Katıldığım bir konferansta, bir anne, yanımdaki kalabalığın dağılmasını bekledikten sonra, biraz da mahcup bir edâ ile yanıma yaklaştı. Kırk yaşlarına yakın annenin gözleri doluydu. Titrek bir sesle:
“-Bana lütfen yardım edin. Çocuklarıma karşı çok sert davranıyorum, çocuklarım yanlış yaptığında çok çabuk öfkeleniyor ve hemen şiddete başvuruyorum. Ama artık kullandığım şiddet, öyle bir hâl aldı ki, ne çocuklar «dayak»tan korkuyor, ne de ben kullandığım şiddetin önüne geçebiliyorum. Çoğu zaman sinirlerime hâkim olamıyor, vurduğum tokatların tesiriyle burunlarının, ağızlarının kanadığını görüyorum. Çocukları yatırdıktan sonra ancak kendime gelebiliyorum, o zaman da vicdan azabından kıvranıyorum… Onlar uyuduktan sonra o mâsum yüzlerine bakıyor, elbiselerini kokluyor, oyuncaklarını bağrıma basıp ağlıyorum. Ama ertesi gün, içimdeki canavar tekrar uyanıyor, ne kadar «Şiddet uygulamayacağım!» diye dirensem de bir yerde kontrolümü yine kaçırıyorum. Lütfen bana yardım edin!.. ” diyerek karşımda ağlamaktan konuşamaz hâle gelmişti.
Bir başka anne:
“-Eşimle ne zaman kavga etsek, hırsımı çocuklardan çıkartıyorum. Hâlbuki bunun çok saçma olduğunu da biliyorum. Ama aklım, duygularıma hâkim olamıyor. Yanlış olduğunu bildiğim hâlde, eşimle olan kavgalar, beni şiddet uygulamaya itiyor.” demişti.
Yukarıdaki iki örnekte de görüldüğü gibi, şiddet bir defa başladığında durdurulması çok zordur. Anne bilinçli bir yol izlemedikçe, ya da profesyonel bir yardım almadıkça, şiddet bataklığında çırpınmaya devam edip duracaktır.
Şiddet, Morfin; Cezâ, Esrar Gibidir
Şiddet, uyuşturucu madde bağımlılığında “morfin” gibidir. Hiçbir uyuşturucu bağımlısı, birdenbire morfin kullanmaya başlamaz. Morfinden önceki aşamalar vardır. Tıpkı bunun gibi, “şiddet morfini” kullanmaya başlayan annenin, bu tehlikeli yolculuktaki ilk durağı, çocuklarına uyguladığı “cezâ”lardır. Cezâ ise, “esrar” gibidir. Daha az zararlı gibi görünen, ama bir gün, “Keşke bulaşmasaydım bu işe!..” dedirtecek kadar tehlikeli bir bağımlılıktır. Madde bağımlılığı gibi, şiddet ve cezâ da insan bünyesinde psikolojik bir bağımlılık oluşturur. Hiçbir bağımlı, kendi hâlinden memnun değildir. Anne, bir yandan bu bağımlılığın, kendine ve çocuklarına verdiği zararı görecek ve pişman olacak, diğer yandan da kendine hâkim olamayıp aynı davranışları sergilemeye devam edecektir.
Ne yazık ki, günümüzde çocuk terbiyesinde en çok başvurulan “davranış değiştirme” metodu, “cezâ”dır. Ama etrafınıza bir bakın lütfen; “cezâ” alarak “adam olmuş” bir çocuk görüyor musunuz? Göremezsiniz, zira cezâ almak ve cezâ vermek onur kırıcıdır. Cezâ, çok defa düzelebilecek bir davranışın, çocuğun içinde gizlenip, bir gün yeniden hortlamasına sebep olabilecek bir “baskı” yöntemidir.
Ancak ve ne yazık ki, çocuk terbiyesinde çok rahatlıkla ve çok sıklıkla kullanılmaktadır. Çocuklarına karşı cezâ kullanan bir anne, şayet çocuğunu düşürdüğü durumu hakîkaten bilmiş olsa idi, sanırım ki, yılandan kaçar gibi, şiddet ve cezâdan kaçacaktı.
Cezâ Ne Alanı, Ne de Vereni Memnun Eder
Cezânın, -yanlış bir usûl olarak- öylesine yaygın bir terbiye metodu hâlinde kullanıldığına şahit olmaktayız ki, bazen neden “şiddet toplumu”na dönüşmeye başladığımızı araştırmaya bile gerek kalmadığını hissediyoruz. Cezâ, sosyal hayatta kabul görmektedir ki, cezâsız bir terbiye artık neredeyse düşünülemez hâle gelmiştir. Cezâ ve cezânın oluşturduğu ruhtaki dalgalanmaları ilerleyen satırlarda ele alacağız, fakat burada şu hususa değinmeden edemeyeceğiz:
İster fizikî cezâ, ister materyal cezâ ve ister duygusal cezâ, asıl tesirini, çocuğun ruhunda oluşturur. Annesinden küçük bir tokat yiyen çocuk, yediği dayağın fizikî acısı ile ağlamaz. Çocuk, o dayak sırasında ruhunda aldığı yara ve duygularındaki ezilmenin tesiri ile ağlar. Tıpkı, eşinden dayak yiyen bir kadın gibi… Eşinden “sadece bir tokat” yiyen kadın, acaba tokadın acısı ile mi eşine karşı bir soğukluk hisseder? Eşinin kendisini dövmesinin acısı ile mi uzun bir süre eşi ile konuşmak dahî istemez? Hayır, dayak yiyen eş, kırılan onuru, yok sayılan kimliği ile kocasına karşı soğukluk hisseder. Her ne kadar dayakçı eş:
“-Ya, ne var bunda, altı üstü bir tokat attık!.. Sanki çok mu acıdı? Bu kadar abartmaya gerek yok!..” derken, ne kadar “duygusuzca” bir yaklaşım sergiliyorsa, tıpkı bunun gibi, çocuğuna bir tokat atan annenin:
“-Niye bas bas bağırıyorsun ki, usulca bir defa vurdum, abartmaya gerek yok!..” demesi de o derece duygusuzca bir yaklaşımdır.
Cezâ Nedir, Cezânın Çocuk Terbiyesinde Yeri Nedir?
Cezâ, kelime anlamı olarak, yapılan bir davranışa mukabil karşılık vermek demekse de, bilinen anlamı ile cezâ, işlenen bir kabahat karşılığında, kabahati işleyen kişiye, fizikî, rûhî veya psikolojik güç kullanmaya verilen isimdir.
Cezâ, kısa vâdeli çözümdür. Yanlış yapan çocuk, cezâ baskısı ile geçici olarak durdurulabilir. Ama çocuğun bu durduruluşu, asla arzu ettiği davranıştan vazgeçmesi anlamına gelmez.
Yukarıdaki annelerin çocuklarına uyguladığı şiddet örneğini ele alacak olursak, bahsi geçen iki annenin, çocukları ile aralarında bir sevgi problemi yok!.. İki anne de çocuğunu çok sevdiğini söylemişti. Yani anneler çocuklarını döverlerken, onları “sevmedikleri için” değil, aksine onları “çok sevdikleri için” dövmektedirler. Bu iki anne, şiddet uygulamaya ilk önce mâsum cezâlar ile başladıklarını belirtmişlerdir. Sonra mâsum cezâlar; ağır cezâları, ağır cezâlar, daha ağır cezâları, daha ağır cezâlar da şiddeti doğurmuştur.
O hâlde şu soruyu sormadan edemeyeceğiz:
“-Madem ki, cezâ böylesine tehlikeli bir silahtır, o hâlde neden hemen hemen her annenin başvurduğu bir terbiye aracıdır?”
Anne, eğer cezâ vererek terbiye etmeye çalıştığı çocuğunun, içinde yaşadığı depremi görebilseydi, çocuğuna cezâ vermekte bu kadar rahat davranmazdı. Cezânın tesiri hemen görülmediği için, anne, ileride karşısına çıkacak tehlikeden habersiz cezâ vermeye, cezâdan yardım almaya devam edip duruyor. Cezânın bir çocuğun dünyasında hangi duygusal değişiklikleri yaptığını ileride daha teferruatlı olarak anlatacağız.
Bununla birlikte cezâ, günümüzde, ne yazık ki, “meşrû” ve “kabul gören” bir terbiye metodudur. Çocuğuna cezâ vererek terbiye etmeye çalışan bir anne hakkında, toplumun diğer fertleri “anormal” bir şey yaptığını düşünmezler. Hatta daha da ötesi, çocuğuna cezâ veren anneye, “Vardır elbet bir sebebi…” diye sahip çıkılır. Anne ise, bugünkü “şiddet içerikli sosyal hayatta” çok rahatlıkla kabul gören bu cezâları, sorgulama ihtiyacı bile duymadan uygulamaya devam eder. Annenin çocuklarına karşı cezâ verme yetkisi o kadar tabiîdir ki, çocukları, bu konuda “yasal koruma” altına alma ihtiyacı bile hissedilmemiştir. Avrupa’nın birçok ülkesinde, özellikle fizikî cezâlara karşı çocuklar kanunlar ile koruma altına alınsa da, psikolojik ve duygusal cezâların hem tespit edilmesi, hem de yasaklanması pratikte imkansızdır.
Bir suçlunun suçuna cezâ vermek için normal şartlarda bir mahkeme heyeti kurulup -bir değil birkaç kişinin kararı ile- cezâ verilmesinin mecbur olduğu düşünülürken, çocuklara verilecek cezâlarda, ne bir mahkeme, ne de bir heyet ihtiyacı duyulmamaktadır. Çok defa anne; hem savcı, hem yargıç, hem de hâkim olarak, çocuğunu yargılamakta ve hak ettiğini düşündüğü cezâyı tek başına rahatlıkla uygulayabilmektedir. (Devam edecek)
YORUMLAR