Geçen yazımızda da belirttiğimiz üzere gerçekten memleketimizdeki çalışan hanımlar için güçlükler üst üste yığılı vaziyettedir. Avrupa’da bu problemlerin çözümü konusunda pek çok teşebbüsler olmuş ve bazı müsbet neticeler alınmıştır. Şöyle ki:
“Fransa Millî Nüfus Araştırmaları Enstitüsü’ne gelen bir rapor neticesi Fransız Sağlık Bakanı (Madama Somona Veil) bazı kararlar aldırmıştır. Raporda; kadınlar, gitgide daha yaygın bir şekilde meslekî faâliyet icrâ etme arzularını ortaya koymaktadırlar. Bunun yanı sıra kadınlar, yavrularını en az iki yaşına kadar, bizzat kendileri büyütmek istemektedirler. Bu basit bir temennî değil, şiddetli ve samimî bir arzudur. Öte yandan birçok doktor, bu arzularını gerçekleştiremeyen annelerin rûhen hastalandıklarını, suçluluk duygusuna kapıldıklarını tespit etmiştir. Bunlar, ancak şu iki arzunun gerçekleşmesiyle mümkündür:
1) Kadınlara, gelirlerine tâbî olarak değişebilecek bir “annelik ücreti” tahsis etmek. Bu ücreti de öyle bir miktar ve seviyede tutmalı ki, en mütevâzi ailelerin bile, iki yıl boyunca kadının meslekî gelirlerinden mahrum kalmamasına imkân verilebilsin.
2) Kadına tanınan bu iki yıllık izin, kadının işiyle olan alâkasını kesmemelidir. Tâ ki çocuğunu büyütmek üzere işini terk eden kadın, bu iki yıl sonunda, eski işine tekrar girebilsin.”[1]
İşte bu rapor neticesinde Fransa’da doğum yardımı sistemi yeniden düzenlenmiş, yeni doğum yapan hanımların iki yıl (parçalı çalışmalarda üç yıl) izin alabilmesi için gerekli tâlimatlar verilmiştir.[2]
Avrupa bir parça da olsa meseleye çözüm bulmuş durumda… Fakat Amerikalı sosyal uzman hanım Profesör Idail’in düşüncelerini gayet dikkate değer bulduğumuzdan fikirlerini aynen buraya almak istiyoruz. Profesör Idail, kadınların evlerini terk ederek serbest mesleklerde çalışmalarını müthiş bir dille yererek:
“Güya kadınlar, bu işlere atılmakla hayat şartlarının yükselmesi hususunda kocalarına yardım edeceklerdi. Fakat durum hiç de öyle olmadı. Hayat seviyesi daha da yükseldi. Terbiye ve ahlâk seviyesi yerin dibine battı. Tecrübeler, annenin eve dönerek, çocuklarının terbiyesi ile uğraşmasının bir zarûret olduğunu göstermiştir. Zira bu kuşak ile bundan önce geçen kuşaklar arasındaki büyük fark, anaların evlerini terk etmelerine; çocuklarını ihmal ederek onların terbiyelerini ehil olmayan beceriksiz ellere bırakmalarına bağlıdır...”[3] demekte, bu hâl böyle devam edecek olursa kötü âkıbetin çok yakın olduğunu da milletine ihtar etmektedir.
Amerikalı profesör hanım, kadınlara bütün gücüyle, evlerine, evdeki analık vazifelerine, eş olma sorumluluklarına ve ev sahibesi olarak işlerinin başına dönmeleri hususunda çağrıda bulunmuş ve bunun bir zaruret olduğunu vurgulamıştır.
Bu yerinde tespitlere katılmamak, hakikaten mümkün mü?
Kadının çalışmasının hem âile hem de millet nezdinde açacağı yaralardan bahsettik. Peki, acaba İslâm’da kadının çalışması yasak mı? Bir de konuya bu açıdan bakalım.
Yüce dînimiz İslâm; kadının, çocuklarını hakkıyla yetiştirebilmesi ve onlarla gereği gibi ilgilenip sevgisini, şefkatini esirgememesi için dışarıda çalışmasını, nesil emniyeti açısından pek uygun görmez. Ancak, İslâm hukukunda: “Kadının, ev içinde ve dışında genel olarak çalışmasının, âilenin ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olmasının câiz olduğunda ittifak edilmiş, fakat bunun evli bir kadına gerekli olup olmadığı tartışılmıştır. Ebû Hanîfe, evlilik akdi mevzuuna ve doğurduğu hukûkî neticelere bakarak, kadının böyle bir vazifesi olamayacağı görüşüne varmıştır.”[4]
Bunun yanında ciddî bir zarûret hâlinde çalışamayacağı da söylenemez. “Kadının çalışmasına bir engel bulunmadığını rahatlıkla ifâde edebiliriz. Bu konuda bir yönlendirme, bir sınırlama varsa, bu kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan farklı özellikleri ve kâbiliyetlerine bağlı önceliklerle alâkalıdır. Kadının öncelikli işi ev idâresi, çocuk bakımı ve eğitimidir. Erkeğin öncelikli işi ise, dışarıda görülen ve fizikî güce dayanan işlerdir. İhtiyaç ve zarûret hâllerinde rollerin değişmesinde bir engel yoktur. Önceliğin söz konusu olmadığı işler ise, kadın ve erkek tarafından ortaklaşa yapılabilir.”[5]
Durum böyle iken tarih boyunca kadının, gerek kamu vazifelerinde gerekse diğer sahalarda çalıştığı görülmemiştir ve istihdâmı ya olmamış ya da çok az olmuştur. Bunda en büyük faktör, kadının fıtrî donanımıdır. Ancak eğer kadın çalışacaksa, kulluk boyutu ihmal edilmeden olmalıdır. (Tabiî ki erkekte de aynı durum söz konusudur.) Yani kadının çalışmasının kulluk çerçevesine oturtulma zarûreti vardır. Meselâ, çalışan kadının “örtünme” ve “ibadet” (beş vakit namaz) problemi olmamalıdır. Bunun yanı sıra “halvet” ve “ihtilât” problemi de yaşanmamalıdır.
Bu problemler günümüzde kısmen çözülmüş olsa bile hâlâ devam eden alanlar vardır. Kadın çalışacak diye kulluk vazifeleri ihmal edilirse, netice acı bir hüsran olur. Neticesinde ebedî mutluluğu kaybetme endişesi varsa, böyle bir yolculuğa hiç çıkmamak en akıllıca davranıştır.
“İslâm’ın emir ve tâlimatları yerine getirildikten sonra kadınların fıtratlarına uygun meslekleri icrâ etmelerinde bir mahzur yoktur. (Zarûretler mahzûru, mübah hâle getirir.) Mekke’de ilk müslüman olan kadınlardan Şifâ Hatun, asr-ı saâdetin ileri gelen hanımlarındandı. Hazret-i Hafsa’ya okuma-yazma öğrettiği gibi, Hazret-i Ömer de bu hanımın fikirlerini alırdı ve kendisi ticârî ihtilaflarda otorite idi.”[6]
Yine hanım sahâbîlerden Kayletü’l-Enmâriyye’nin ticâretle uğraştığı hâlde, Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın kendisine müdâhale etmediğini görüyoruz. Bunlardan başka yine asr-ı saâdette, kadınları ilgilendiren mesleklerle iştigal eden hanımlara da rastlamaktayız.”[7]
Ayrıca yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de:
“...Erkeklerin kendi kazançlarından nasipleri vardır. Kadınların da kendi kazançlarından nasipleri vardır...”[8] buyrularak, kadınların kendi kazançlarını istedikleri gibi tasarruf edebilecekleri belirtilmiştir.
Demek ki kadınların doktor, hemşire, eczacı, öğretmen, memur, dişçi, terzi, tüccar olmasında bir beis yok. İstenen şey, kulluğuna zarar veren, kadının fıtratını bozan, duygularını körelten, fizikî yapısını tahrip eden, zemin ve ortamlarda çalışmaması veya çalıştırılmamasıdır. Ve en önemlisi, annelik vazifelerini îfâ etmeye engel teşkil etmemesidir. Zira o erkekten farklı bir fıtrat donanımına sahiptir. Bu gerçekler göz önüne alınarak, tesettüre riâyet edilerek, halvet ve ihtilât durumu olmadan, çalıştığı yerde beş vakit ibadetini îfâ edebileceği ortamlar olursa ne âlâ…
Gözden kaçırılmaması gereken bir husus daha vardır: Şöyle ki, eğer anne illâ da çalışması gerekiyorsa, evinin bir odasını iş için ayırabilir. Burada, sahip olduğu mesleği icra ederek veya el sanatları üzerinde çalışarak üretim yapabilir. Böylece hem âile bütçesine katkı sağlar hem de çok sevdiği evlâtlarından ayrı kalmamış olur. Annenin meşguliyeti olsa da çocukların yanlarında bulunması, ufak tefek şeyleriyle ilgilenmesi bile çocuk için büyük bir dayanaktır. Annenin sevgi ve şefkatle onların yüzlerine gülümsemesi dahî çocuk adına bir rûhî gıdâdır. Meselâ, bir oda örgü ya da trikotaj icra etme mekânı, nakış atölyesi, çiçek evi, dikiş evi (terzi), dokuma evi (halı-kilim) olarak; anne diş hekimi veya doktor ise bir oda muayenehâne olarak ayrılabilir. Öğretmense ders verebilir, bilgisayarda tez veya buna benzer hizmetler yapabilir. Hattâ devlet ve maliye bakanlığı buna imkân sağlamalıdır, sağlıyor da nitekim… Demek ki, anne olan kadınlarımız, evlerinde çalışarak da üretken olabilirler. Böylece hem evlâtlarıyla iletişimleri sevgi ve saygıyla dolu olur ve hem de her iki taraf hissî yıpranma yaşamaz.
Cemiyetin tahrip olmaması ve yeni yetişen neslin millî, mânevî değerlerle donanmış, sevgi ve şefkatle yoğrulmuş, şahsiyetli, geleceğe güvenle bakan gençler olması için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamak gerekir.
[1] 2 Ocak 1976 tarihli Le Monde Gazetesi.
[2] İbrahim Canan, İslâm’da Çocuk Hakları, İstanbul 1980, sh. 81.
[3] Behiy el-Hûliy, Âilede ve Toplumda Kadın, Ankara, 1972, s. 149.
[4] Ertuğrul Kahraman, Kadın İlmihâli, İstanbul 1999, s. 343.
[5] Ertuğrul Kahraman, a.g.e., s. 343.
[6] İbn-i Hacer, el-İsâbe, Kadınlar Bölümü, no: 618.
[7] İbrahim Canan, Hazret-i Peygamberin Sünnetinde Terbiye, İstanbul, 1982, s. 351.
[8] en-Nisâ, 32.
YORUMLAR