Bu Ramazan, hayatımızın en güzel Ramazan-ı Şerîfi olsun!.. Rasûlullâh’ın Ramazan’ı gibi olsun Ramazanımız.. Hazret-i Âişe Annemizin ifadesiyle, rüzgarlardan daha cömert olurmuş ya En Sevgili Peygamberimiz, biz de en cömert olalım bu Ramazan’da… Önce kullukta en cömert, sonra ümmetlikte en cömert, sonra kardeşlikte ve insan olarak bütün mahlûkâta karşı en cömert olalım.
Kullukta nasıl cömert olacağız? Rabbimizin verdiği nîmetlerin farkına vararak, acziyetimizi hissederek, O’ndan râzı olduğumuz ve sadece O’nun râzı olması için hamd ederek, şükrederek, hiç şikâyet etmeden, hiç yüksünmeden, hasretle beklediğimiz sevgiliye koşarcasına büyük bir aşkla koşalım. Bu şekilde bütün gönlümüzle koşamasak da koşarcasına heyecanla yapalım ibadetlerimizi…
Sonra ümmetlikte cömertliği koyalım hedefimize… Rabbimizin Habîbine, Muhammed Mustafâ’sı -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e yaraşır bir ümmetlik olsun, gayretimiz... O’nun şanına lâyık, O’nun gözyaşlarıyla hasret duyduğu, on dört asır öncesinden bize gönderdiği selâma ve “Kardeşlerim!..” hitâbına lâyık bir ümmet olduğumuzu gösterelim.. Unutulmaya yüz tutmuş bütün sünnetleri yaşamaya gayret edelim. O Zât-ı Kerîm’in, şanlı melek Cebrâil’in önünde okuduğu Kur’ân okuyuşu gibi olsun mukâbelelerimiz… Abdullah ibni Mesud’dan dinlerken Kur’ân’ı nasıl da akıyordu mübârek gözyaşları… Âhh öpülesi tanesine, Arş’ın titrediği gözyaşları gibi bizim de azamet-i Kur’ân karşısında çağlasın gözyaşlarımız...
Coşsun yüreğimiz. Bizden bir şeyler istemeye gelenleri, O’nun gibi hiç eli boş çevirmeyelim.
Teheccüdlerimizde uzasın secdelerimiz... İftar sofralarımız, O’nun sofrası gibi olsun! Hani buyuruyor ya, “En güzel sofra, başına çok insan toplanandır.” Soframızı fakirler, yoksullar, yetimler şenlendirsin!
Bu Ramazan dâvet edelim O’nu; evimize, soframıza, kalbimize…
Kardeşlikte Hazret-i Fâtıma ile Hazret-i Ali Efendimiz gibi olalım. Hani Peygamber Efendimizin gözbebeği torunları, cennet gençlerinin seyyidleri Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin hastalanmışlardı. Hazret-i Fâtıma Annemiz ve Hazret-i Ali Efendimiz, anne-baba olarak evlâtlarının bu hâline çok üzülmüşler ve; “Yavrularımız iyileşirse, üç gün oruç tutacağız!..” diye adakta bulunmuşlardı.
Çocukları iyileşmiş, onlar da adak oruçlarına başlamışlardı. Sahurda yiyecek bir şey olmadığı için niyet ettiler, akşama daha çok vardı, belki iftarda yiyecek bir şeyler bulabilirlerdi. İftara yakın Hazret-i Ali biraz yiyecek bulmuştu. O sırada kapı çalındı, bir yoksul geldi.
“-Allah rızası için yiyecek bir şey, açım!..” dedi.
Hazret-i Fâtıma annemiz, bütün yiyeceği ona verdi.
İkinci gün aç olarak yine niyetlendiler. İmtihan ya… İftara yakın Hazret-i Ali yine biraz yiyecek buldu. Tekrar kapı çaldı, gelen bir yetimdi. O da:
“-Allah rızası için yiyecek verin, çok açım!” dedi.
Hazret-i Fâtıma annemiz, ona da bütün yiyeceği verdi. Üçüncü gün yine aç olarak niyetlendiler. İftara yakın, yine aynı manzara… Bu defa bir esir geldi kapıya… Hazret-i Fâtıma annemiz, büyük bir merhametle bütün yiyeceği bu sefer de esire verdi. Esir, bu cömertlik karşısında minnet duydu ve:
“-Teşekkür ederim!..” dedi.
Fâtıma annemiz, yaptığı iyilikten daha büyük bir olgunluk ve samimiyetle:
“-Biz bunu Allah rızası için yaptık. Senden herhangi bir teşekkür ya da karşılık beklemiyoruz. Biz, sadece o sert ve belâlı kıyamet gününün şerrinden korkuyoruz.” dedi.
O sıralarda Sevgili babasına, hanımların efendisi Hazret-i Fâtıma’nın bu asîl îsârı[1] âyetle bildiriyordu:
“O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden (kıyâmet gününden) korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. «Biz, sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkarız.» (derler). İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lutfeder.” (el-İnsan, 7-12)
Yine Ashâb-ı Kirâmın kardeşlik ve îsâr duygusu başka bir âyet-i kerimede şöyle ifâde edilir:
“Daha önceden Medîne’yi yurt edinmiş ve gönüllerine îmânı yerleştirmiş olan kimseler (ensar), kendilerine hicret edip gelenleri (muhâcirleri) severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (el-Haşr, 9)
Âyet-i kerîmeye göre, kardeşliğin metodu, öncelikle Allah rızası için kardeşine muhabbet beslemek, kardeşine verilen veya onda bulunandan dolayı onu kıskanmamak, hatta kendi ihtiyaç içinde olsa bile Allah rızası için o kardeşini nefsine tercih etmektir.
Bu âyet-i kerîmeler bizlere, “kardeşlikte cömertliğin nasıl olması gerektiğini” öğretiyor. Bu Ramazan, en az bir kere îsâr yapalım. Kardeşliğin ne demek olduğunu hissedelim yüreklerimizde…
Bütün mahlûkâta yayılsın cömertliğimiz… Sevgili Peygamberimiz’in “Siz, yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin!” çağrısına kulak verelim.
Kısacası bu Ramazan gönüllerimizi îtikâfa çekelim…
Nedir îtikaf?
Kelime olarak îtikaf; hapis, men, bir şeye devam ve mülâzemet etmek mânâlarına gelir. Dinî bir ıstılah olarak ise; cemaatle beş vakit namaz kılınan bir mescidde veya o hükümdeki bir yerde, mükellefin (birtakım şeyleri yapmaktan) kendisini tutması demektir.
Peygamber Efendimiz, Ramazan’ın son on gününde kendisini bütün dünyevî bağlardan kopartırcasına, mescidde îtikâfa çekilir ve vaktinin çoğunu ibâdetle geçirirdi. Bu îtikaf, Peygamber Efendimiz’in her Ramazan’da tekrar ettiği müekked bir sünnettir. Îtikâfa, ikindi namazından sonra girilir, Ramazan’ın son günü, ikindi namazından sonra çıkılır.
Hadîs-i şerîfte; “İtikâfta olan kimse günahları defeder ve kendisine bütün sevapları yapıyormuş gibi ecir verilir.” buyurulmuştur. (Râmuzu’l-Ehâdîs, 236/10)
İslam âlimlerinden Atâ bin Rebah şöyle der:
“Îtikâf yapan, ihtiyacından dolayı büyük bir zâtın kapısında oturup «Dileğimi elde etmedikçe, buradan ayrılıp gitmem!» diye yalvaran bir kimseye benzer ki, o kul, Allâh’ın mâbedine sokulmuş, «Beni bağışlamadıkça buradan ayrılıp gitmem!» demektedir.”
İtikâfa giren kimse, bütün vakitlerini namaza tahsis etmiş demektir. Namaz kılmadığı vakitlerde bile mescidin içinde namaz vaktini bekler bir hâlde bulunacağı için, hep namazda bulunuyor gibidir.
Eğer gönüllerimizi hakikî bir îtikâfa sokabilirsek, işte ancak o zaman hakikî Ramazanlara kavuşuruz, değil mi?
Haydi, hep beraber bu Ramazan gönüllerimizi îtikâfa çekelim. Günahlardan uzak, Mevlâmızın rızâsına yakın ve O’nun kapısında…
[1] Îsâr: Cömertliğin en üst derecesidir ki, kendisi ihtiyaç içinde iken kardeşini kendine tercih etmek ve önce onun ihtiyacını gidermektir.
YORUMLAR