Bunları Yapmadan Ölmeyin!

Yeni yıla girmemize bir hafta kala, gazetelerin hafta sonu eklerinde bir şey dikkatimi çekti. “Bu yıl gezilmesi gereken on ülke” veya “ölmeden önce görülmesi gereken şehirler”, “mutlaka tadılması gereken lezzetler”... Veya “gençliğinizde bu adrenalini mutlaka yaşamalısınız!” gibi tavsiyeler... Sonradan öğrendim ki, bu konuların işlendiği, üzerinde tartışma ve yorumların yapıldığı özel internet siteleri bile varmış.

Bu tavsiyeleri okudum, gezilecek yerlerin resimlerini inceledim; dünyanın cenneti sayılabilecek sahil kentleri, paraşütle atlama fırsatları, sırtına çantanı alıp ne geçmişi, ne geleceği düşünmeden yapılacak dünyayı gezme planları, envâî çeşit yemek tarifleri…

Ama bu tavsiyeler, hayat yolculuğun kaçınılmaz sonu olan ölüme hiç gelememiş, bu yazıları yazanların şuur altında ve vermek istedikleri mesajda hiç ölüm ve ötesi yok!.. Sanki ebediyyen bu dünyada kalacağız! Sanki bu dünyaya yemek-içmek ve gezmek için gelmişiz!. Ve bu düşünce, bütün medya organlarında alenen ve yavaş yavaş, tıpkı sinsi bir yılan gibi zehrini gençliğimize, çocuklarımıza, hatta yaşlılarımıza akıtmakta… Herkes bu yaz, bu kış, bu sene ya da emekli olunca, nereye gideceğinin, gidiş-geliş için ne gerektiğinin hesaplarını yapmakla meşgul!..

Eskiden büyüklerimiz, Ahkâf Sûresi’nin 15. âyetine kulak verir ve kırk yaşına gelenler, “Ölüm yaklaştı!” der, daha çok ibadet ve tesbîhâta yönelirdi. Çünkü zikredilen âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

 “…Nihayet olgunluk çağına ulaşıp, kırk yaşına girince der ki: «Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimetine şükretmemi ve râzı olacağın sâlih amel işlememi temin et! Beni de, neslimden gelenleri de sâlih kimselerden kıl. Doğrusu ben tevbe edip Sana yöneldim. Ve ben gerçekten müslümanlardanım.”

Şimdi ise kırk yaşına yaklaşan veya ulaşmış olanlarda, daha fazla dünyaya bağlanma duygusu, “Hâlâ gencim, ben hiç yaşlanmayacağım!” der gibi spor salonlarına gitmeler, yaşlılığı geciktirici kremler veya “Şimdiye kadar çalıştık, kendimize vakit ayırmadık, gezelim, tozalım, yiyelim, içelim!” arzusu...

Tabiî ki spor yapalım, sağlıklı ve zinde olalım, ama bundaki gâyemiz, daha rahat ve hakkını vererek ibadet etmek için olsun... Tabiî ki değişik yerler görelim, ziyaretler yapalım; zaten Rabbimiz de bizden gezmemizi-görmemizi istiyor. Lâkin bu gezilerin bir sebebi ve gâyesi olması lâzım; ibret almak, tefekkür etmek, sıla-i rahim yapmak veya Müslümanların hayrına bir iş gibi… Kırk yaşına gelmek, tabiî ki yaşlılık çağı değil; bilakis gençliğin diriliği ve yaşın getirdiği tecrübeyle daha çok kulluk ve hizmet etmek yaşı… Ancak Ahkâf Sûresi’nin 15. âyetinde geçtiği üzere; kırk yaşı; o âna kadar verilen ömür ve çeşit çeşit nimetler için şükür yaşı, sâlih amelleri daha bir ihlâsla yapma yaşı, nesillerimize hâlimizle-kâlimizle örnek olup duâ etme yaşı, en önemlisi tevbeyi artırma, hakiki bir Müslüman olmayı hissetme yaşı…

Ama nice insanlar kırk yaşına gelmeden bu dünya hayatına veda edip gidiyor. Acaba onlar ölmeden önce medyanın tavsiye ettiği şeyleri yaparak dünyanın zevkini çıkarmış (!) insanlar olarak huzurla mı kavuştular Rablerine… Gerçekten insan, bu tavsiyeleri yerine getirmediğinde, öldüğünde pişman mı olur? Başka bir ifadeyle insanın öldüğünde pişman olacağı işler, bu türden yeme-içme, gezme-tozma şeklindeki işler midir? Yoksa insanın ebedî pişmanlığı bambaşka sebeplerle midir?

* * *

Sahi Rabbimiz, bize hiç “Ölmeden önce şunları mutlaka yapın!” diye tavsiyelerde bulunmuş mudur? Ya da Sevgili Peygamberimizin bu hususta tavsiyeleri var mıdır? Ya da bize, “Bu, senin son yılın!” deselerdi, ne yapardık? Hangi lezzetleri tatmadan ölmek istemezdik veya dünyanın hangi güzelliklerini görmeden ölmek istemezdik?!

Bu soruyu, derslerimde talebelerime ve Siyer-i Nebî okumaları yaptığımız öğretmen gruplarında sorduğumda çok güzel ve ilginç cevaplar aldım. Bu cevaplardan bazıları, Rabbimizin ve Peygamberimizin bize sunduğu tavsiyeler, bazıları da bize güzel bir ufuk açacak tavsiyelerdi. Bunlardan birkaçını sizinle paylaşıp sonra âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerdeki tavsiyelere geçmek istiyorum.

Genel olarak, “Bir yıl ömrünüz kaldı deseler, ne yapmak isterdiniz?” diye sorduğumda, bu soruya duyan muhataplarım, önce birkaç dakika sessiz kaldılar ve cevap veremediler.

“-Niye sustunuz, bir planınız olmaz mıydı?” dediğimde:

“-Hiç ölümün bu kadar yakın olacağını düşünmedik, o yüzden donup kaldık!” dediler.

“-Hâlbuki ölüm, belki daha yakınımızdadır, kim bilir? Şahsen bu yıl içinde akranım olan dört arkadaşımın ölüm haberini aldım. Hepsi de sağlıklı, genç, hatta üç tanesi kırk yaşına bile gelmemişti. Belki onlara da bu soru sorulsaydı, onlarda ölümün daha çok uzaklarda olduğunu düşüneceklerdi.”

Bu giriş cümlelerinden sonra cevaplar gelmeye başladı. İlk söylenen cevapların başında, “Kazâ namazlarımı kılardım.” geliyordu.

Doğru! Ne de olsa, kabirde bize îmânî sorularımızdan sonra gelecek ilk soru, namazlarımızdan olacaktı. Hattâ Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “namaz hesabını verebilenlerin, diğer bütün hesaplardan kolaylıkla geçeceğini” bildirir, bir hadîs-i şerîfinde… Bu husustaki başka bir hadîs-i şerîf de şöyledir:

“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli, onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabbi:

«Kulumun nâfile namazları var mı bakınız?» der. Farzların eksiği nâfilelerle tamamlanır. Son diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir. (Tirmizî, Mevâkît, 188; bk: Ebû Dâvud, Salât, 149; Nesâî, Salât, 9; İbn-i Mâce, İkâmet, 202)

Namazı terk etmenin âhiret azâbına sebep oluşu, âyet-i kerîmelerde de şu şekilde zikredilmiştir:

(Amel defterini sağ taraftan alan cennetlikler) cennetler içinde, günahkârların durumunu sorarlar: «Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?» diye… Onlar şöyle cevap verirler: «Biz namaz kılanlardan değildik, yoksulu doyurmuyorduk. (Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk. Cezâ gününü de yalan sayıyorduk. Sonunda bize ölüm geldi çattı.” (el-Müddessir, 40-47)

“Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler. Ancak tevbe edip îman eden ve sâlih amellerde bulunan kimseler hâriçtir. Bunlar, cennete girecekler. Ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır.” (Meryem, 59-60)

* * *

İkinci sırada en çok söylenen ise; “Bol bol sadaka verirdim.”

Bu cevap beni gülümsetti. Çünkü bir âyet-i kerîmede bildirildiğine göre, ölen her inanın en çok hayıflandığı ve yapmak istediği şey, sadaka vermek olacak!..

Ölümle karşılaşmadan, sadece onu düşünmek bile, bizi sadaka vermeye sevk ediyor. Bizi bizden daha iyi bilen Rabbimizin Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:

“Ey îman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız, sizi Allâh’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de: «Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip sâlihlerden olsam!» demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın.” (el-Münâfikûn, 9-10)

* * *

Muhatap olduğum grupların görmek istedikleri yerlerin başında, Mekke ve Medîne oldu elhamdülillâh… Cevapları, “hac ve umre yapmak isterdim!” oldu!

Gerçekten bu dînî vazifenin geciktirilmesi uygun değil; imkân-fırsat ele geçer geçmez, en kısa zamanda bu ibadetleri îfâ etmek lâzım!.. Hacca giden yakınlarınızdan çokça duymuşsunuzdur:

“-Geç kalmışız, gençlikte gitmeliydik!” diye…

Ülkemizde maalesef hac, ileri yaşlara erteleniyor. İmkânı olanlar bile, “ununu eleyip eleğini astıktan sonra” hacca gitmek istiyor. Belki bunda, hacdan sonra dünyadan el-etek çekme düşüncesi de var.

Ancak her iki düşünce de İslâm’ın öğrettiği prensiplere uymuyor. Dinimiz, hacca gidene kadar her türlü kötülüğü mübah görmüyor ki, hacdan dönünce “daha temiz” bir hayat geçirmek için haccı erteleyelim.

Ölümün de bir vakti yok ki; üzerimize hac farz olduktan sonra gençken ölüversek, Rabbimize ne cevap vereceğiz?!

* * *

Daha sonra gelen cevaplar ise:

“-Herkesle helâlleşirdim.”

“-En az bir kişinin hidayetine vesile olmak isterdim.”

“-Hâfız olmak isterdim.”

“-Peygamber Efendimizi rüyamda görmek isterdim.” gibi güzel temennîlerdi.

* * *

Peki, Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu husustaki tavsiyeleri nelerdi?

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mekke’den Medine’ye hicret ederken Ranuna Vâdisi’ne ulaştığında Cuma namazı farz kılınmıştı. Peygamberimiz, orada kendisi ile beraber olan ashabına farz olan bu Cuma namazını kıldırdı ve onlara şu hutbeyî îrâd etti:

“Ey insanlar! Ölmeden önce tevbe edin. Fırsat elde iken sâlih ameller işlemeye bakın! Gizli-açık bolca sadaka vermek ve Allâh’ı çok çok zikretmekle Rabbinizle aranızı düzenleyin! Böyle yaparsanız, rızıklandırılır, yardım görür ve kaçırmış olduğunuz şeyleri elde edersiniz.”

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in birinci sıraya koyduğu tavsiye; ölmeden önce mutlaka “tevbe etmek”...

Ölümün ne zaman geleceğini bilmediğimiz için tevbeyi hayatımızın her gününe ve her gecesine yaymalıyız. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in geçmiş ve gelecek bütün hataları (zelleleri) affolunduğu hâlde, O günde “yetmiş defa”, başka bir rivayete göre “yüz defa” istiğfar ederek, bizlere bu hususta çok büyük bir örnek olmaktadır.

Âyet-i kerîmelerde tevbe hakkında şöyle buyrulmuştur:

“Allâh’ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca, «Ben şimdi tevbe ettim!» diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azab vardır.” (en-Nisâ, 17-18)

* * *

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ikinci tavsiyesi, fırsat elde iken, yani nefes alıp verirken, gücümüz yeterken, sağlımız-sıhhatimiz yerindeyken “amel-i sâlihler yapmak”!... Amel-i sâlih ne demek, peki?

Başta ibâdetler olmak üzere, bütün hayırlı amellerin, Allâh rızâsı kasdolunarak yapılması asıldır. Bu da, ihlâs ile mümkündür. İhlâs, amelleri sırf rızâ-yı ilâhîyi kasdederek îfâ etmek ve onlar üzerine nefsânî gâyelerin gölgesini düşürmemektir.

Beden için rûh ne ise, amel için ihlâs da o mesâbededir. İhlâssız amel, özden mahrûm kuru bir yorgunluktan ibarettir. Bütün güzel amelleri, ulvî bir gâyeye bağlayarak “ibâdet” vasıf ve derecesine yükseltmek kabildir.

* * *

Peygamberimizin üçüncü tavsiyesi ise, “gizli-açık, bolca sadaka vermek”

Ölüm gelip hayıflanmadan; dünyada ve çevremizde maddî-mânevî her türlü sadakaya muhtaç bu kadar insan varken bu tavsiyeyi yapmak çok da zor olmasa gerek!.. Özellikle günümüzde alışveriş çılgınlığının insanı helâke götürdüğü şu günlerde, bu mânevî ilaca, sadakayı verenin de, alanın da çok ihtiyacı var, öyle değil mi?

* * *

Peygamber Efendimizin ölmeden önce yapmamızı istediği son madde ise, “Allâh’ı çok çok zikretmek”...

Zikir; anmak, hatırlamak… Neyi anmak, neyi hatırlamak? Öncelikle “elest bezmi”nde Rabbimize verdiğimiz sözü hatırlamak; yani Rabbimizi ve O’nun kulu olduğumuzu hiç unutmamak ve O’na layık bir kul olarak yaşamak... O zaman hayatımızın her ânı zikir olur. Namaz zikir, oruç zikir, sadaka zikir, tebessüm zikir; kısacası Allah için yaptığımız her şey zikir olur, biiznillâh!

* * *

İşte bu tavsiyelere kulak verir ve îcâbını yapmaya gayret edersek, Rabbimizle aramız düzelir ve Rabbimizden maddî- mânevî yardım görür, kaçırmış olduğumuz lütufları tekrar elde ederiz, inşâallâh!..

Rabbim, cümlemizi “ömrü uzun, ameli güzel” olanlardan eylesin!.. Ölmeden evvel, en güzel hazırlığı yapıp kıyamet sabahına selâm ve selâmetlerle uyanmayı nasip eylesin!. Âmin.

Onlar orada: «Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım!» diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azâbı)! Zâlimlerin yardımcısı yoktur.” (Fâtır, 37)

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle