“el-Kerîm” ve “el-Ganiyy” olan Allah Teâlâ, yeryüzündeki bütün canlıları insanın hizmetine sunmuş ve bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyiniz, bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz…” (Tâhâ, 81)
“Allâh’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine îmân etmiş olduğunuz Allah’tan korkun.” (el-Mâide, 88)
Eşref-i mahlûkât olan insan ise, akıl ve idrâki ile temiz ile necisi (kirliyi); helâl ile haramı birbirinden ayırt ederek Âlemlerin Rabbi’nin zengin sofrasından dilediğince nasiplenmiştir.
İkram edilen nimetlerin temiz-necis, helâl ve haram olarak belli edilmesi, insanoğlunun “hıfzı’s-sıhha” (koruyucu hekimliği) mûcibincedir. Çünkü İslâm Dîni, hastalıklardan korunmaya, hastalıkların tedâvî edilmesinden daha fazla ehemmiyet vermektedir. Tıpkı hata yapılmazdan önce; hataya yaklaşılmamasının emredilmesi gibi…
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Helâl bellidir, haram da bellidir. İkisinin arasında da (birtakım) şüpheli şeyler vardır ki, çok kimseler onları bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa, ırzını da, dinini de kurtarmış olur. Her kim de şüpheli şeylere dalarsa, koru etrafında (hayvanlarını) otlatan bir çoban gibi, çok geçmeden içeriye dalabilir. Haberiniz olsun ki, her kralın bir korusu olur. Bilmiş olun ki, Allâh’ın yeryüzündeki korusu, haram kıldığı şeylerdir. Dikkat ediniz, bedenin içinde bir lokmacık et (parçası) vardır. O iyi olduğu zaman bütün beden iyi olur, bozuk olduğu zaman da bütün beden bozuk olur. İşte o (et parçası) kalptir.” (Buhârî; Kitâbu’l-Îman, 39; Müslim, Müsâkât, 107) buyurmuştur ki; yasak ve şüpheli şeylerden korunma, insanoğlunu maddî ve mânevî mânâda her türlü kötülükten muhafaza eden surlara benzetilmiştir.
Allah Teâlâ, eşref-i mahlûkât olan insanı mükemmel bir potansiyelde yaratmıştır. İstîdâdında her türlü imkân ve kaabiliyet mevcuttur. İnsanoğlu, bu potansiyeli doğru ve faydalı şekilde değerlendirdiği zaman başarılı, mutlu ve üretken olur. Bu potansiyeli, hayırlı ve temiz işlerde kullanmadığı zaman ise, kendisi başta olmak üzere âilesi ve çevresini hastalıklara, israfa ve neticede felâkete sevk edebilir.
Bugün nice insanımız, potansiyel birikimlerini, kabiliyet ve sağlıklarını, Batı’dan kasıtlı bir şekilde toplumumuza sokularak yaygınlaştırılmış olan alkol ve uyuşturucu maddeler ile hebâ etmektedir. İçindeki nikotinle insanlara geçici rahatlık ve gevşeme veren sigaranın kullanım yaşı, maalesef ilköğretim çağındaki çocuklara kadar inmiştir. Kapalı ortamlarda kullanılan bu duman, yalnızca kullanan kişiyi değil, bütün çevresini pasif içicilikle aynı zarara uğratmaktadır. Özellikle özenti, arkadaş teşviki veya baskısı, stres, üzüntü gibi faktörlerle kolaylıkla başlanabilen sigara, bütün gençliği kıskacı altına alarak sağlıklarını kolay kolay düzeltilmeyecek derecede tahrip etmektedir. Nitekim mâsumca kullanılan bir tane sigaranın başlattığı bu kötü alışkanlık;
Akciğer, gırtlak, dudak ve yanak kanserine, beyin hücrelerinin ölümüne, öğrenme bozuklukları, hâfıza zayıflığı ve erken bunamaya,
Sinüzit, farenjit, bademcik ve orta kulak iltihabı gibi üst solunum yolu hastalıklarına,
Damar sertliğine, beyin ve kalpte damar tıkanıklığına, kalp krizi ve tansiyon yükselmesine, gastrit, ülser, reflü hastalıklarına, kemik erimesi, pankreas kanseri gibi birçok hastalığa zemin hazırlamaktadır.
İnsana bu denli zarar veren sigara ve diğer maddelerden korunmada başta kendimize, âilemize, çevremize ve tabii ki, kitleleri yönlendiren medyaya büyük vazifeler düşmektedir.
Öncelikle kendimizi hem zararlı arkadaş tesirinden, hem sosyal ve psikolojik zayıflıklardan korumalı, hem de hayatın getirdiği problemlerle başa çıkma husûsunda kendimizi güçlü hissetmemiz gerekmektedir. “Aşılamayacak hiçbir dağ, çözülemeyecek hiçbir problem yoktur!” prensibince, başarmaya azmetmemiz gerekmektedir.
Bütün istek ve arzularımızda, sıkıntı ve çıkmazlarımızda en büyük yardım ve desteği, geçici şekilde rahatlık ve sâkinlik veren, daha sonra ise büyük bedeller ödeten zararlı maddelerden değil; yegâne ve en kudretli sığınak mercii olan Âlemlerin Rabbinden istemeliyiz. Sa’y (gayret) ve duâ ile ulaşılamayacak hiçbir menzil yoktur.
Âileye Düşen Vazifeler
Âile, toplumun temel çekirdeği olduğu gibi kişinin de tek örtüsü/tek sığınağıdır. İlk başta bu maddelerden uzak durup örnek olarak, akabinde ise; sevgi, güven ve güzel bir arkadaş çevresine yönlendirerek bu gençlerimize yardımcı olunmalıdır. Yanlış arkadaş çevresinden gelen ilk tahribatta, içinden çıkamadığı sıkıntı ve problemlerinde ilk destek âile olmalıdır. Özellikle “deli-kanlılık” devresinde sağlıklı iletişim ve samimi yaklaşımla âile, düşebileceği yanlışlıklar ve alışabileceği zararlı maddelere karşı büyük bir set vazifesi görmelidir.
Medyaya Düşen Vazifeler
Hayatın olmazsa olmazı, evlerimizin en fazla ve en etkili konuşan misafiri olan medya, öncelikle insanlarımızı olumsuz bir şekilde etkileyen programları kaldırmalı, ardından yanlışlıkları gözler önüne sererek uyarıcı programlar yapmalıdır. Özellikle örnek ve lider olarak gösterilen şahsiyetlerin bu tür maddelerden uzak, sağlıklı ve örnek hayatları anlatılmalı, sergilenmelidir.
Unutmayalım, en büyük zenginlik, sağlıklı yaşamaktır.
YORUMLAR