Kavgacı bir samuray, Zen râhibinden, kendisine cennet ve cehennem kavramlarını açıklamasını ister. Râhip, onu küçümseyen bir tavırla:
“-Sen eşeğin tekisin, senin gibilerine zaman ayıramam.” der.
Şerefi zedelenen samuray, öfkeden kıpkırmızı kesilerek kılıcını kınından çıkarıp:
“-Seni bu küstahlığın için öldürebilirim.” diye bağırır.
“-İşte…” der, Zen râhibi, sâkince:
“-Bu cehennemdir.”
Samuray, kapıldığı öfkeyi îmâ eden, ustanın doğru sözleri karşısında irkilir ve sâkinleşerek kılıcını yerine koyar, kendisine kazandırdığı iç muhasebe imkânı için râhibe teşekkür eder.
“-İşte bu cennettir.” der, râhip bu sefer…
İnsanoğlu, öfke ve şehvetinin sınırlarını aslâ bilemez. Ciddî mânâda öfkelendiği zaman, öfkesinin içinden selâmetle çıkıp çıkamayacağını garanti edemez. Öfke, şeytanın insanların üzerinde kullandığı en büyük silâhıdır. Kendisini en kıymetli, en büyük, en harika şeylere lâyık olduğunu zanneden nefsi de devreye sokarak duyguları, kelimeleri ve davranışları savaş alanına çevirir.
Rabbimiz, Mâide Sûresi’nde şöyle buyurmaktadır:
“Ey îman edenler! Sizden kim dîninden dönerse, (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı şerefli ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar), Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allâh’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allâh’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (el-Mâide, 54)
Bu âyet ışığında; canı, malı, nâmusu, dîni, umûmî hakları korumak ve mazluma yardımcı olmak için duyulan öfke övülmüş; bunun yok edilmeye çalışılması ya da öfkelenilmesi gereken yerde acziyet gösterilmesi ise yerilmiştir.
İstenilmeyen öfke ise, mazlumlar ve insânî/İslâmî temel haklar söz konusu olduğunda sessiz kalıp sadece dünyevî meselelerde istek ve arzular karşılanmadığında ortaya çıkan öfke türüdür. Allah Rasûlü’nün hayatında böyle öfkeye rastlanmamıştır. Kendisini dünya-âhiret saâdetine eriştirecek bir amel tavsiye etmesini söyleyen sahâbîye, Peygamber Efendimiz, üç kez:
“-Öfkelenme!” buyurmuşlardır. (Buhârî, Edeb, 76)
Nefsânî öfkeye sahip olan insanın, kendisine ve çevresine verdiği zararlar, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden çıkma sebebi olacağından, mânen büyük bir iflâsın içine girmeden, Allah Teâlâ’nın rızâsı doğrultusunda, gaflete düşmeden öfke kontrolünün yapılması, ibadet kadar önemlidir.
Kur’ân-ı Kerim’de öfke konusu ile ilgili üç âyet, öfkenin insanda meydana getirdiği psikolojik sürece ışık tutar. Birincisi, Şûrâ Sûresi’nin 37. âyet-i kerîmesidir:
“Onlar, günahların büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve öfkelendikleri zaman da bağışlayan kimselerdir.”
Burada “gazap” kelimesi ile öfkeli bir mizaçtan bahsedilip bu mizacın tedavisinin sadece “affetmek” olduğu ifade edilmektedir.
“Gazap” kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de iki peygambere atfen kullanılır. İlk peygamber, îman etmedikleri takdirde kırk gün sonra helâk edileceklerini bildikleri hâlde otuz dokuzuncu günde dahî îman etmeyip Allâh’a isyana devam eden kavmine gazaplanan Hazret-i Yûnus’tur.
Diğer Peygamber ise, Tûr-i Sînâ’da Tevrat âyetlerinin yazılı olduğu levhaları almak için bulunan Hazret-i Mûsâ’dır. Kavminin kendi yokluğundan istifadeyle onları yalnız bıraktığı 40 gün gibi kısa bir zaman içinde şirke dönmeleri ve bir buzağı heykeli yapıp buna taptıklarını öğrendiği anki gazabıdır.
“Gazap” olarak isimlendirilen öfkede, intikam alma isteği vardır. Lâkin bu intikam, kalbe yerleşmiş bir kin neticesi değildir. Kalpten gelen kanın yüzde belirmesi ile yüze yansıyan öfkedir. Bunun alâmetleri yüzde belli olur. Uzuvlarda belli olur. Mübarek peygamberlerin öfkesi, kalpte yerleşen kindar bir öfke değildir.
İkinci öfke şekli, Âl-i İmrân Sûresi’nin 134. âyet-i kerîmesinde zikredilir:
“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da infak ederler (Allah için harcarlar), kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah da, iyilik edenleri (ihsan sahiplerini) sever.”
Burada “gayz” kelimesi ile farklı bir öfkeli mizaç anlatılmaktadır.
“Gayz” kontrolden çıkmış, karşısındakine zarar vermek gayesi ile harekete geçmiş, gözü dönmüş bir öfkedir. Bu öfkenin sahibinde, kalpte yerleşmiş ciddî bir kin vardır ve bu tür öfkeyi, Cenâb-ı Hak, aslâ tasvip etmez. Çünkü “gayz” kalbe yerleşen, kin olarak gittikçe büyüyen öfkedir. Bu kişiden âcilen öfkesini yutması, gücü yettiği hâlde kendisine hâkim olması istenir. Öfkesini gerçekleştirmeyecek, karşısındakine zarar vermeyip kendisini tutacaktır. Burada kastedilen, öfkenin yok edilmesi değil, öfke ânında ortaya çıkacak olumsuz davranışların engellenmesidir. Bu ilk adımdır.
İkinci adım ise, engellenen ve kişinin içinde olumsuz enerji olarak baskı uygulayan bu öfkenin, kişiye zarar vermemesi için, âcilen öfkelenilen kişinin affedilmesidir. Dâimâ öfkeyi besleyen kalpteki bu kin, ancak affetmekle ortadan kalkar.
Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hakk’ın öfkesi anlatılırken “gayz” kelimesi kullanılmaz, “gazap” kullanılır. Gayz, Allâh’ın dışındaki varlıklarda olur. Peygamber Efendimizin bir hadîs-i şerîflerinde buyurduğu gibi:
“Öfkeden sakının; zira o, insanoğlunun kalbinde tutuşan bir kordur. İnsan sinirlendiğinde boyun damarlarının şişip gözlerinin nasıl kızardığını görmüyor musunuz?” (Tirmizî, Fiten, 26)
Üçüncü öfke şekli ise, Tevbe Sûresi’nin 14-15. âyet-i kerîmelerinde yer alır:
“Onlarla savaşın ki, Allah onları sizin ellerinizle cezalandırsın, onları rezil etsin, sizi onlara gâlip kılsın, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların (mü’minlerin) kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir; hüküm ve hikmet sahibidir.”
Bu âyette öfke, yine “gayz” kelimesi ile ifade edilmiş olup zulümleri sebebi ile kâfirlere duyulan, kalbe yerleşen kin ile devamlı artan bir öfkedir. Bu öfkeyi meydana getiren unsurları ortadan kaldırmak için verilen mücadelede Cenâb-ı Hakk’ın yardımını talep etmek çok mühimdir. Çünkü öfke gibi olumsuz duygular, sürekli bastırıldığı zaman kişi kendisine zarar vermekte, öfke patlamaları ve bunun yıkıcı neticeleri ile insan ilişkileri zarar görmektedir. Olumlu iletişim ile “af”, “hilm”, “hüsn-i zan”, “Allâh’ın râzı olması” ilkeleri özendirilip, sünnete ittibâ ile de mânevî destek sağlanarak öfke kontrolü temin edilmeye çalışılmalıdır.
* * *
Öfke gibi olumsuz duyguların kaynağı, hayatta karşılaşılan istenmeyen durum ve hâdiseler değildir. O hâdiseye dair içimizde yapılan binlerce iç konuşma ve düşüncelerdir. Özellikle olumsuz iç konuşmalar, olumsuz inançlar; öfke, bunaltı ve depresyonun oluşumunu hızlandırırlar. İç sesleri, vesveseyi, zanları, olumsuz düşünceleri yönetip olumluya çevirmek ise bu rahatsızlıklardan kurtulmayı sağlar. Sürekli tekrar edildiği için otomatiğe bağlanan olumsuz düşünceler, alışkanlığa dönüşüp duygu bozulmalarına sebep olmaktadır.
“İnsanları rahatsız eden dışlarındaki şeyler değil, o şeylere dair kendi görüşleridir.” der Epiktetos…
Öfke Kontrol Yolları
İmam Gazâlî, öfkenin ilim ve amel ile kontrol altına alınabileceğini söyler. İlimle tedavide, öfkeli anda kişinin düşünce yapısını hemen fark edip olumluya dönüştürmeye yönelik tavsiyeler vardır.
a-İlim ile Öfke Kontrolü
Bu tavsiyeler, Cenâb-ı Hakk’ın şu âyetlerini düşünmekle başlar:
“(Rasûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve câhillerden yüz çevir!” (el-A’râf, 199)
“O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da infak ederler (Allah için harcarlar), kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah da, iyilik edenleri (ihsan sahiplerini) sever.” (Âl-i İmrân, 134)
1- Bu âyetler tekrar tekrar hatırlanır; öfke esnasında affetmenin, hilm ve tahammülün faziletleri düşünülür. Neticede sevap almak ve Allâh’ın rızasına kavuşmak maksadıyla intikam hırsından vazgeçilir.
Allah Rasûlü’nün hayatına bakınca dünyevî meselelerde öfkesine hâkim olup, affedici bir tutum sergilerken, dînî hususlarda ortaya çıkan bir ihmalde, yüz hatlarından belli olacak derecede öfkelendiği ve bunun gereğini yerine getirdiğini biliyoruz.
Sahâbe Efendilerimiz de yaşantılarında aynı örnekleri sergilemişlerdir. Ganimetlerin dağıtıldığı günde:
“-Bize adâletle hükmetmiyorsun!” diyen kişiye öfkelenip üzerine yürüyen Halife Hazret-i Ömer’e, Abdullah bin Abbas:
“-Yâ Ömer! «Sen, affı tut, mârufu emret ve câhillerden yüz çevir.» (el-A’râf, 199)” âyet-i kerîmesini okur.
Bu âyeti duyar duymaz Hazret-i Ömer’in öfkesi yatışır ve sükûnetle yerine oturur. Allâh’ın âyetinin bir müslüman için ne kadar önemli olduğunu gösterdiği için bu örnek çok mühimdir.
2- Allah Teâlâ’nın öfkemize hâkim olamadığımız zamanda vereceği cezayı hatırlamak.
Geçmişte hükümdarların yanında hikmet konuşan hakîmler olur, hükümdar kızdığı zamanlarda eline, “Miskinlere acı, ölümden kork, âhireti hatırla!” yazılı notlar verirmiş. Hükümdar, bu notu okuya okuya hiddetini yenmeyi başarırmış.
3- İntikam aldığımız kişinin de bizden intikam alacağını düşünüp bitmeyecek acılara başlamadan son vermek.
4- Öfkeli anda vahşîleşen, çirkinleşen, yırtıcı hayvana benzeyen görüntüsünü düşünüp kendisinin şeref sahibi bir insan olarak yaratıldığını tefekkür ederek insana yakışmayan hâllerden uzak durmaya çalışmak…
İntikam almaya yönelen:
“-Bugün öfkeme hâkim olursam, mahşerde de Rabbim bana öfkelenmez ve beni affeder!..” diye düşünmelidir.
“-Bu öfke, Allâh’ın rızâsına uygun bir öfke değil, nefsimin hevâ ve hevesinden kaynaklanan öfkedir. Nefsi şımartmak, başıma iş açar. En güzeli, nefse pay çıkarmamak!” diyebilmelidir.
b- Amel İşleyerek Öfke Kontrolü
Amel işlemek sûretiyle öfke ile baş edebilmek ise, hadîs-i şerîflerde belirtilen metotları tatbik etmekle olur:
“Eûzü besmele çekmek”, “su ile temasa geçip, abdest almak”, “öfkenin sebep olduğu negatif elektriği toprak ile temasa geçerek üzerimizden atmak”, “daha sakinleştirici pozisyonlara geçmek; ayakta isek oturmak, gerekirse uzanmak vb.”, “ilk öfke ânında ağzımıza geleni söylemeyip susmak”, “duâ etmek”, “namaz kılmak” sünnete ittibâ ederek yapılması gerekli davranışlardır.
Çok öfkelendiğini, öfkesi ile çevresindeki insanları çok üzdüğünü bildiren bir mürîdine Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri, bu hâlin iyi bir hâl olmadığını, geceleyin teheccüdden sonra bol bol istiğfara devam etmesini tembihler. Bir yıl kadar sonra o mübareğin yanına gelen mürid, hiç aksatmadan istiğfâra devâm ettiğini, Allâh’ın rahmeti ile bu hâlin kendisinden kalktığını müjdeler.
İnsanı öfkelendiren sebepler % 52 ile engellenmek, % 20.9 ile aşağılık duygusu ve prestij kaygısı, %12.7 ile âilede karşılaşılan güçlükler olarak belirlenmiş olup, önemsenmeme, aşağılanma, keyfî bir tutumla karşılaşma ve saldırıya uğrama da öfke sebepleri olarak belirtilmiştir.
İmam Gazâlî, kişinin hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyler olduğu müddetçe öfkenin de bulunacağını belirtir. Sevdiği şeyler kişinin elinden alındığı, hoşlanmadığı şeyleri yapmaya zorlandığı müddetçe öfke daima var olacaktır.
Psikolojide, hayatın 90/10 sırrı vardır. Hayatın %10’u başımıza gelenlerden oluşur. Hayatın % 90’ı ise başımıza gelenlere nasıl davrandığımızla alâkalıdır.
Meşhur bir hikâye vardır:
Adamın iş yerinde o gün önemli bir görüşmesi varmış. Kıyafetini giymiş, kahvaltıya oturmuşken ana sınıfına giden kızı yanlışlıkla üzerine çay döküvermiş.
Buraya kadar gelişmeler, bizim kontrolümüz dâhilinde olmadığı için engelleme imkânıımız yoktur. Yaşanan bu hâdiseden sonraki davranışlarımız ise, bizim kontrolümüzdedir.
Adam kızına bağırmaya başlamış. Babasından korkan çocuk, ağlamaya başlamış. Kahvaltısını yapmamış, okul için hazırlanmasına bir türlü izin vermemiş. Çocuk ağlaya ağlaya hırpalanarak giydirilmiş. Evden normal saatten daha geç çıkılmış. Çocuk anasınıfına bırakılmış. Adam işe yetişmek için hız yapmış, bu kez de ceza yemiş. İşe geldiğinde ise öfke aklı örttüğü, yapılması gerekenler akl-ı selîm ile düşünülemediği için evrak çantasının evde unuttuğunu fark etmiş.
Akşam eve dönüşte herkes olumsuz düşünceleri akşama kadar büyüttüğü için hâdiseler bitmemiş olacak, kaldığı yerden devam etmiş ve kırgınlıklar büyümüş.
Şayet, hâdise:
“-İnsanız, olur bunlar!..” diyerek sükûnetle karşılansaydı, kızımıza da “bir dahaki sefere daha dikkatli olmasını” söyleyip, üzerimizi değiştirmeye gitseydik belki de bu olumsuzlukların hiçbiri olmayacak; eşimiz bize daha çok saygı duyup kızımızın bize güveni ve sevgisi daha da artacaktı.
“-Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru sebeple ve doğru şekilde kızmak; işte bu kolay değildir!..” der Sokrat…
Öfke, yok edilmesi gereken, her hâlükârda yıkıcı, zararlı bir duygu değildir. Öfke, tabiî bir duygudur. Önemli olan, bu duygunun altındaki mesajı görüp doğru yönetebilmektir.
Öfkenin sebebi, başkalarının davranışları ya da hâdiseler değildir. Sorumluluğu alırsak, öfkeyi yönetebiliriz. Problem, dış faktörden kaynaklansa da içimizde öfke ateşini yakan biziz!.. İstesek o ateşi yakmazdık, neden yakıyoruz?
Öfkelenince, sağa-sola bağırınca rahatlayacağımızı zannederiz. Öfke vücutta biriken sıkışmış enerji olup, bu enerji dışa aktarıldığı zaman mutlaka ağır tahribat verecek, yepyeni dertlere yol açacaktır.
“-Öfkemizi dışa vurursak, başkaları bizden çekinip bizi kullanmaya çalışmaz!” kanaati yanlış bir düşünce şeklidir. Kısa vâdede karşımızdakine üstünlük sağlasak da uzun vâdede, bizden nefret eden, bizimle olmak istemeyen kişilerin sayısını artırırız. Kimse incinmek istemez, incineceğini bile bile beraberliğe devam etmez. İhtiyacımız olan insanlar etrafımızdan uzaklaşırlar.
Öfkesine hâkim olan insan, Allâh’a çok şükretmelidir. Çünkü öfkeye hâkimiyet, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin kişinin üzerinde olduğunun alâmetidir. Verdikleri sözü tutmadıkları ve içlerinde Hazret-i Hamza’nın da bulunduğu yetmişe yakın sahâbenin şehâdeti ile neticelenen Uhud Savaşı sonrasında sahâbe, Allah Teâlâ’nın ve Rasûlullah Efendimiz’in kendilerine çok öfkelendiğini düşünüp, kederden kedere gark olmuşlardı. Lâkin Peygamber Efendimiz, ashâbına oldukça yumuşak davranmış, onlara öfkelenmeyip Rabbimizin onları affetmesi için duâ etmiş, onları affetmişti. Cenâb-ı Hak, Âl-i İmrân Sûresi’nin 159. âyet-i kerîmesinde:
“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet Sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; iş (idare) hakkında onlarla istişâre et. Kararını verdiğin zaman da artık Allâh’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” buyurmaktadır.
Hazret-i Mevlânâ, Mesnevî’nin 34700. beytinde:
“Sen öfke ile yüreklere ateş salmışsan bu zulüm bir ağaca dönüşür, ondan zakkum filizlenir. Cehennem ateşine kaynak olursun.”
- beyitte ise:
“Cehennem ateşini söndürmek, ancak nurla olur. Nûrun ateşimizi söndürdü, müteşekkiriz. Nûrun yokken kendince sabır ve hoşgörü gösteriyorsun. Ateşin söndü zannetme, ateşin canlı ve sadece küllenmiş. Dikkat et, bu bir zorlama, örtbas etmedir. Din nûrundan başkası, ateşi söndürmez. Din nûrunu görmedikçe, hiçbir şeyden emin olma. Çünkü gizli ateş bir gün ortaya çıkar.” buyurmaktadır.
Peygamber Efendimiz’in, Ümmü Seleme Vâlidemize öğrettiği duâ dilimizden düşmemeli:
“Ey Nebî Muhammed’in Rabbi olan Allâh’ım! Günahlarımı bağışla, kalbimin öfkesini gider.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, VI, 302)
Âmîn.
YORUMLAR