Bana bu satırları yazdıran, dünyaya gelişimden bu yana var olagelmiş annelik duygusu ve şefkati mi, evlâtsız annelerin evlât hasreti mi, annesiz evlatların yuva özlemi mi, kanalizasyon borusunda sıkışıp ölümü bekleyen ya da çöp kutularında bulunmayı ümit eden bir bebek yüreği mi bilinmez. Bilinen tek şey, bütün bunların bu koca dünyada var olması ve olmaya devam etmesi...
Hangisi daha uzak yerde sizce? Saklı duran mı, saklanılan mı? Hepsinde saklı olan öyle farklı ümitler var ki... İlk istekleri, belki de nefes alıp vermekten öte, şefkatli bir kucağa sahip olmaktır, kim bilir?! Onlar en masum yanlarıyla evlât iken, bizler en şefkatli yanımızla ne kadar anneyiz?
Bu sabah yüreğimi titreten o minik bebek, gözlerimin pınar başına oturup beni dürterek:
“-Nerdeyim?” der gibiydi.
“-Zâlim yerde mi, yalan yerde mi, bilinmezde mi?” der gibi vurup durdu bam telime…
Ne kadar anne isek o kadar âileyiz; şefkatiz, merhametiz, müslümanız belki de... Ne kadar anne isek, o kadar varız ve başkayız bu hayatta... Ne kadar anne isek, o kadar samimi ve tabiîyiz. Ne kadar anne isek, o kadar doğruyuz. Ne isek o değil; ne kadar anne isek, oyuz.
Gözünü henüz yalan dünyanın en güvenli yerinde, anne kucağında açması gerekirken, bir bebeğin kanalizasyon borusunda gözlerini açması, tarifi belki de bu hayatta en zor olan şey!.. Ben adını koyamadım bu yüreksizliğin, varın siz koyun... Borular arasından kurtarılırken henüz birkaç aylık bebeğin yüzündeki acı ifade, beni ömrümün sonuna kadar sarsıp duracak!.. Gözlerini yummuş, öyle masum ve günahsızca ağlıyor ki… Dudakları bükük ağlayışı, “İnsan yok mu?” sorusunu getirmekteydi akla...
“-Annem yok, annelik edecek yürek de mi yok? Kimse ana sıcaklığını vermese de beni bu zâlimlikten kurtaracak kucak, avuç da mı yok?” der gibiydi minik “sırat”...
Evet, “sırat” diyorum “sır”rı çözülmeden “at”ılmış bir emanet çünkü bu… Dünya köprüsünde bir vicdansızlığın kurbanı olup imtihana yelken açmış bile… Henüz hayat köprüsünün başında terk olunmuş bir nefes... Sonuna dek sabır ile elinden tutulmayıp henüz yolun başında bariyerlere asılı kalan bir nefes… Ama düşmedi sırlı, o güzel bebek. Onun koruyanı, kollayanı, nefesini, soluğunu ona bahşedeni, yani Yaratan’ı var. Varsın düşünsün şimdi bu vahşeti yapabilecek olan asrımızın câhiliye gürûhu...
Merak ettiğim ise, bu yaşananlardan sonra anne olmanın yanından geçemeyen bu duygudan nasibini almamış, ismi lâzım olmayan kişi veya kişiler, o gece nasıl uykuya dalabildiler?
“Dünyada öğretilen bütün bilgilerin hiçbiri, bize bir annenin bakışının bir kelimesinin verdiği şeyi anlatamaz.” demiş, Wilhelm… O anne, onu kanalizasyon boşluğuna bırakırken en son nasıl bir bakış bırakmıştır o minik yüreğe, dersiniz. Ağlamamış mıdır, çenesi titrememiş midir, rahmet salıncağı emanetin?
En son çocuk atılırken çukura, o da “Anne!..” demişti bir zamanlar. Babasının üzerindeki tozları silkeleyip öyle gitmişti, sözde dayısına... Üzerine topraklar atılırken bu olanlar yaşanırken belki o zaman sadece kız çocuklarının imtihanıydı bu, peki şimdi bu olup bitenlerin, o vahşetten geri kalır yanı var mı? Câhiliye değil mi yaşanan ve masumlara yaşatılan… Hem de koyu câhiliye...
Anneliği ne sanıyoruz ki bizler, nelerle deniyoruz anneliği... En mukaddes âbide annelik... Cânilik ve katillik olup yanımıza kâr kalıyor sadece, tabiî ki şimdilik.. Can vermek bize ait değilken, can almanın sorumluluğunu ne zaman üstlenmiş insanlık, bilinmez!.. Ama bilinen acımasızlıkta zirvelere ulaşmış bir nesil ile büyüyor insanlık...
Susmak çare değil, konuşmakta devâ... Yürek, ilâhî aşkın kanatlarına sürtünmedikçe iflah olmaz benliğimiz... Anneliğimiz...
* * *
Bunlar bir yandan olurken bir başka yerde, 25 yıldır koruyucu annelik yapan Ayşe Teyze çıkıyor karşıma... 80 yaşında ve 25 yıldır Duygu’yu kanatları altında muhafaza ediyor öz evlâdı gibi... “Yılın annesi” olduğu gibi, sadelikte, saflıkta, samimiyette de “yüreklerin annesi” oluyor.
Önemli olan çocuk dünyaya getirmek değil, o çocuğa yapılan “annelik” olsa gerek... Ve bu annelik, özde annelik olmalı, sözde kaybolan değil...
Annelik, Rahmân’ın tecellîsiyle bütünleşmiş en âşikâr vazife… Bebek, Rahmân’ın yolunda en güzel af ve hayır kapısı... Annelik, Rahman’dan bir muhabbet dalı, tutabilene...
Rabbim! Şefkat yumağı her annenin, asıl mimarı Sensin. Verdiğin bir damla şefkatin tecellîsi annelik ise, tamamı nelere kâdir, kim bilir?! Ve verdiğin her can, bir sanat harikası olan insan ise, Senin yüceliğinin sınırı yoktur elbet… Bizi Senin eser ve hikmetlerini anlama yolunda rızana ulaştır.
* * *
Günün ayaza çalan kızıllığında gölgelik,
Atıver gözlerimin çukuruna kızıl odları,
Yok ise, kalmadı ise annelik...
YORUMLAR