşturuyorsa ve hayvanların davranışlarını değiştirmede ceza bir metot ise, o hâlde insanlar üzerinde de bu metotlar uygulanabilir.”
Evet, hayvanlar üzerinde yapılan deneyler gösteriyor ki, ceza ile hayvan terbiyesi mümkündür... Aç bırakılan bir köpek, bir küçük kemik parçası için taklalar atmakta, kırbaç yiyen at daha hızlı koşmak için çaba sarf etmektedir. Ancak, hayvanların ceza korkusu ile istenilen davranışa yönleniyor olması, insanların da ceza korkusu ile istenilen davranışı sergileyeceği anlamına gelmez.
Zira insan, hayvanlardan farklı olarak, akıl, vicdan, kalp, gurur gibi özellikler taşımaktadır ki, insana uygulanacak cezalar ve şiddetler, insanın bu dünyasını rencide etmektedir.
Dolayısıyla, materyalist felsefe ile çocuk terbiyesi yorumları yapıldığında, çocukların ceza alarak “adam” olacağını savunan birtakım uzmanlar bulunuyor olsa da, -daha önce ifade edildiği gibi- birtakım uzmanlar da, “insan vicdanı kabul etmedikçe davranış değişikliği olamaz...” ilkesini savundukları için “ceza” yerine “vicdan” terbiyesini tavsiye etmektedirler.
9- Annesi-babası değil miyim, hem döverim, hem severim
Anne-baba olmanın verdiği sahiplenme hissi, çocuğa karşı kullanılacak şiddet ve cezayı, bazen anlamsız bir şekilde körüklemektedir. Birçok anne-baba, çocuklarına şiddet uyguladıklarında “Ben annesiyim/babasıyım; hem severim, hem döverim, kime ne?” diye etrafa karşı kendini savunmaktadır.
Çünkü anne-babalar kendi duygularından emindir. Çocuğunu canı pahasına sevdiğinden emindir. Böylesi bir duygu ile sevdiği çocuğuna karşı “sahiplenme” hissi, zaten çok tabiîdir. Ancak tabiî olmayan şey, bu kadar sahip çıktığın bir şeye aynı zamanda şiddet uygulama özgürlüğünün bulunduğunu düşünmektir.
Çocuklar, anne-babasının “çocuklarıdır”; onların köleleri değildir. Her ne kadar anne-baba, kendi sevgisinden emin olsa da, çocuğuna bir köle muâmelesi değil, bir insan muâmelesi yapmalıdır. İnsan muâmelesi de, dövülmeyi değil, sevilip saygı duyulmayı beraberinde getirir.
Önümüzdeki ay, cezanın çocuk terbiyesi üzerindeki olumsuz tesirlerinin neler olduğundan bahsetmeye çalışacağız.
[1] Bir önceki nesilden bir sonraki nesle bilgi ve becerinin aktarılması. (Psikolojik Kalıtım)
[2] Geweld in de Kindertijd, Rotterdam University (A University of Applied Sciences) (Reader), Sharan M.
[3] Geweld in de Kindertijd, a.g.e.
[4] Geweld in de Kindertijd, a.g.e.
YORUMLAR