Arz-ı Hâl: Mülkümün asıl Sahibi! Gücü her şeye yetendir. Bendeki hüner de hayat iksiri de O’ndandır. Beni binler parçaya bölüp de içimde cereyan edip duran faaliyeti görseniz, şaşkınlığınız âleme sığmaz. İçime düşen bir tohum, bendeki parçalarla buluşur, damar damar filizlenir. Sonra hayat yürür o damarlarda. Dirilik bahşedince mülkümün Sahibi; o tohum, koca bir ağaç olur. Siz de çeşit çeşit renkte, kokuda ve lezzet aynalarında seyredersiniz, o güzide eserleri…
Güneşten habersiz, ışığına hayran pervaneler gibi, nice tabiat âşıkları geldi geçti tarih sayfalarında... Hakikati aramak için çıktıkları yolda, nice akıl mahrumu sefiller yitip gitti. Ömürlerini bu uğurda tükettiler, ama Sebepler Sultanı’nı bulamadan yok olup gittiler. Güneşten habersiz pervâneler! Yazık! Çok yazık!
Genç Adam: Canım Arz-ı Hâl! Ne olur kınama beni. Ben de hakikati bulmak istiyorum. Ama senin yol göstermene muhtacım! Tut elimden…
Pîr ü Pâk: Sâdık yârânım, sen sabır tecellîsinin en nadide eserisin! Kızma hemen! Hikmet sofranda doyur bu genç adamı...
Arz-ı Hâl: Peki öyleyse! Pîr ü Pâk! Âyine ol da bu toy civan seyreylesin senin âbında âlemi...
Pîr ü Pâk ayna olup yansıttı Arz-ı Hâl’in bütün güzelliğini… Baharistan oldu zemin... Cümle yer, çiçekler meşherine dönüştü. Bu muhteşem güzellik karşısında genç adam kendinden geçti.
Genç Adam: Ey toprak Arz-ı Hâl! Bu renkler, bu baş döndürücü râyihalar! Sende nasıl bir kimya var ki, bu sanatları icrâ eder durursun. Ya bu estetik? Ne muhteşem eserler bunlar!.. Gizli nakkaşların tezgâhında mı dokunur bu sanatlar? Attarların elinden mi çıkar bu baş döndüren râyihalar? Söyle!
Arz-ı Hâl: Pür-hevâ! Her zaman, yanından geçip gittiğin manzaralar bunlar... Esere bakıp da O yüce eser Sahibi’ni göremeyene ne yazık!
Ey Sâni-i Mutlak olan Mâlik’im! Bu gence ne söylesem boş! Âmânın önüne Güneş’i koysan görür mü? Sen’in muhabbetinin eseridir, bu renk cümbüşü! Attarlara ilham olan râyihalar, Sen’in âsâr-ı ihsânındandır. Bu muhteşem bediî sanatlar, nakışlar… Sen’in muhabbetinle coşmuş sayısız âhenge bürünmüş, gül, lâle, nergis, karanfil olmuş.
Genç Adam: Hayret! Hayret!
Arz-ı Hâl: Hayret ya! İşte sana ip ucu. Gafletten kurtulmak istiyordun ya. Senin imdâdın bu! Hayret!
Genç Adam: Şimdi de sen beni attın bilinmezlikler kuyusuna... Aklım bu kör kuyunun içinde çırpınıp duruyor. Haydi, o ip ucunu gönder de çıkar beni bu kuyudan!
Arz-ı Hâl: Hayret dedim ya işte!
Genç Adam: Niye bilinmez bir nesne gibi konuştun ki. Hepimizin bildiği şey bu.
Arz-ı Hâl: Eğer bilmiş olsaydın, dediklerime yabancı kalmazdın.
Genç Adam: Öyleyse anlat da bileyim.
Arz-ı Hâl: Durup dinleyenler bakıp da görenlerin nazarıdır hayret! Bu cihan mülkünün kâşifi olmaktır. Her bir zerrede bir keşif, her keşifte mârifet ummanına dalmaktır hayret. Denizin sırlarını içine dalan dalgıç bilir. Kıyıya vuran sesleri de sahildeki sûret hayranları… Sûretlerin değil, sırrın peşinde olmaktır hayret.
Genç Adam: Canım Pîr ü Pâk, bu muammâlardan kurtar beni.
Pîr ü Pâk: Hay hikmet deryasında kaybolasıca toy civan! Sen sözü hikmet, hilkati rahmet olan Mevlânâ’yı; dağ-taş, mahlukât ile konuşan Yûnus Emre’yi hiç duymadın mı?
Genç Adam: Duydum elbet. Hattâ şiirlerini de okudum.
Pîr ü Pâk: İşte onların ve nice onlar gibi olanların nazarı hayrettir. Onların sözleri dem-i bahardır. Meltem gibi okşar rûhunu. Gönülleri dil-i pâktır. Lekesiz, pussuz varlık aynasıdır kalpleri… Her şeyin yaratılış sırrı o aynada belirir. Oradan yansıyan hikmet pırıltıları da senin şiir dediklerin işte…
Sonra da Yûnus Emre’den şu mısraları okumaya başladı:
“İşitin ey yârenler! Aşk bir güneşe benzer.
Aşkı olmayan gönül, misali taşa benzer.
Dağa düşer kül eyler, gönüllere yol eyler,
Sultanları kul eyler, hikmetli nesnedir aşk!”
Pîr ü Pâk: Sâdık yârânım. Geldiğimizde hüzne gark olmuştun. Şimdi tomurcuklar yeşerdi bir anda gülşeninde...
Arz-ı Hâl: Nasıl yeşermesin! Sözleri işitince içim şenlendi. O hikmet sahiplerinin hayret nazarları bana değdiği zaman, bahar coşkusunu yaşarım. Onların nazarları görünenin ardındaki görünmeyenin, cihan Mâlik’inin peşindedir hep… Müptelâ-yı aşk olmuşlardır, hayranlıkla seyrederler âlemi... Varlık mânâsına kavuşur o nazarlarda... Eğer üzerimde gezinen cümle mâsumlar, hayvanat ve Hak dostları olmasa, benim gövdem kurak bir çöl gibi olur.
Genç adam başını göğsüne eğdi ve yüzünde hüznün çizgileri belirdi.
Pîr ü Pâk: Delikanlı! Bedbîn olma! Kaldır başını!..
Genç Adam: Bedbin değilim. Hâl-i perişanıma içlenirim. (Arz-ı Hâl’e yönelerek:) Sen Arz-ı Hâl! Şimdiye kadar gözümde kuru bir toprak parçasıydın. Oysa senden daha bilge kimse yok imiş. Sen Pîr ü Pâk! Her dâim gözümün önünde akıp dururken, varlığından bîhaber yaşamışım. İzzetin ne yüce imiş. Arz-ı Hâl senin bilgeliğin ve mahâretin, Pîr ü Pâk senin izzet ve temizliğin; mülkün hakikî Sahibi’ndenmiş meğer… Su mülkünün sahibi de toprak mülkünün sahibi de benim Mâlik’im imiş. Durup dinlemek, bakıp da görmek için geldiğim bu âlemde hakikatten uzak yaşamışım.
Arz-ı Hâl: Başın dâimâ dik dursun! Sen, varlığın en büyük emanetçisisin. Toprak, hava, su, hayvanât, nebât, ağaç, cümle varlık sana emanet!
Genç Adam: Benim gibi âmâya, sâfî akla böyle paha biçilmez bir şeref verilir mi hiç!
Pîr ü Pâk: Onlar senin toyluğun için söylenmiş sözlerdi. Sen toprak altında bekleyen, henüz kabuğunu kırmamış bir cevhersin.
Genç Adam: Güldüm bu sözlerinize!
Arz-ı Hâl: İnanmıyorsan şuraya bak öyleyse. Pîr ü Pâk! Âyine-i dil, âyine-i hâl ol bu delikanlıya!
Delikanlı su aynasında kendini seyreder. Rûhundaki kemâlâtı fark eder.
Toprak Arz-ı Hâl sözlerine devam eder:
“-Ey insan! Sen Kibrit-i Ahmer’sin. Ayn-ı Hikmet sensin. Sen varlığın inci danesisin. Sende kemâlâta kanat çırpacak nice istîdatlar var. Her bir sûret sende, senin sırrında gizlidir. Her şeyin aksettiği ayna, senin kalbindir aslında. Pîr ü Pâk’ın izzeti de benim bütün hüner ve sabrım da sende gizli!.. Secde ettiğin zaman, yıldızlar da rûhunun semâsında secde eder. Sen nîmetin asıl sahibine şükredince, gök suyunu indirir, toprak suya kavuşur, tohum çatlar, bereketle arzın yüzü güler. Varlık mânâ kazanır, sen şükredince.”
Su aynasında kendini seyreden Genç, varlığında nasıl bir cevher gizli olduğunun farkına vardı.
Genç Adam: Duyduklarım, gördüklerim, beni o kör kuyunun içinden çıkarttı, gözümdeki pus dağılıp gitti. Size minnettârım!
Pîr ü Pâk: Yola düşen sendin. Biz rehber olduk sadece…
Genç Adam: Haydi öyleyse, sıradanlıktan geçip farkındalığa yol bulanlara âşinâ olsun hikmetler!.. Azîzim Pîr ü Pâk, gir koluma... Dostum Arz-ı Hâl, sen de tut elimden; yola revân olma vaktidir şimdi. Bu cihan mülkünün Sahibi’nin yoluna düşme vakti!..
YORUMLAR