Mü’minin, mânevî kıvamı için günlük hayatında kimlerle görüştüğü, hangi ortamlarda bulunduğu veya nerede ne maksatla olduğu çok önemlidir. İnsan, içinde bulunduğu çevreye göre şekillenir. Zamanla alışkanlıkları, zevkleri, hedefleri etrafındaki insanlar ile aynîleşir.
Bu durum, insanların çevresiyle tesir alışverişi içerisinde olmasının tabiî bir sonucudur. Bu şekilde bir tesir altında kalan mü’min, gafletine sebep olabilecek münâsebetlerden ve ortamlardan uzak durmalı ve kalbinin diriliği için beraber olduğu insanlara âzamî hassasiyet göstermelidir.
Rasûlullâh’ın mânevî mektebinde bulunmanın kıymetini idrak eden sahâbe hanımları, çocuklarının Efendimiz’le sürekli bir irtibat hâlinde olmalarını isterlerdi. Evlatları, Allah Rasûlü ile uzun müddet görüşmedikleri zaman onları îkaz ederlerdi. Şu rivâyet, bunu en güzel şekilde anlatıyor:
Huzeyfe -radıyallâhu anh- birkaç gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizi görmediği için annesi ona kızmış ve onu azarlamıştı. Kendisi bunu şöyle anlatmaktadır:
“-Annem bana sordu:
“-Peygamber Efendimizle en son ne zaman görüştün?”
Ben de:
“-Birkaç günden beri O’nunla görüşemedim.” dedim.
Bana çok kızdı ve fenâ hâlde azarladı. Ben de:
“-Dur kızma! Hemen Rasûlullah Efendimizin yanına gideyim, onunla beraber akşam namazını kılayım ve O’ndan benimle senin için istiğfar etmesini talep edeyim dedim...” (Tirmizî, Menâkıb, 30/3781; Ahmed, V, 391-392)
* * *
Peygamber sohbetinin tesirini ifâde açısından, şu hadîs-i şerîf pek mühimdir:
Efendimizin kâtiplerinden Hanzala bin er-Rebî el-Üseydî, kendi başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır:
“Bir gün Hazret-i Ebûbekir’le karşılaştım. Bana:
“-Ey Hanzala nasılsın?” dedi. Ben:
“-Hanzala münâfık oldu.” dedim. O:
“-Sübhanallah, sen ne diyorsun?” diye sordu. Ben:
“-Rasûlullah’ın huzurunda bulunuyoruz. O bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyor, sanki cenneti ve cehennemi gözlerimizle görüyoruz. Fakat O’nun huzurundan çıkınca, hanımlarımızla, çocuklarımızla meşgul oluyoruz. Onların işleri ile meşgul oluyoruz. Çok şeyi unutuyoruz.”
Bunun üzerine Ebûbekir -radıyallâhu anh- şöyle dedi:
“-Vallâhi bizler de bu söylediklerinin benzeri ile karşı karşıya kalıyoruz. Hadi, hâlimizi Allâh’ın Rasûlü’ne arz edelim.”
Hanzala -radıyallâhu anh- anlatmaya şöyle devam etti:
“Ben ve Ebûbekir, Rasûlullâh’a gittik. Nihayet Rasûlullah’ın huzuruna vardık. Hemen ben:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü!.. Hanzala münafık oldu.” dedim. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunun üzerine:
“- O nedir (o ne biçim söz)?” dedi. Ben de şöyle dedim:
“-Ey Allâh’ın Rasulü! Sen’in huzurundayken bize cehennemi cenneti hatırlatıyorsun. Sanki gözlerimizle görüyoruz. Fakat huzurundan çıkınca, eşlerimizle, çocuklarımızla meşgul oluyor, mesleğimizi icrâ ediyoruz. Çok şeyi unutuyoruz.”
Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“-Nefsim kudreti elinde olana yemin olsun ki: Huzurumda bulunduğunuz hâl üzere ve (o şekilde) hatırlamaya devam etseydiniz; melekler evlerinizde döşekleriniz üzerinde ve yollarda sizinle musafaha ederlerdi. Fakat ey Hanzala, bir saatinizi ibadete, bir saatinizi de dünya işlerine ayırınız.” buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı. (Müslim, Tevbe, 12-13)
* * *
Tasavvufta çok önemli bir esas vardır: İki şeye çok dikkat etmek gerekir; birincisi ünsiyet kurduğun, oturup- kalktığın insanlara, ikincisi de yediğin- içtiğin şeylere…
Bu iki husus, insanın şahsiyetini etkileyen, mânevî hâlinin şekillenmesine doğrudan tesir eden unsurlardır. O yüzden Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Ey îman edenler!.. Allâh’a karşı gelmekten sakının ve sâdıklarla beraber olun! (et-Tevbe, 119) îkazında bulunuyor.
Mümin, hayatını bir gergef gibi işleyen, her ânı hesaplı, titiz yaşayan insandır. Gaflet hâli, insandan insana geçer. Mânevî hastalıklar da maddî hastalıklar gibi bulaşıcıdır. Uyanık bir mü’min, sürekli kendisini mânevî yönden geliştirecek insanlarla beraber olma gayreti içinde olur.
İnsan tabiatı itibariyle mala, mülke, dünya nimetlerine meyillidir. Bu meyillilik, gaflete dönüşüp bir hayat tarzı hâline geliyorsa o zaman tehlikeli boyutlara varıyor demektir. Hâlbuki dünya gâye değil, araçtır. Ebedî hayat için istifade edilmesi gereken bir vesîledir. Mümin dünyada maişetini idâme ettirecek kadar kazanmalı, fazlasını da bir infak şuuru içerisinde harcamalı ve imkânlarını ilâhî rızâ için seferber etmenin derdinde olmalıdır.
Efendimiz’in zühd hayatını tercih edişi ve dünyaya olan tavrı, bizler için büyük bir örnektir. Allâh’ın adının anıldığı meclisler, mü’minin gönlünü çekmelidir. Mü’min, bu meclislerde olmak ve kendi mânevî hesabına bir mânâda yatırım yapmak gayreti içinde olmalıdır.
Evlerimizde hep bir Rasûlullah nefesi, Kur’ân sesi olmalı. Evlerimizde mutlaka sohbet meclisleri tertip etmeli ve Allah kelâmı ile gönüllerimiz ferahlamalıdır. Kur’ân okunmayan, bir vakit namaz kılınmayan evler harabe, yıkık, metruk evlerdir.
Rasûlullâh’ın rûhâniyetini evlerimize misafir etmeli, hem iç âlemimizi, hem de yaşayışımızı ona göre tanzim etmeliyiz. Belki Rasûlullâh’ı fiziken görme imkânımız olmuyor, ancak Allah dostlarına ve Rasûlullâh’ı seven insanlara gönlümüzü açmalı ve onları sadece Efendimiz’e olan muhabbetimizden dolayı sevmeliyiz. Sadece bilgi, insanı belli bir kıvama getirmez. Tasavvuf, bir iç duyuş, bir idrak kazandırır insana…
Gecesi gündüzü dünya derdi olan insanlardan sürekli uzak durmak lâzımdır. Çünkü dünyaya gönül kaptıran insanların gündemlerinde hep maddiyat, para, ev, gelecek kaygısı, boş düşünceler vardır. Sürekli şikâyet ve hayattan memnuniyetsizlik vardır. İnsan bu gibi konuları ne kadar çok konuşursa o kadar nefsi hırslanır. Ancak netice, büyük bir boşluk ve mutsuzluk... O yüzden kalp ayarı çok önemlidir. Kalbin meylettiği şeyler konusunda çok hassas olmalıdır.
Nihayetinde dünya için kuru bir kavga vermek, sonu hüsran, neticesi boş bir emektir.
Yavuz Sultan Selim, ne güzel söylemiş:
Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş,
Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş…
DUÂMIZ
“Ey Rabbimiz, gerçekten biz «Rabbinize îman edin» diye îmana çağıran Peygamberi işittik ve hemen îman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi iyilerle beraber katına kabul buyur.”
“Ey Rabbimiz, peygamberlerine vaad ettiklerini bize de ver ve bizi kıyamet gününde rüsvay etme. Şüphesiz Sen, sözünden dönmezsin.” (Âl-i İmran, 193-194)
Yâ Rab!.. Efendimiz’in hidâyet dâvetini bize ulaştırdın. Sana hamd ediyoruz. İslâmi hizmetlerde yapamadıklarımız için, yaptıklarımızdaki hatalarımız için Sen’den af istiyoruz. Günahlarımızı affetmeni ve bizi sâlih kullarınla beraber haşretmeni niyaz ediyoruz. Âmin…
YORUMLAR