Allah Teâlâ, ilk insan olan Âdem -aleyhisselâm-’ı cennette yarattı. Âdem -aleyhisselâm-, mâlum olduğu üzere, bir müddet cennette yaşadı. “Cennet” dediğimiz zaman ilk olarak aklımıza; sonsuz güzellik, insanın aklına hayaline sığmayacak kadar çok nimetler, melekler, hûrîler, ırmaklar, köşkler vs. gelir. Orada her şey vardır ve hiçbir şey özlenmez diye düşünürüz ve buna îman ederiz.
İşte Âdem -aleyhisselâm-; bu güzelliklerin içinde, Rabbinden o an orada olmayan bir şeyi istedi ve o istediği şeye de hasret duydu. Neydi cennette bile özlenen? Yokluğu cennette bile fark edilen?
Âdem -aleyhisselâm- “kendi cinsinden olan bir eşi”, yani varlığı ile huzur bulacağı kadını özledi. Tabiî, bu, aynı zamanda Rabbimizin murâdı idi. Rabbimiz, başlangıçta Âdem -aleyhisselâm- ile Havvâ anamızı aynı anda yaratabilir ve bu eksiklik hiç fark edilmeden “evli bir çift” olabilirlerdi. Ancak Rabbimiz, belki kadın ve erkeğin birbirine olan ihtiyacını ve çift olmanın ehemmiyetini göstermek için böyle bir hasreti murad etmiş olabilir, belki başka hikmetleri de vardır, kim bilir?
Hazret-i Âdem’in bu hasret ve ihtiyacını çok iyi bilen Cenâb-ı Hak, nihayet Âdem -aleyhisselâm-’ın kendi cinsinden Havvâ anamızı yarattı. Rabbimiz, Havva annemizle Âdem -aleyhisselâm-’ın nikâhını cennette kıydı. Bu evliliğin mekânı cennet, şâhidi meleklerdi. Yani ilk evlilik, cennette başladı, dünyaya gönderilene kadar bu evlilik hayatı cennette devam etti. Belki bu sebeple olsa gerek ki, herkes evlenirken “sonsuz bir mutluluk” ve “cennete uzanan bir birliktelik” hayali ve duâsı ile başlar âile hayatına…
Aynı cennetteki huzuru ister, cennetteki gibi her şey kusursuz ve eksiksiz olsun ister. Büyükler, evlilikte yakalanan huzurun “cennetten bir damla” olduğunu söylerler.
İslâm, evliliğe ve kadına bu gözle bakar; âile hayatı cennetten bir akis, hanım da bu parçanın özlenen en nâdide incisidir.
İnsan için âile kurmanın değeri ve ehemmiyeti o kadar büyüktür ki, Rabbimiz, evliliği, kendi varlığının bir delili olarak görmüştür. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Yine O’nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden, kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için ibretler vardır.” (er-Rûm, 21)
Rabbimiz, evlilik müessesesi ile iki tarafın birbirinde madden ve mânen huzura kavuşmasını ve insanoğlunun çoğalmasını da murâd etmiştir. İki tarafın fıtratına uygun hak ve vazifeler koymuştur. Bu hak ve vazifelerin en önemlisi de nikâhtır. Nikâh, birbirine tamamen yabancı iki insanı, Allah adına söz verdirerek, dünyanın en yakın iki insanı kılmaktadır. Bu yüzden eskiler, “Nikâhta keramet vardır.” diyerek bu yakınlığı kastetmişlerdir.
Gerçekten nikâh kıyılana kadar iki yabancı gibi olan tarafeyn, nikâhla birlikte dünyanın en yakın insanları olurlar. Bu, Rabbimizin yukarıdaki âyet-i kerîme ile vaad ettiği bir muhabbettir. Tabiî, bu kerâmeti, Allâh’ın tayin ettiği sınırlar dairesinde yaşayan insanlar daha derinden hissedebilirler.
Rabbimiz, evlilik hayatını cennette başlatarak ve tarafeynin kalbine muhabbet koyarak evlilik hayatının ehemmiyetine dikkat çekmiştir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de hadîs-i şerîflerinde evliliği her fırsatta teşvik etmiştir.
Evlilik nedir? Niye bu kadar önem verilmiştir?
Evlilik, iki tarafı da zinâdan koruyan bir örtüdür. Evlilik, iki tarafın da fıtratında olan nefsânî duyguların sükûna erdirildiği temiz bir limandır. Evlilik, insanın hayatının ve duygularının düzene girdiği, dengesizlik ve ihtilâçlarının azaldığı, mânen kemâl basamaklarının açıldığı bir yoldur. Evlilik, Leylâ’dan Mevlâ’ya giden yolun en ehemmiyetli durağıdır. Evlilik, “dînî hayatın kendisiyle tamamlandığı” ve şeytanın insana yaklaşmak için yollarının sınırlandığı ve bu sebeple şeytan tarafından hiç sevilmeyen bir müessesedir. Evlilik, dünyanın en önemli varlığı olan insanın “Halifetullah: Allâh’ın yeryüzündeki halifesi” olmak yolunda en önemli ve en vazgeçilmez eğitimini aldığı okuludur.
Bu yüzden evlilikte niyet çok önemlidir. Allah için evlenmek, Allâh’ın dîninin yücelmesi için çoğalmak ve bu uğurda “halîfetullah” vasfında insanlar yetiştirebilmek gayretinde olmak, esas gâyedir.
Bu niyette samimiysek, alelâde bir kimse ile evlenemeyiz. Bugünkü dünyevî evlilikler gibi:
“-Sadece güzel olsun ve zengin olsun, bu bana yeter!” diyemeyiz.
“-Hangi dinden olduğu önemli değil, insan olsun yeter!” diyemeyiz.
Allâh’ın koyduğu sınırlar çerçevesinde evlilik yapılırsa, evlilik hayatımız dünyada da, âhirette de bize vaad edilen huzuru getirebilir.
Evlilik, aynı zamanda, iki tarafın mânevî terbiyesinde büyük bir imtihan kapısıdır. Bir yerde Allâh’ın rızâsı varsa, orada şeytan ve yandaşlarının boş durması düşünülemez. Rızâya götürecek vesîle ne kadar büyükse, tuzak ve hileler o kadar büyük, imtihan da o kadar çetindir.
Üniversite gruplarımızdaki kızlarımız, derslerimizde mutlaka evlilik ile ilgili soru sorarlar. Okul bitmeye yaklaşmış, sıra evliliğe gelmiştir. Bu sebeple hep nasihat ve yol göstermenizi isterler. Bir dersimizde:
“-Hocam, evlenince evlilikten ne anlayacağız?” diye sordular.
Biraz latife olsun, biraz da gerçeği yumuşatarak söylemek için onlara:
“-Evlenince dünyanın kaç bucak olduğunu anlayacaksınız!” dedim. “Evlenince imtihanlarınız katbekat artacak. Bekârken annenizle, babanızla, kardeşlerinizle, arkadaşlarınızla ufak tefek imtihanlarınız olur. Bu dünyaya geldiysek imtihan olacağız, kaçarı yok! Ama evlenince eşinle, eşinin âilesiyle, evlendikten sonra oluşan çevrenle, çocuğunla, varlıkla, yoklukla birçok imtihanlar eklenecek.”
Bu sözlerimi duyunca:
“-O zaman evlenmeyelim, imtihanımız artmasın!” dediler.
“-İmtihanımız artar. Ama îmânımız evlilikle daha çok kemâle yaklaştığı için kazanma şansımız da yükselir. Bekârken, yaşınız büyüdükçe problemleri kendi başınıza çözmeniz beklenir. Zorluk ve imtihanlar karşısında çoğu zaman yalnız kalırsınız. Evliyken her imtihanı iki kişi olarak yüklenirsiniz. Senin çaresiz kaldığında eşin o imtihana omuz verir. O tükendiğinde sen omuzlarsın. Kimseye, hattâ anne-babana, kardeşine anlatamadığın dertleri anlatırsın hayat arkadaşına… Erkek metâneti farklı olduğu için, senin görmediğin bir yerden bakar ve sana yol gösterir.”
“-Hocam, peki eşimiz hiç destek vermezse, hattâ köstek olursa?! Çevremizde bu gibi örnekler çok...” dediler.
“-Doğru, çevremizde bu nevî örnekler de çok… İslâmî terbiyeden uzaklaştıkça, maalesef, bu örneklerin sayısı daha da artacak. Liseye giderken bir yakınım beyinden çok eziyet görüyordu. Bir gün anneme eşini şikâyet ediyordu. Annem de:
«-Çocukların için sabret, katlan!» diye nasihat ediyordu. Ben de gençlik deliliği ile:
«-Boş ver teyze, bırak! Bu adamdan bir şey olmaz, boşan!» diye çıkıştım. Komşumuz olan o hanım:
«-Kızım, benim nefsim de öyle istiyor. Fakat düşünüyorum da benim eşim, namazını kılıyor, eve helâl lokma getirmek için çabalıyor. Çocukları dînini öğrensin, bizim gibi câhil kalmasın diye onları okutuyor. Şimdi ben onu sinirli ve geçimsiz birisi diye boşayacak olsam, Rabbim “Niye boşandın?” diye sorduğunda ne derim? “Sinirli, öfkeliydi.” desem, “Sabretseydin ya!” demez mi? Belki Rabbim, benim sabrımı denemek için ona mühlet veriyordur. Hem ben bu adamdan ayrılsam, belki başka birisiyle evleneceğim. O belki daha merhametli, iyi olacak… Ama ya namaz kılmayan, helâle-harama dikkat etmeyen birisi olursa?! Ya her şeyi ile çok iyi olsa da, çocuklarım onun çocukları olmadığı için bir müddet sonra onları benim yanımda istemezse… Çocuklarım ne olacak? Babalarına gitseler “üvey anneleri” olacak; bana gelseler, “üvey babaları” olacak… Biz mutlu olsak bile çocuklarımız mutsuz olacak. Toplum içinde bir tarafları hep kırık ve mahzun olacaklar… Belki bir sığıntı gibi görülecekler. Bunları düşündükçe kendime, “Sabret, az kaldı!” diyorum.» dedi.
Onun bu sözleri bana çok tesir etmişti. Kendimi onun çocuklarının yerine koyunca, ben de ebeveynimin ayrılmasını istemezdim herhâlde... Yıllar sonra bu tanıdığımla umrede karşılaştım. Eşi ile umreye gelmişler. El ele tavaf ediyorlardı. O geçimsiz adam erimiş, saçları beyazlamış. Öğrendiğime göre eski öfkeli hâli de bir hayli geçmiş, hanımından o mübarek topraklarda defalarca helâllik almış:
“-İşte kızım, bu adam için yirmi beş sene duâ ettim, sabrettim.” dedi.
Şimdi bu hanımın Allah katındaki değerini kim ölçebilir?
Evlilikte, cennete giden yolda, zaman zaman elbette dikenler, taşlar da olacak. Bazen o yolda çiçek toplayarak gideceksin, bazen ayağına ve gönlüne batan dikenleri ayıklayarak gideceksin. Bazen küserek, bazen barışıp el ele göz göze gideceksin. Ancak her durumda tek dayanağın ve sığınağın, Rabbin olacak! Bir de imtihan dünyasında olduğunu hiç unutmayacaksın!” diyerek o gençlerin sorusunu cevapladım.
Rabbim, cümlemize bu dünyanın bir imtihan salonu olduğunu unutturmasın ve hayatın her merhalesi gibi, evlilik imtihanını da rızâsına uygun bir şekilde geçirmeyi nasîb etsin. Âmîn.
YORUMLAR