On iki yaşlarında yeşil gözlü bir çocuk, Kur’ân-ı Kerim öğrenmek için geldiği yaz kursunda, lojmanlarda kalan, anne sıcaklığı hissettiği 50-60 yaşları arasındaki ev hanımı teyzenin yanına gidip dertleşirdi. Bir gün konu âilesinden açılınca, babasının önce kendi annesinden ayrıldığını, ardından evlenmiş olduğu diğer hanımından da ayrılmak üzere olduğunu söyledi. Bu üvey annesinin de çocukları vardı. Ve onlarla da tıpkı öz kardeş gibi olduklarını anlattı. Teyze duruma içerleyerek:
“-Yavrum, sen annesiz kaldın, kardeşlerin de babasız kalacak!” dedi.
Çocuğun yüzündeki mâsumiyet bir anda yok oldu, âdeta gözlerini o ân büyük bir nefret bürüyerek:
“-Bu yüzden ben hiçbir zaman evlenmeyeceğim!” dedi.
İçindeki nefreti bu şekilde akıttıktan sonra, yüzü tekrar eski masumiyetine döndü.
Boşanma, zor bir karardır. Bu karar sonrasında belki büyük yaştaki kimseler de etkilenir, ancak en büyük yıkım, çocuklarda kendini gösterir. Bu şekilde ayrılmış çiftlerin çocukları, ileride kendi evliliklerinin de boşanma ile biteceğini düşünürler. Bu yüzden çocuklarının da kendileriyle aynı kaderi paylaşmasından korkarlar. “Hiç olmazsa bizim yavrularımız acı çekmesin” diye düşünerek küçük yaşlarında büyük kararlar alırlar. Bazıları da sırf bu sebeple hayat boyu evlenmek istemez.
Bu düşüncelerinde biraz da olsa haklılık payı vardır. Araştırmalara göre, ailesinde boşanma hâdisesine şahit olan çocukların, yetişkinlik yaşantıları boyunca daha çok problemlerle boğuştukları; hattâ ebeveynleri boşanmış çocukların, kendi evliliklerinin de daha yüksek oranda boşanmayla sonuçlandığı tespit edilmiştir. Boşanan çiftler, boşanmayı âdeta çocuklarına öğretmektedirler.
Anne-babalar ailesini hedefe ulaştırmaya çalışan şoförler gibidir. Dikkatsiz bir şoförün kaza yapması ve taşıdığı canları tehlikeye atması an meselesidir. Biz, çocuklarımızı hayat denilen bu kaygan ve inişli-çıkışlı yolda, mümkün olduğu kadar kazasız belâsız hedefine ulaştırmak zorundayız. Bazen bizi aşan sebeplerle kaza yaparsak da o kazayı en az hasarla atlatma çabasında olmalıyız.
Kazakistan’da hem Kazaklar, hem de Ruslar düşen çocuğun yanına koşup onu kaldırmazlar. Bunun sebebi, çocuğun hayata kendine güvenerek başlamasını sağlamaktır. Bu metodun doğruluğu tartışılabilir, ama çocuklarımızı, Hazret-i Ali’nin de dediği gibi, onların yaşayacağı çağa hazırlamak, biz büyüklerin en temel vazifesidir.
Çocuklar, anne ve babalarının kopyalarıdır. Meselâ bir anne, mutfaktaki karıncayı veya herhangi bir böceği görünce:
“-Seni gidi seni… Seni yaramaz!.. Senin ne işin var burada? Hadi seni buradan güvenli bir yere götüreyim!” dese ve kâğıtla onu alıp bir yere bıraksa, bu hâdiseyi gören çocukta o hayvancığa karşı, sevgi ve merhamet gelişir. Annesinden canlılara nasıl davranacağını öğrenir. Ama annenin karıncaya bağırdığını, kızdığını ve intikam alırcasına onu öldürdüğünü görse, bu defa çocuk, kendinden küçük ve masum varlıkları acımadan yok etmeyi, kontrolsüz güç kullanmayı, şiddeti ve sinirlenmeyi öğrenir.
İnsanın âilesi bu dünyadaki cennetidir. Cennet bahçesinde sevgi ve şefkatle büyüyen cennet meyvelerinin kurduğu yuvalar da cennet olur. Bunun tersi, kavga ve gürültülerle evler cehennem çukuru da olabilir. Cehennem çukurunda büyüyen yavrular, yetişkinlik döneminde başkalarının hayatını da cehenneme çevirebilirler.
Firavun tahtını korumak için yaklaşık 980.000 bebeği öldürdü. Öldürülen bebeklerin fânî dünyaları bitti, ama âhiretlerine bir zarar gelmedi. Âileler yavrularının geleceğini ve rûhî ihtiyaçlarını düşünmeden, sadece maddî ve bedenî ihtiyaçlarını gidermeye çalışırsa, yavrularının hem dünya, hem de âhiretlerini mahvetmiş olurlar. Bu yönleriyle, bahsi geçen Firavun’dan da tehlikeli olabilirler. Çünkü o, binlerce bebeğin sadece dünya hayatını mahvetmişti. Âhiret hayatlarına dokunamamıştı.
* * *
Mesken; insanın yaşadığı yer, yani evi demektir. Mesken, “sekene” kelimesinden gelir. “Sekene” ise, sükûn, huzur mânâlarını da içerir. Öyleyse ev, huzur bulunan yer demektir. Çocuklar; huzur ve sükûnu evde bulamazsa, sokaklarda, alışveriş merkezlerinde, internet kafelerde ve eğlence mekânlarında ararlar. Anne-baba ve kardeşleriyle mutlu olamayan gençler, ekseriyetle çetelerin ve kötü alışkanlıkların tuzağına düşerler.
Bir hükümdar, âlimlere:
“-Bana hayatı en kısa hâliyle özetleyin!” demiş.
Âlimler şu sözlerde ittifak etmişler:
“-Geldiler, sevindiler, üzüldüler ve öldüler.”
Çocuklarımızın bu dünyaya gelişleriyle sevindik. Anne-baba olarak onları sevindirelim ki, mesken tuttukları evleri, birer cennet bahçesi olsun. Burada cennet hayatı misâli güzellikleri, dostluk ve iyilikleri öğrensinler. Gittikleri yerlere cennet tebessümü taşısınlar. Her durakları, cennet koksun ve nihayet dünyada gölgesini yaşadıkları cennetin gerçek şekline, gözlerini kapattıklarında kavuşsunlar.
Hazret-i Meryem’in güzel bir duâsı vardır:
“Allâh’ım; neslimin nefsini ve neslini Sana emanet ediyorum.”
Allâh’a emanet ettiğimiz neslimiz, Allah tarafından da bize emanet olarak verilmiştir. Emanetlerimize gerektiği gibi sahip çıkmak ve onların meskenlerini cennete çevirmek duâsı ile…
YORUMLAR